Şuanda 102 konuk çevrimiçi
BugünBugün401
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8125
Bu ayBu ay8125
ToplamToplam10476549
bir dönemden kısa notlar -3- PDF Yazdır e-Posta


Beni tanıyan tüm yoldaşlar, arkadaşlar, Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimciler, benim maddi temeli olmayan söylemlere itibar etmediğimi bilirler, zaman zaman duygularım öne geçse de hep akılla hareket ettiğimi sanırım. Ama duyguları olmayanların da devrimci olamayacağını yaşamımda gördüm. Ben inanıyorum ki, yoldaşlarına karşı politik hesaplar içine girenler önünde sonunda düşman bildikleriyle de işbirliğine girerler, çünkü onlar için kendi bulundukları politik konum her şeyin önündedir. Bu tipler için devrim, halk, emekçiler, işçi sınıfının çıkarları vs. Artık slogan olmuştur. Başka bir anlamı yoktur. Var olan liderin konumu ve yaşamıdır. Çünkü lider olursa örgüt olur, kitle olur, devrim olur, onun için onun korunması, varlığı herşeyin önündedir. Işti Mihraç Ural’da bu tiplerdendir. Belki başlangıçta  iyi niyetli bu harekete katılmıştır. Ama sonradan  örgütün zamansız yediği ağır darbeler, onun hayalinden dahi geçmeyen bazı olanakları önüne sermiş ve örgütün birinci adamı noktasına kadar gelebilmiştir. Bunda kendisinin etrafında bulunan üç/beş şakşakçının ve kendisini yeterince tanımamış olan diğer bölgelerdeki yoldaşların iyi niyeti de etkili olmuştur. Yoksa bir insan ne kadar akıllı olursa olsun, daha 20 yaşlarında bir örgütün en tepesine tırmanamaz. Buna ne tecrübesi, ne bilinci, nede yetenekleri elvermez. Birileri tarafından ardından itilmeden, pohpohlanmadan bu olanaklı değildir.

