Şuanda 90 konuk çevrimiçi
BugünBugün1962
DünDün2340
Bu haftaBu hafta6284
Bu ayBu ay6284
ToplamToplam10474708
Şiirde yeni yolculuk: Yücel Kayıran ve Efsus'a Yolculuk PDF Yazdır e-Posta


 

 

Bilgelik şiire yansıyınca farklı bir anlatım biçimi oluşuyor, çok az şairde bu görülebilir, Yücel Kayıran şiirinde, bu beşinci kitap, ilk kitaptan ‘Hayaline Firar Edemeyenlerin" den son kitabı: ’Efsus’a Yolculuk’a kadar bilginin çeşitli boyutlarını, güncelden tarihe ve siyasetten doğaya her alanda engin bir biçimde görebilirsiniz. Çeşitli benzetmeler olsa da, Şair en çok kendisine benziyor, oldukça özgün bir yanı var. Bir kaç dize okunduğunda Kayıran’a ait olduğunu anlayabilirisiniz. Türkçenin 1990 sonrası en iyi şairi benzetmesi ilk bana ait olsa da sonradan bir kaç eleştirmen tarafından dile getirildi. Çoğrafyamızın şiirinde yeni yol ve denek alınması gereken bir tarz oluşturulmuştur. Benzerliklerden çok kendisine ait özgünlüğü ile ayrı duran öncü bir şiir ve şair ile karşı karşıyayız. Daha iyi anlayabilmek veya anlamlandırmak için bütün şiir kitaplarını okumak gerekebilir. Sondan başa veya baştan sona bir şiir bütünlüğü var. Çok çeşitli bir yol şiiri de denilebilir, bir çok yere çıkan bir şiir yolculuğu.

‘aynı türden değildir yaşamı kuranlarla onu yağmalayanlar’ s.62

‘ama şiirini kendi hikayen üzerine kur daima..’ s.83

Her kitabın bir kaderi varsa, her kitabı edinmenin de bir kaderi var, Yücel’in her çıkan şiir kitabını edinmenin bir ‘kader-kederi’ var bende. Bu biraz da şiirin, 80 sonrası kuşağın ortak dillendirilmesidir. Son kitabı dört ayrı kişiden istedim. Birisi postaneye giderken otobüste unutmuş, kitap gelmedi. Üçü elime ulaştı, emin olmak için gönderenlere kargo ile neredeyse yüz liraya malolmuş, kitabın ikisi Efsus’tan biri ise Batı’dan geldi. En az gelir dediğim ilk geldi. İmza karşılığı Londra posta merkezinde aldım.

Her şair kendi şiirini yazar. Bu tanım en çok Yücel’e uyuyor. Kendi şiiri ile bir tarih öncesine gidiş ve kendisini boyutlu arama ile bugüne etraflı dönüşün şairi ve şiiri ile karşı karşıyayız. Yücel’in şiirini anlayıp-değerlendirebilmek için aslında bütün kitaplarını okumak gerek, hatta sonuna kadar bekleyip son şiiri, son şiir kitabı yazdığında, son kitabı yayınlandığında okuyup değerlendirmek gerekir. Son kitabı: ‘Efsus’a Yolculuk’, ilk kitapta başlıyor, ‘Son Akşam Yemeği’nin bir yerlerine de iliştirebilir. Dili bilgiyi, felsefi bilgiyi ve imgelemleri bu kadar özgün yerel ile geneli daha etkili ve iyi kullanan bir şair tanımıyorum.

