Şuanda 196 konuk çevrimiçi
BugünBugün3231
DünDün2340
Bu haftaBu hafta7553
Bu ayBu ay7553
ToplamToplam10475977
'Zulme karşı direnmek haktır' PDF Yazdır e-Posta


15 Temmuz FETÖ kalkışmasından sonra Türkiye’de önemli gelişmeler yaşandı. Binlerce asker,  polis, memur işten atıldı. On binlerce insan FETÖ’cü diye tutuklandı. Ancak her ne hikmetse bu darbenin yöneticileri kimler? Amaçları neydi? İktidar olduklarında kuracakları hükümette kimler yer alacaktı? ve benzeri soruların cevapları hala verilebilmiş değil.

Türkiye genelinde uygulanan OHAL en çok Kürdistan’a yönelik olarak hayata geçiriliyor.  FETÖ’cü tutuklamalarının yanında en çok HDP, BDP mensupları tutuklanıyor. BDP belediyelerine bir bir el konuluyor. Aydınlar bir bir hapse atılıyor. Muhalif yazılı ve görsel basın organları tümden kapatılıyor.

Yetmezmiş gibi Türk ordusu yerlerde sürüklenen imajını tazelemek için Suriye bataklığına giriyor. Ülke yavaş yavaş bir iç savaşa hızla sürükleniyor. Yani ortada darbe marbe yok aslında. Varsa bir darbe o da Erdoğan önderliğinde gerçekleşen sivil darbedir ve amacı da tek kişinin diktatörlüğünü pekiştirmedir.

Gülen Hareketi ve AKP projesinin temelleri 12 Mart öncesi Komünizmle Mücadele Dernekleri ile atılmıştır. Bugünün önde gelen siyasetçileri o dönemin faşist militanlarıdır. 40 yıldır bu böyle devam ediyor. Ayrıca son 14 yıldır Gülen ve AKP birlikte bu ülkeyi yönettiler. 15 Temmuz Darbe Kalkışması olarak adlandırılan FETÖ eyleminin bir darbe olup olmadığı ise tartışmalıdır. Bir darbeden daha çok iktidarı paylaşmada anlaşmazlık olarak adlandırılabilir.

Bir rant savaşı olarak ortaya çıkan bir çatışmadan “ileri demokratik Türkiye” çıkmasını beklemek abesle iştigaldir.

Erdoğan uzun süredir fiilen başkanlık yapıyor. Hükümetler kuruyor, başbakanlar, bakanlar azlediyor,  Kanun Hükmünde Kararnamelerle Anayasa filan da tanımadan tek başına ülkeyi yönetiyor. Daha rahat yönetebilmek içinde kendisi gibi düşünmeyenleri tasfiye ediyor. Yetmiyor muhalif tüm medya kurumlarını kapatıyor ve mal varlıklarına el koyuyor.

Bu her faşist zihniyetin ve diktatörlüğün başvurduğu bir uygulamadır. Muhalefeti yok etmek, kendini tek kılmaktır amaç. Tarihteki tüm faşist liderler de aynı yöntemlere başvurdular.  Tayyip’te onların izinde yürüyerek, kendisini alkışlamayan, savunmayan herkesi susturuyor.  Tayyip’in başvurduğu bu yöntem; öteden beri bölgede Kürt halkını inkar eden ve imha etmek isteyen diktatör bozuntularının da başvurduğu bir yöntem olmuştur.

Erdoğan’ın 20 Temmuz OHAL darbesine onay veren CHP ve MHP bu tutumlarıyla kendi kendilerini tasfiye etmişlerdir. Şimdi ortada Tayyip’in partisi AKP kalmıştır. Öte yanda ise HDP var. Onu da dokunulmazlıkları kaldırarak, belediyelere kayyum atayarak, tutuklayarak hareket edemez, ses çıkaramaz hale getirmeye çalışıyorlar.

Bu konuda başarı sağlandığını söylersek abartmış olmayız. Nitekim toplumsal korku psikolojisi öylesine algılar yaratılarak hakim kılınmış ki, bırakalım Türkiye devrimci hareketini, politize olmuş Kürt halkı bile bu barbar faşist uygulamalara yeterli tepkiyi verememektedir. HDP’ye yönelik uygulamalar sonucunda belki de birçok milletvekili tutuklanacak ve parti kapatılacaktır.

Erdoğan eliyle toplum susturuluyor. Devlet bir çete tarafından yönetiliyor ve çetenin reisi de Erdoğan oluyor. Zaten yandaşları ona “Reis” diyorlar. Bu çete eliyle mafyacı bir çete devletine dönüştürülen Türkiye, bugün tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor. Başta Kürt halkı olmak üzere tüm ilerici kesimlere yönelik baskı, zulüm ve katliamlar katlanarak devam ediyor.  İktidar bu katliam politikasını sürdüreceğini de beyan ediyor.