Mihraç şunu belki de hiçbir zaman bilmedi, etrafındaki şakşakçıları onun bazı gerçekleri görebilmesini hep engellediler. Kendisinin yakınında bulunan bir kaç kişi dışında hiç kimse onu gerçek anlamda önderleri görmediler. Dışa karşı belki öyle davrandılar ancak içte herkes onun çocukluğundan, teorik birikim eksikliğinden vs. den hep bahsetmiştir. Belki kendisi bunları duymuştur da. Mihraç ancak  HDÖ-Acil ayrılığı sonrası ve tüm öncü yoldaşların ya hapishaneye düşmesi, ya da yurt dışına çıkması sonucu, kendisi de Suriye ye çıktıktan sonra önderliğini açıktan, Engin yoldaşın da ayrılmasından sonra ilan etmiştir. Bu dönem de ben ve Hanna yoldaş ile birlikte Avrupa’daydım ve kendisinden yana tutum belirledik. Bu tutumumuz da onun işini kolaylaştırdı. Kendisi yanına Salih’i de alarak Almanya ya gelmişti. Biz kendisinin gelişine kadar tüm Almanya’yı dolaşmış ve belli şehirlerdeki sempatizanlara ulaşarak belirli bir toparlanma yaratmış, belirli şehirlerde Stutgart, Frakfurt, Aalen, Karlsruhe, Darmştat, Hamburg, Bielefeld, Köln gibi şehirlerde komiteler ve bazılarında da dernekler kurmuştuk. 12 Eylül 1981 yılında Birlik Yolu ve Cephe bayrağı altında tüm Türkiye devrimci hareketlerin katılımıyla yapılan yürüyüşe bin kişi katmıştık. Kendisi ancak bundan sonra geldi, yani yaratılmış olan olanakları ele geçirmeye geldi. Nitekim gelişi ile birlikte birçok şehirde paneller ve seminerler organize ettik, kendisi de bu toplantılarda konuşmacı idi. Belli bir süre sonra Hanna yoldaşın aracılığıyla Frankfurt-Darmstadt bölgesindeki yoldaşlar bir sempatizanımıza 30 bin DM kredi çekerek kendilerine teslim ettiler. Sonra kendisi ve Salih Stutgart ta, polisin bir yol çevirmesinde arabadan kaçtılar ve takip sonucu yakalandılar. Ben kendi köylüm olan bir Devrimci Halkın Birliği militanı tanıdığım vasıtasıyla Avukat tuttum, kendileri 20 gün sonra üzerlerinde çıkan Suriye Kimlikleri ile Suriye’ye yurt dışı edildiler. Oysa Alman Polisi onların Türk vatandaşı olduklarını arabadan çıkan örgütsel dökümanlar ve bir ehliyet sonucu anlamıştı. Ancak buna rağmen Suriye ye verildiler. İşte Mihraç’ın Almanya yı feht etme serüvenide bir kaç ayda noktalanmıştı. O hep hayali bir fatih olmuştur. Başkaları emek vermiş, o ağzının laf yapmasını kullanarak, emek vermeden değerlerin üstüne konmuştur. Çok sıkıştırıldığında ise, kendisini sıkıştıranları, dün onlar için ne methiyeler düzdiğini unutarak, ajan, hain, işbirlikçi ilan edebilmiştir. Yusuf, Sami onun en gözde adamlarıydı, sonları ortada, konuşmalarında onları bize örnek gösterdiğini hatırlıyor mu acaba ? Hanna yoldaş ile olan kardeşliğe varan birlikteliğimiz yüzünden 82’de Engin’in ayrılığında Hanna’nın tutumunu kendi tutumumum gibi görerek örgütte kaldım. Benim için kalmanın esas nedeni Cezaevlerinde bulunan Haydar Yılmaz, Eşber, İbrahim Yalçın, ve birçok başka yoldaşın örgütün dağılmasını istemeyen ve beklememizi isteyen telkinleri etkin oldu. Nitekim daha sonra da cezaevleri ile sürekli yazıştığımızda, beklememiz istendi. Bu İbrahim Yalçın’ın Avrupa ya gelmesine kadar sürdü. Biz artık yollarımızı ayırma kararı vermişken, İbrahim sürekli bekleyin, düzelteceğiz telkinleri ile eski ayrılanları bile örgüte katılmaya çağırıyordu. Ta ki, kendisinin birinci kongrenin hemen öncesi içine düştüğü durumu bize açıklayana kadar biz hala örgüt ile hareket ettik, Kongreye eleştirilerimizi içeren rapor yazmamıza ise artık Avrupa ya Salihin yerine Cemali gönderdik durum düzelecek diye bizi oyalıyorlardı. İbrahim durumu bize açıkladı, onlar hala gizliyordu. Sonra dayatmamızla onlar da açıkladılar ve İbrahim’in güvenilir olduğunu, ortada hiç bir sorun olmadığını, İbrahim vasıtasıyla kongreye katılanların salimen yerlerine döndüğünü ve Türk Polisine de iyi bir ders verildiğini belirttiler.

Bu durum İbrahim’in ayrılıyorum demesine kadar böyle sürdü. Sayıları 30’u bulan arkadaşın ortak bir açıklamayla, bir broşür aracılığıyla ayrıldığını açıklayıp TKEP’e katıldığını açıklamasından kısa bir süre sonra İbrahim Yalçın, örgüte  kendi el yazısıyla yaptığı açıklamalar gerekçe gösterilerek ajan ilan edildi. Bu durum içten hesapçılığın, yoldaşların açıklarını biriktirerek kendine bağlamamın kanıtıydı. Bu devrimcilik değil, istihbaratçılık örneği idi. Artık benim için böyle bir örgüt tarihe karışmıştı. Biz İbrahim Yalçın’ın tüm samimiyetiyle bize yaptığı açıklamalara karşı kendisinin içine düştüğü durumun bir zaaf olduğunu söylemiştik. Ancak yoldaşlarının zaaflarını onlara karşı kullananların ancak alçaklar olabileceğini de bilince çıkarmıştık. Sunu da söylemiştik madem bu yoldaşın ajan olduğuna baştan kanaat getirmiştiniz, neden politbüro üyesi yapıp Avrupaya bir kurtarıcı olarak gönderdiniz ve aylarca bizleri kandırdınız. Neden kongre de durumu açıklayarak onu orada etkisiz hale getirmediniz. Bu eleştirilerimize tatmin edici hiç bir yanıt verilememiştir.

Ben sonraki yıllarda Haydar Yılmaz ile birlikte Toplumsal Kurtuluş çevresi ile belli bir süre hareket ettim, sonrasın da da mensubu olduğum Kürt halkının kurtuluş mücadelesine omuz verdim. Bu durum hala böyle sürmektedir. Su an aktif politik mücadele etmiyorum. Ancak bazı konularda araştırmalarım var. Kürt ve Türkmen Aleviliği başta olmak üzere birkaç konuda okuma, inceleme, araştırma yapmaktayım, zaman zaman makaleler yayınlıyorum.