‘de te fabula narratur’ ve ‘yenilgi yılları’ diyalektiği aslında bir kurulacak, kurulmak istenen, doğru kurulması gereken-istenilen bir gelecektir. Kendisi diyalektiği tersten işlettiğini bu tarzda anlatmak istiyor. ‘in praeter itum non vivitur’ çarmıya yazılmış bir nottur, tin öylesine gelip geçiyor. Diyalektiği Marks’tan Hegel’e doğru götürmekte gerekebilir. Aslında siyasi bir kitap olarak da okunabilir, öykü kitabı olarakda, tarih kitabı olarakda okunabilir. Marquez’in ‘Labirentindeki General’ değerlendirmemden de aynı şeyi yazmıştım: Gezi-rehber kitabı, tarih kitabı veya bir trajik son destanı olarak okunabilir demiştim. Sınıf tanımlamaları, ‘devrim’ ve ‘getirdikleri’ Marks’ın aslını anlatmada Alman İdeolojisi ile başlamak gerekir. Marksizm maddi değil, pratik değil, insanın anlaşılıp daha iyi paylaştırmak isteyen düşünce olduğu tartışması, şiirin devrim ve Marksist ideoloji tartışmalarında ortaya çıkıyor. Belkide ilk ve tek bu tarz eleştiriyi; İoanna Kuçuradi: ‘Çağın Olayları Arasında’ kitabında dile getirdi. Yücel ise şiir tarzında dillendirdi. Kuçuradi: ‘Marx’ın düşünceleri temelinden koparılmış (insan ve değerlilik) farkına varmadan pozitivismin (pragmatik tüketim toplumu) insan anlayışı ve değerlilik ölçüleriyle birleşmiş’ diyor, bugünkü düşünce buradan hareket ediyor, kapitalizmin farklı boyutu, oysa Marks insan temelli, yabancılaşmadan ve bundan kurtulmaktan bahsediyor. Che Guevara’nın ‘Yeni İnsan’ teorisi bu mekanik anlayıştan kurtularak düşüncenin insani özüne ilişkin denemedir. Kuçuradi Marks’ın diyalektiği için ‘Toplumsal ilişkileri nitelendirir.’ diyor, buradan yola çıkmak gerek, eksikler aranırken referans bu, Yücel’in şiiri de buradan yola çıkarak bakıyor. Öte taraftan Spinoza var: ‘Bilgelik kendinin tamamlanması, kendine tam sahip oluştur. İnsanın kendi duygu ve hareketlerindeki kontrol güçsüzlüğü köleliliktir.’ Kayıran şiirinin haritası hem kendini hem de geçmiş ile günümüzü açıklamadaki uğraşının pusulasını bulmuş oluyoruz böylece.

‘işçiler sözgelimi kitapların bahsettiği gibi değildi

partileri kapatılmış onun yerine töre gelmiş idi’

Yazarın beş şiir kitabı, üç şiir üzerine metinler ve bir de ‘Yücel Kayıran Şiirleri’ üzerine derleme yazılar olmak üzere dokuz yayınlanmış eseri var. ‘Felsefi Şiir’ denemesi, şiirde bir ekol oluşturma denemesidir.

Yücel Kayıran’ın şiirinin kendine özgü bir matematiği var. ‘Her kitabın bölümlenmesi de kendi içinde diyalektik bir yapılanma içerir, ama tersinden bir diyalektik yapılanma.’diyor Şair.

‘sabah gibi varabilirim kendime vardığım yolun başlangıcına’ (s.9)

‘varlığımı tehlikeye attım aşmak için şimdi tersine gittiğim bu yolu

kendi hayatıyla oynamayı göze aldığında kesinleşiyor insanın yolu (s.9)

belki de bu nedenle başlangıca gitmekle gezgin kıldım kendimi’

‘Ama bütün kitaplarım, bugünden geçmişe doğru değil, geçmişten günümüze doğru bir devamlılık tarzında evrilmektedir.’diye devam ediyor.

Kayıran tanıtımında şiir alıntılarının kendisi bile tek başına şiir gibi okunabilir, yazıda bu tür alıntıları nereye yazsan istediğin anlam çıkar.

Sondan başa tarihe içten bir yolculuk, gözaltında kayıplar, baskılar, yıldırma uğraşları ve kültürel baskı ile yok etme denemelerinin açıklanması. Bir şiir kitabında bu kadar şey olur mu diyenler, kitabı hatta Yücel’in bütün şiir kitaplarını okumalıdır.

‘fakat hiç sevmedim rölantide kalmayı

yaşasam da rölantiye çekilmiş bir gövdenin içinde

rölantide vücut bulmuş olsa da bendeki ruhsal yapı’ (s.13)

bir kapı vardı açıp çıkabilirdim kendime doğru (s.28)

29. sayfada doğa tanımı insan benliği ve geçmişin tarifinin ağaçlar ve yapraklarında  ki hareketlerden

yola çıkılarak yapılması, doğa ilişki ve gözlem bilgi derinliğinin tarifsiz örneğini veriyor. Büyük ve derin bir içe yolculukla, ilk insana varma uğraşı.

‘yaban armudu ve alıç ağaçları

sanki dünyanın kuraklık döneminden hatıra’ (s.22)

‘başka bir ses duymazsınız, rüzgarın salınımı

sizin etinizden geçerek iner toprağın köküne

sizden gelip geçen her ne ise.. o kalır sizde’

Kitapta içe yolculuk tanım ve imgeleri bütün öbür kitaplarda olduğu gibi ya kendisi ya imgesi bütün sayfalarda var.