Erdoğan yandaşı olmayan herkes işinden oluyor. Darbe sürecinin ardından artık ülkede herkes tutuklama korkusu yaşıyor. Memur, yargıç, öğretmen, avukat gazeteci, belediye başkanı, insan hakları savunucuları yani Erdoğan’dan yana olmayan herkes tutuklanıyor. Cezaevlerinde işkence her geçen gün daha da artıyor. Keyfi uygulamalarla belediyelere el konuluyor. Açıkça söyleyebiliriz ki yarım kalan darbeyi, Erdoğan başka bir maske ile devam ettirmektedir.

'Darbeyle mücadele' adı altında bu ülkenin en yoksul kesimleri, kendi emeğiyle geçinen kesimleri mağdur ediliyor. Daha çok Kürt, Alevi, sol, sosyalist muhalif olan kesimlere yönelik tam bir tasfiye süreci başlatılmış bulunuyor. Cemaate yönelik yapılan operasyonların hiçbirisi darbeyle ilişkili olacak A takımını falan kapsamadı, beyin takımını hiç kapsamadı. Cemaatin içerisinde bir şekilde bulunmuş, ona sempati duymuş olan öğretmenleri, memurları, polisleri görevden uzaklaştırarak 'Biz darbeyle mücadele ediyoruz' yalanı Türkiye halklarına dayatılıyor.

Bunlar da yetmiyor. Özgür basın üstünde amansız bir terör estiriliyor. Türkiye’de 10’u aşkın TV kapanıyor, çalışanları tutuklanıyor, gazete ve dergilerin binaları basılıyor, kapıları kilitleniyor, mallarına ve yerlerine el konuluyor.

Ardından Avrupa’da yayın yapan Med Nuçe, Newroz gibi önemli TV’ler art arda karartılıyor. Muhalif seslerin topluma ulaştırılmasının yolları kapatılıyor. Bu durum 1999 15 Şubat komplosunu anımsatıyor.

Bölge’de askeri ve siyasi açıdan kıyamet her an kopabilir. Örneğin Türk ordusunun gerilla güçleri karşısında gerçekleştirmeye çalıştığı operasyonların kapsamlı bir sınır ötesi operasyona evrilmesi an meselesi. Bölgede görülen askeri hareketlilik Türk ordusunun operasyonu Güney Kürdistan sınırları içine doğru yaymak istediğini gösteriyor.

Türkiye’nin Rojava sınırlarında da yaşanan gelişmeler de çok önemli.

Burada böyle bir dönemde Türkiye’nin Rojava halklarının kazanımlarına top yekun bir plan temelinde saldırabileceğini beklememek saflık olur. Bu AKP devleti için bir fırsat ve zamanlama meselesidir. Rojava devrimini Suriye’de dış güçlerin çatışması temelinde başlayacak büyük bir savaş girdabı içinde boğmak, Türkiye’nin arayıp da bulamadığı, ancak umudunu da yitirmediği bir nimettir.

Önümüzdeki süreç bakımından Türkiye’nin böyle bir işe kalkışmayacağını düşünmek uluslararası güçlere ve konjonktüre dayanmak kesinlikle saflıktır. Gelişmeler bu uluslararası güçleri her türlü kararı aldırtabilecek biçimde ilerlemekte, konjonktür her türlü ‘satıcılığa’ zemin sunmaktadır.

Bu arada kapanan TV’lere yönelik, kilit vurulan gazete ve dergilere, tutuklanan gazetecilere dair tepkisizlik çok acı verici. Durumun vahametinin anlaşılmadığını gösteriyor.

Bugün muhalif Medya’nın susturulması aslında bir konseptin startı olarak görülmeli ve ona göre tutum alınmalıdır. Bundan dolayı demokratlar, devrimciler, Aleviler başta tüm muhalif toplumsal kesimlerin kıyameti koparması gerekiyor. Çünkü toplumun büyük bir karanlığın içine sürükleniyor olması hayra alamet değildir.

Erdoğan başta PKK olmak üzere Kürt Halk hareketini imha etme stratejisi izliyor. Bu savaş her geçen gün daha da şiddetleniyor.

T 24 yazarı Metin Gürcan’ın şu satırlarının altını çizmekte yarar var:

“Öncelikle Ankara’da, PKK’nın silahlı eylemlerine başladığı 1984’ten bugüne kadar askeri mücadele ile sivil alandaki mücadelenin hiçbir zaman eş zamanlı ve geniş kapsamlı yapılmadığı, bunun da PKK’yı yok edememedeki asıl neden olduğu kanaati hakim.

Terörizm çalışmalarında kritik soru şudur:

Terörü yöntem olarak kullanan silahlı devlet dışı aktör caydırılabilir mi, yoksa yok mu edilmelidir?