Mihraç’ın konumu üzerine, veya başkalarının konumu üzerine yazmayı hiç düşünmezdim, ancak bu tartışmaları izledikten sonra kendimle bir vicdan muhasebesi yaptım. Durumu tarttım, tartışmayı çok sert görmeme rağmen, ben de bildiklerimi objektif olarak kaleme almaya karar verdim. Bu yazdıklarımı Engin Yoldaşa da gönderdim. O da yayınladı. Isterse Mihraç ta yayınlayabilir. Kim isterse o yayınlar. Benim kendime ait haber ve benzeri sitelerim yok. Mihraç bu konuda çok gelişmiş görünüyor. Çünkü o sanal kahramanlığı çok sever, Türkiye’de yaşatamadığı, tam tersine bilinçle tasfiyeye uğrattığı THKP-C Acilciler örgütünü, anlaşılan artık sanal alemde yaşatmaktadır. Biz bu alana da el atarak kendisini yalnız bırakmak istemedik, bu alemde de devrimci tutum alınacağını ve kafa bulandırmaya müsade edilmeyeceğini göstermeye çalışacağım.

Bu yazdıklarımdan A.F.Çiler’de rahatsız olmuş, elbette olabilir, ben kendimce gerçek bildiklerimi yazdım, yanılmış olabilirim de, bunun için benim ona yazdığım notu ve kendisinin cevabını olduğu gibi yayınlıyorum.

 

 

« Irfan dayıoglu 31 mayıs 2010

 sevgili arkadaşım, benim yazdığım iki yazıya kızdığını öğrendim. haklısın kendi açından, ama ben de haklıyım, ben sadece bir gerçeği dile getirdim. ismini vermem belki doğru değil. ancak sen benim o sitede yazmamı eleştirmişsin, oysa onlar senin de benim de eski yoldaşlarımız ve söylendiği gibi de değiller. ben söyledim kimse hain vs değil. ancak bazı arkadaşların, burgaz ve yılmazın hain, ajan ilan edilmesi beni tutum almaya itti. yoksa ben böyle bir tartışmanın içinde olmam. 23 yıldır mensubu olduğum Kürtlerin ve Alevilerin çıkarlarını savunmaktayım ve yollarım bu açıdan çok kimse ile, eskilerle ayrılmış bulunuyor. senden de istemim bazılarına koltuk değneği olmaktan kurtulmandır. seni ve eşini hiç kimse O'nun yanına yakıştıramıyor, yakışmıyorsunuz, sizin yeriniz haklıların yanıdır. selamlar ve saygılarımla

 

 Ali Fuat Çiler 1 Haziran 2010

Merhaba, öncelikle eger bir zamanlar bizler aynı ideal uğruna ölümü göze alarak yoldaş olmuşsak, benimle ilgili o yazılanları bana sormadan yazmazdın. Bunu yaparken bir zamanlar, yoldaşını haketmedigi ağır, onur kırıcı, bir duruma sokmazdın. Çünkü gerçek senin yazdığın gibi degil. Bunun böyle olmadığını en iyi bilen eşindi. Çünkü o zaman ona durumu anlatmış, beni yanlış degerlendirmemen icin anlatmıştım. Otuzüç yıl önce yaşanılan bir olay, neden şimdi yazılıyor. Çünkü bir taraf benim geçmişte; bu hareketimiz için ne kadar çok emek sarfettigimi ve bu hareketin toparlanmasında ne kadar önemli bir görev yaptığımı, takdir eden bir şekilde yazılar yazdıktan sonra, o çok takdir ettigin arkadaşların beni yerin dibine batırmak için, ölüleri konuşturmadan tut, belden aşşağı vurmalara kadar, alçakça iftiralarla saldırdılar.
Bu yetmiyormuş gibi ölen babama bile iftira attılar. Oysa o güne kadar her iki tarafın internet yolu ile yaptıkları bu tartışmayı onaylamadığımı ve bu yol ve yöntemlerin sadece karşı devrimcilere yaradığını, birbirleri aleyhine yazdıkları şeylerin insanları geçmişe ve bir zamanlar yoldaş olanların onlara sahip çıkmaktan bile alıkoyacağını söylemiştim.
Her iki tarafa bunu dinletemedim. Enginler ülkeden çıktıktan bizlerde içeri girdikten sonra onlar birlikte idi ne olduysa hepsi birlikte yaptı. İhanet varsa, başarı varsa, başarısızlık varsa onlar ortaktı. Senin evine gelince ben ne kendi evimi, bölgedeki tüm evlerin anahtarları yakalandığı halde hiç kimsenin ne evini ne bir tek insanı, nede harekete ait olan herhangi bir seyi bile teslim etmemişken seninkini niye vereyim. Gerçek şu: Nurseli takip etmişler evi biz biliyoruz, senide orada çatışma olursa kalkan yapıp, yoldaşlarının seni ödürmelerini sağlıyacağız dediler Oyle getirdiler. o zaman Nevin e bunu sana anlatması için söylemiştim.
Birkaç defa seninle telefonla konuşmamıza rağmen, bunca yıl icinde bunu benimle konusmadan internete koymanın, arkadaşlığa dostluğa, yoldaşlığa sığan bir tarafı varmı?.
Ben hala aynı inançlarla sosyalizme inanıyor mücadeleme demokratik yollarla devam ediyorum. Ve lütfen gerçekleri aynı yerde tekzip et. Sana yakışan bu . Iyi günler diliyorum. Bir gün biraraya gelince tüm söylediklerimi kanıtlamaya kendimi sorumlu hissediyorum.
Saglıcakla kal. «