‘toprağa inanırdım eskiden.. rüzgara inanırdım’

Bölgemizin içinden geçtiği süreç tarifsiz bir imgeleme gücü ile onlarca sayfa veya haberde anlatılabilecek olanı bir kaç dizede anlatmak budur herhalde, hendek çatışmaları ve bölgenin tanımına ilişkin:

o zaman duyduk ölü bedenlerin olduğunu.. s.49

‘geçtiği her yerde

erkek çocukların ellerini

bileklerinden kesiyor Sezar

dağlarımızın yamacında ise ithamlı sözler

“önce vatan!

“önce vatan”!

“önce vatan”!!

“önce vatan”!!!

kendi memleketlerinin dağlarına değil de

neden bizim dağlarımıza yazılır “önce vatan”

medeniyet kendi memleketlerine

bize ise “önce vatan” (s.49)

‘yenilmiş olmanın dile getirilmez acısı..’ (s.53)

‘hayat, içerden kendimi kazarak ilerlediğim bir mağara’  (s.55)

62. sayfada bölge tarihini kültürel bir zenginliği ve bilgi-emek gücü olan Ermeniler ve onların zorunlu gidişlerinden arta kalanlara el konulması ile aynı bilgi ve yeteneği olmayan talancıların tarihi geliştiremediği, kör bıraktıkları anlatımı eşsiz.

Yazarın şiirini herhalde en iyi anlatan dize oluyor. Şairin kendini, tarihini bir süreç ile harmanlayarak oluşturmasını en iyi bu dize ifade ediyor.

‘unutmak, öç almaktan vazgeçmek anlamına gelir

affetmek ise, hatırlamayı içinizden silmek..

fakat bize ait olanın bize iade edilmesi gerekir

ya da sökülerek geri alınması ait kılındığı yerden..’ s.79

Köyler, tarih göçertme isim değiştirme başkalaştırma uğraşlarına karşı tanımlamalar, göç ve kırımların kültürel vb anlatımı devam ediyor:

‘Maravuz ise şimdi Dağlıca

hayatta kalabilmek için din değiştirmeleri

gibi birçok insanın yüzyılın başında’ s.80

‘Serkis Çayırı vardı eskiden, Türkçayırı şimdi

dorukta yamaca kurulmuş bir Kürt köyüdür’  (s.79)

‘başka dilin insafına bırakıyor izlerini her yıkımdan sonra’ (s.80)

Tevrat öykülerinin diyalektik ile zamanımızın şiirine dönüşmüş hali. James Joyce’un Ulysses’i Bloom’un 24 saatini anlattığı söylenir. Bir günde bir tarih anlatılıyor. Yücel’in kitabı da 1000 sayfa ve 1 günde bir tarih anlatıyor olabilir.

Coğrafyamızda aydınlar yanlış yerde başlamış, aydınlanma düşüncesi 1960 sonrası başlatılmış, yanlış hareket noktası, oryantalist bakış var, ilki ‘Güneş Dil Teorisi’ ikincisi ‘Köy Enstitüleri’ ve ‘Yatılı Bölge Okulları’ hepsi yanlış ve verili bir tarih oluşturdu. Yeni döneme ise olmayan bir yerde İstanbul’da başlamış, öyle bir yer yok. Yapay psikolojik bir oluşturma ve arkasında bir yıkıntı oluşuyor. 1960 sonrası aydınlar veya toplumun öncüleri sol-sağ, sağ biraz daha farklı bakıyor, derinlikleri yok ama, başta muhafazakar nedenle resmi ideolojiye uzak durdukları için zemin var ama düşünce, gelişim, nitelik yok, alt yapısı zayıf, tarihi zorunluluktan dolayı da geliştirme şansları da yok. Yanlış tarihten başlandığından referans olunamamış. Bizim 1980 kuşağı ise bu yanlışın üzerine bir yanlışla başlanmış. Aydınlanma için 1800 yıllarda başlamak gerek ve daha çok Doğu merkezli başlamak gerekir.

Kitabın birçok yerinde kullanılan zamanımızın sözcükleri ‘kredinin’ ve ‘devalüe’ s.13,bazı yerlerde şiirin ve şairin Zerdüşti zamanı diline uygun olmamış, bazı dizelerde bu yeni sözcükler kendini göstermese de özellikle bu ikisi fazla durmuş, öbürler gizlenebiliyor. Bu tarz yazın da böylesi kelimelerden ya uzak  durulmalı yada farklı anlamdaşları ile kullanılmaya çalışılmalıdır. Şiirin anlamını azaltan bir durum oluşuyor.