Görünen o ki, 15 Temmuz sonrasında OHAL ile aldığı yasal yetki ve FETÖ ile mücadele konusundaki tecrübeleri ışığında Ankara PKK’yı caydırıp marjinalize etmek ve onu muhatap alarak yeni bir müzakere süreci başlatmak yerine, onu tüm bileşenleri ile tasfiye etmeyi amaç edinen bir toptan imha stratejisi yürürlüğe koydu.”(Metin Gürcan, T24, 15 Eylül 2016, Türkiye’nin En Zor Havuz Problemi.)

Bu stratejinin detaylarını t24 te yazan Hasan Cemal şöyle sıralıyor:

“ - PKK’ya karşı silahlı mücadele...

- HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve onlara hapis yolunun açılması...

- ‘Kürt medyası’nın tümüyle susturulması...

- Kürt gazetecilerinin hapse atılması...

- Kürt öğretmenler başta olmak üzere Güneydoğu’daki kamu çalışanlarının -PKK sempatizanı ya da üyesi diye- açığa alınması, tutuklanması...

- Belediyelere kayyım atamalarıyla devlet tarafından el konulması...

- PKK sempatizanı olarak bilinen herkesin korkutulması, gözaltına alınması, tutuklanması...”

Nitekim MHP lideri Bahçeli geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada AKP hükümetini FETÖ yandaşlarına takındığı tutumun aynısını Kürt hareketine de takınması gerektiğini ve bu konuda desteğe hazır olduklarını belirtmiştir. Yani amaç Kürt Özgürlük Hareketini bütün bileşenleriyle yok etmek. Tabii ki bu AKP’nin hayali. Gerçeklikte neler olur onu da yaşayıp göreceğiz.

Tüm toplumsal muhalefet güçleri bilmelidir ki, açık faşizmin egemen olduğu koşullarda hala iktidarın minderinde, onun kurduğu zeminde muhalefetçilik oynanarak sonuç alınamaz. Süreç sadece basın açıklamalarıyla, destek ziyaretleriyle, karşılıklı dayanışma mesajları ile, sempozyum ve panellerle atlatılabilecek bir süreç değildir.

Mesele bu yeni duruma çare olabilecek bir strateji oluşturmaktır. Bu iktidara karşı meşru savunma temelinde her yol ve yöntemle mücadele etmektir. Oysa bugün iktidar karşıtı kitlelerde büyük bir depolitizasyon yaşanmakta, yani siyasetten hızlı bir kaçış yaşanmaktadır. Bunun adı politik yenilgidir.

Tekçi zihniyet bugün dünkünden daha güçlü. Kürt düşmanlığı toplumsal taban yapmış durumda. Türkiye toplumu, aydınları, devrimci ve demokratları bu gerçeği görmeli ve bu durumu kabullenmemelidir.

Aleviler açısından da içinde geçmekte olduğumuz süreç yeni görev ve sorumluluklar gerektiriyor. Alevi örgütleri tarafından son otuz yıldır sadece inanç özgürlüğü kapsamında dillendirilen talepler ekseninde bir mücadele yürütüldü. Artık başka bir mücadele safhasına geçilmiş bulunmaktadır. Dünkü yöntemler bizi kurtarmaz. Cemaat-AKP kavgasında AKP’den yana tutum almak, Ergenekon-AKP kavgasında Ergenekon’dan yana görünerek, hep sığınılacak bir liman arayışı içinde olmakla Aleviler varlıklarını devam ettiremezler. Artık bu eskimiş ve hatalı olan yöntemlerle mümkün gözükmüyor.

Aleviler de tüm demokrasi güçleri gibi başkalarının oyunlarının figüranı olmamalı, kendi özgürlükçü, eşitlikçi toplumsal değerlerini de, tüm ezilen kesimlerin değerlerini de kapsayan bir demokratik mücadele hattı oluşturmalıdır. Artık Aleviler için saflar netleşiyor.  Devletçi, tekçi zihniyetin savunucuları Alevi kökenliler sadece yol düşkünleridir. Hakçı, eşitlikçi, rızalığa dayalı bir toplum hülyası olan Aleviler ise hak ve hakikat yolunda gerçeğin arayıcılarıdır.

Faşizm karşısında susmak felakettir. Faşizm karışışında parçalı durmak felakettir. O bakımdan direnmek gerekiyor, birleşmek gerekiyor, ses çıkarmak gerekiyor. Gücü bir araya getirip bu faşist saldırganlığa karşı mücadele etmemiz lazım. Yoksa bu saldırganlık herkesi yakar.

Faşizm ancak birleşilerek, örgütlenerek, direnilerek yenilgiye uğratılır, yıkılır. Bir yerde faşizm varsa, ona karşı bedel ödemeyi göze almış devrimci-demokratik bir direnişin olması da zorunludur.

Türkiye’nin şimdi birleşik bir devrimci-demokratik direniş hareketine ihtiyacı var. Türkiye’nin varlığını ve geleceğini ortaya çıkartacak olan yegane yöntem böyle bir direniş hattı olacak.

Yani sözün özü gün sözümüz ile eylemimizin uyum içinde olması gereken gündür.