 

 

Evet Ali arkadaş benim evime polis tarafından kendi istemi dışında getirildiğini ve kalkan olarak kullanılmak istendiğini yazıyor. Kabul, ancak arkadaş evin önüne getirilmedi, evin bir sokak ötesinde polis arabasında oturmaktaydı. Ikincisi Fuat, evimin nursel’in izlenmesi sonucu polisçe öğrenildiğini söylüyor. Ancak ben bu baskından iki ay önce  gıyabi tutuklu olarak çıktığım mahkemede tutuklanmıştım, ancak bir kargaşa sonucu mahkemeden dışarı kaçak olarak çıktım. Yani devlet beni tutuklu biliyordu. Evime gelen polis ise direk beni eşimden ismimle sormuştu. Yani benim hapiste değil dışarda olduğumu öğrenmişti. Birileri bilği vermişti yani benim o evde olduğuma dair. Diyelim ki Nursel çok sık geliyordu ve izlenmişti, peki neden o yakalanmamıştı, kaldı ki ben o baskından bir ay sonra yine Nursel’ile görüşüyordum ve bu arkadaş 1978 mayısından, 79 başlarına kadar benimle aynı evde kaldı. Ama bir şey olmadı, sonra da  yurt dışına çıktığım 79 sonuna kadar hep görüştüm, hem de farklı evlerde, ama polis beni yine yakalamadı. Bu durum çok tuhaf değil mi ? yorum okuyucunun. Benim Mihraç dışında hiç bir eski arkadaşımla sorunum yok, Mihraç ile de özel kişisel bir sorunum yok, sorunum onun sözde politik tercihleri ile, eski yoldaşlarına karşı tutumu ile, suçlamaları ile, suçunu örtmeye çalışan yavuz hırsız mantığı iledir. Onun birilerini övmesi beni hiç rahatsız etmez, ancak beni överse ben rahatsız olurum, çünkü altından bir çapanoğlu ararım. Bugün A.fuat’ı ve eşini övüyorsa yine bir çapanoğlu vardır. Benim görevim bu arkadaşları uyarmaktır.

Yeri gelmişken bir konuyu daha dile getirmek istiyorum. Benim yurt dışına çıktığımı sadece iki yoldaş biliyordu. 1980 yılında 12 Eylül’ün hemen öncesinde istanbul sokaklarına ve bütün hava alanlarına içinde bizim örgütten Engin Erkiner, B. Gürdil ve Benim resmimin de bulunduğu afişler asıldı. Hürriyet gazetesi bu afişi yayınladı, afiş İstanbul Sıkıyönetim komutanlığı tarafından asılmıştı ve başımıza ödül konmuştu. Oysa ben biliyordum ki, benim 1977 Acilciler davası iddianamesinde hakkımda örgüt üyeliği dışında bir iddia yoktu ve ben ifademde ve tek katıldığım mahkeme celsesinde de bu suçmalamayı kabul etmemiştim. Nitekim 1984 yılıda biten bu dava da beraat ettim. Ama nasıl oluyordu da  ben Türkiye ‘nin enn « azılı 78 teröristinden »  biri oluyordum. Bu soruya şu ana kadar hala cevap verebilmiş değilim.