Kişisel tarih değil, kamusal-siyasal bir ruh hali, travmalar bütününü anlamak gerek. Şiir 3. Yüzyıldan günümüze, günümüzden ise Efsus’a bir iç yolculuğu. Şiirde yeni bir bilgelik, yeni bir aşama var.

Genel konu çocukluk-geçmiş-karanlık psikoloji değil, matematikten şimdiden geçmişe bir sistem değerlendirmesi, tersten de yürünebilir. Çocukluktan-geçmişe coğrafyanın kültürel ve düşünsel sahipliğinden bugüne bir yol çizmedir. Değerlendirme için bütün beş şiir kitabına bakmak ve anlamak gerekir.

Yücel Kayıran’ın Şiiri Üstüne Anlamsal Bir Deneme- CANAN AKTAS

Efsus’a Yolculuk aslında kendi içinde geçmişe dönüşün hikayesi kopuş ‘son akşam yemeği’yle başlıyor ve geri dönüşte o son akşam yemeğiyle oluyor. Şair içsel dönüşümünün felsefi yöntemlerle açığa çıkarıyor ki dökülsün her şey ortalığa tabi Yücel Kayıran’ın şiirinin alt yapısını da felsefi bir geçmiş ve hayata bakış oluşturuyor.  Yücel Kayıran’ın da  Oğuz Atay’ın bir öyküsünde olduğu gibi kafasında cam kırıkları var düşünceleri kafasına batıp saplanıyor ,kanıyor durmadan ,bende şiirin açığa çıkmasını böyle gördüğüm için dizelerinin her birinin benim kafamadaki tarihi süreç içinde de batan cam kırıkları olduğunu söyleyebilirim.

Yücel Kayıran’ın dizelerinin her biri bir felsefi tartışmanın başlangıcı olabilir. Okudukça bir şairi kıskanmak ne anlıyorsunuz kendi içinizde. Mesela

‘Gövdemi kendisine bırakmadım hiç’

diyor. Bu insanın kendini kendi içine hapsetmesi nedir gösteriyor, bunu yaparken de özgür iradesini kullanan insanı alıp başköşeye oturtuyor.

‘Varlığımı tehlikeye attım aşmak için şimdi tersine gittiğim bu yolu

Kendi hayatıyla oynamayı göze aldığında kesinleşiyor insanın yolu “

Varlığını sorgulayan bir keskinlikle yola çıkıyor. Sonra

“Derin soluk alıyordu hatıradan sızan yara

Varolanın varlıktaki eksilmesinden

Bir nesneyi kaldırınca yerindeki boşluk

Vücudu terk eder gibi bir organ

Beni henüz kendime terketmemiştin

Biliyordum ne demek

İçimde var olan bir varlık tarafından terk edilmek

Henüz öğrenmiştim içime çizilen haritayı izlemeyi içerden

Test edilmek nedir bilmiyordum

Terk eden terk edilemiyor dünyada

Daimidir geride kalan boşluk”

Diyor bütün bir varoluş felsefesini anlatıyor şiirle bu nasıl bir derinliktir bir şair için diye düşünmeden yapamıyorsunuz.

Aslında Efsus’a dönerken kendi içinde tözüne yada onun kullandığı Spinoza’nın kavramıyla ‘conatus’la açığa çıkarmalarda bu yolda geri dönüşle oluyor.

Sonra kelime kelime bozulmuş bir sosyalizm algısının bozulmuş dağılmış yol aldığını ve yanlışların marksizmden

kaynaklanmadığını aslında  söylemlerin farklılığının bile kafamızda yarattığı kargaşadan kaçamayan bir sosyalist düşünceyle yürümeye çalışıldığında yolda bütün söylemlerin boşa çıktığını söyleyen sosyalizm eleştirisi var kitapta .

“Devrim şarttı , bize ait olan, ona ait olmayandan sökülerek geri alınmalı”

Ya da

“Devrim şarttı, biz sanıyorduk ki devrim adaletin ihlal edilmesinden patlak verecekti”

Dizelerinde sosyalizm yanlış uygulamalarının nasıl yanlışa düşürüldüğünü belleğin bu yanılgıyı nasıl yıllarca taşıdığına anlatan dizelerle vuruyor kafanıza.

““Felç geldi dilime”

Ne söylesem naylon

ne söylesem dökülmüş briket”

İnsanın doğayla ilişkisini sorguluyor sonra yalın diliyle doğaya uygun insanın tekliğini, yaratılan dünyanın içinde insanın aslında absürt,eğreti uyumsuz durduğunu varlığını sorgularken hayatın insanı sınarken insanın özüne ters bir biçimde doğasından çıkarak sınadığını söyleyen bir doğa- insan ilişkisi var ki şiirlerinde inanılmaz , bize gelecek diye sunulanın bizim doğamıza aykırı olduğuna ilişkin ibareler var,her insan anlıyor ,algılıyor bunu ama hayatına devam ediyor ,camdan duvarları aşamayacağını düşünerek yaşıyor,olağanın dışına çıkmayıda bir hayat sınavıyla özleştiriyor

“Geçmişin ilerlemesidir her tekilde birey

Uymaz doğanın doğası bir gelecek kurgusuna

Sokağa çıkma yasağını uygulamıyorlar artık ama

Olanağı yok sokağa çıkınca dışarıya çıkmanın

Öyle ki karakol duvarı sanki camdan...ama

Alındı sınanmış hayat hayatın olanağından”

Bazen şiirinin bir yerinde uçuşan anılar çocukluğunda uyumuşda büyüklüğe uyanmış gibi acıtıyor  Yücel Kayıran’ın şiirini.

“Dünyaya el eder gibi

Olanak durumunda kalan bir hikaye...uyumuşum

Uyku..dünyanın geriye doğru çekilmesidir çocuklukta”

Bazende doğanın suyun hafızasına taş çıkartır gibi anlatımlar ,ne hissettiysen o kalır insanın doğasında yaşadıklarına kimse dokunamaz tıpkı doğa gibi diyor..

“Sanki deri yüzülmüş yüzümden ...yaprak yaprak”

Yada

“Rüzgarın salınımı

sizin etinizden geçer iner toprağın köküne

Sizden gelip geçen her ne ise.. o kalır size”

Kendi içine yolculuk ederken şiirinde

yaşama sessiz ,tepkisiz kalmanın da bir bağırış olduğunu şöyle anlatır ama kimseyide suçlandırmak istemez bu tavrından dolayı .O belleğin aktarımını da ister .

“Sanki dilim dilim doğramışım kendimi içerden bir bıçakla”

“Benden dolayı yenilmiş sayılsın istemiyorum dile getirdiğim hakikat

yitirmesin dilini ve sürsün

Bir başkasının dilinde

Bir başkasında devam ettirsin kendini”

“Bir kaç dakikadan ibarettir aslında insanın hayatındaki devrim”

Yücel Kayıran’ın şiirinde kadın anlatımlarıda ilginçtir. Kadınları nesneye ses veren tanrılar gibi anlatırken kendi algılarında kokusundan tanır kadınları ,aldatıcı bulur kadınların vaadini ,haz almanın onu doğasından ve onu oluşturandan çıkarma korkusu ve onu alıp götüren ama sonunda hep kendisiyle yalnız bırakan bir kadın algısı var şiirinde.

“Bir cenazenin etrafında toplanmış ağlayan kadınlar silueti

Kendi sesini verir her nesneye “

“Yoktu kokusu annemin

Kız kardeşimin kokusu yoktu

Bu nedenle belki bozulmuyordu

Onların yanında bütünlüğü bedenimin”

“Yerin yarıldığı yerde beni bana terketmesi”

Sistem içinde boğulmuş insanlık ve ailenin ve çevrenin dağılmasının etkileri yansırken şiirine hayatından yansıyan  geri dönüş ve direnç açıkça seçile biliyor.Şiire yansıyan derin eleştirel yaklaşım var,İlahi Komedya  anlatımlarıyla karşınıza çıkan.

“Böyle alınıyordu bize ait olan

Böyle alınıyordu kendi içimizden

Böyle yüzülerek içderi etimizden

dağıldı annemin evi”

“Hayat,içeriden kendimi kazarak ilerlediğim bir mağara”

“Zaman, sanki onu tür değiştirerek büyütmüş”

“bir sokağın bilinmezine

çekip direnmek içimdeki hedefi belirsiz nefreti

dile getirebilir bir dile gelmek”

Yücel Kayıran: Efsus’a Yolculuk, Metis, Ekim 2017