Şuanda 154 konuk çevrimiçi
BugünBugün438
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8162
Bu ayBu ay8162
ToplamToplam10476586
bir dönemden kısa notlar (6) PDF Yazdır e-Posta


Bir dönem tüm inanmış insanlar gibi ben de emekçilerin zalim egemenler karşısında kazanması dileğiyle devrimci hareketin saflarında insanlığın kurtuluş mücadelesine katıldım, bu kavgam yaşamım boyunca da devam edecektir. Bir dönem can bedeli bir kavgada, birbirimize ölümüne inanarak yola çıkanlar veya çıktığına inandıklarımız yoldaş bildiklerimizle yollarımız ayrıldı. Ancak bu yol ayrılığına rağmen insanlığın kurtuluşu için doğru bildiği yolda yürümeye devam edenler, her zaman tarafımca yoldaş bilindi ve bilinmeye devam edecektir. İçinde yer aldığımız örgütler, bulunduğumuz coğrafya ayrılığı, mensup olduğumuz etnik köken farklılığı insanlığın kurtuluşuna olan inancımızın ortaklığı karşısında bir engel teşkil etmedi ve etmiyor. Mihraç Ural ile yollarımı ayırdıktan iki yıl sonra Paris’te tesadüfen karşılaştığımızda kendisi bana ‘yollarımız ayrı olsa da biz yoldaşız’ diyerek ilişkilerimizin devam etmesi gerektiğini söyledi benim cevabım ise ‘ben yaşamını devrime adamış olanlar la, devrimci olduğuna inandıklarımla her zaman yoldaşım, sen de bunu yaparsan seninle de yoldaş olabiliriz’ demiştim. Ancak zaman Mihraç ile yoldaş olamayacağımı gösterdi. Bu ayrılıktan sonra Mihraç daha evvel kaza ile öldüğüne bizi inandırdığı Müntecep dışında bildiğimiz büyük bir hata yapmamıştı. Bir tek ben ve birçok arkadaş aldığımız bazı duyumlardan dolayı Hanna’nın ölümüne kuşku ile yaklaşıyorduk, ancak elimizde hiçbir belge veya şahitlik bulunmuyordu. Ancak bizim 88 ayrılığımızdan sonra, tüzüğümüzde düşman dahil kimsenin öldürülmesini kabul etmedik, bu birinci kongre kararımızdır diyen Mihraç elini Yusuf ve Sami’nin kanına buladı ve bu konuda benim elimde resmi hiçbir delil olmamasına rağmen kuşkum yok. Yusuf Paris’ten Suriye’ye hanımı ve çocuğunu getirmek üzere gitti. Burada kendisi ile görüşen tüm eski yoldaşları ve değişik örgütlerden birçok kişi gitmemesini ve giderse dönemeyeceğini söylememize rağmen Yusuf başına bir şey gelmeyeceğini ve Mihraç’ın kendisine yönelemeyeceğini söylüyordu. Ancak zaman bizi haklı çıkardı ve Yusuf  Acilci bilinen biri tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Daha sonra Sami Mihraç tarafından kaçırıldı ve sorgulandı bunu kendisi de itiraf ediyor. Ancak daha sonra akıbeti bilinmiyor. Yer yarıldı içine girdi adeta. Buna benzer bir çok olayın da olduğuna inanıyorum. 88 ayrılığımızda Ali Sönmez elinde Mihrac’ın siyasi sonunu getirecek belgeler olduğunu ve bunları açıklayacağını söylüyordu. Yaptığımız toplantılarda bunu 25-30 yoldaşın önünde defalarca söyledi. Ancak hiçbir zaman belgeleri açıklamadı. O da şimdi eşi olan bayanı Suriye’den çıkarana kadar bizimle birlikte davrandı. Hatta Anadolu Komünist Partisinin tarafımızca kurulmasını isteme noktasına dahi geldi. Ancak işi bittiğinde Fransa’yı terk ederek Almanya’ya yerleşti ve ser verip sır vermeyen Ali yoldaşımız iş adamı oluverdi. Sol adını, devrimcilik adını ağzına dahi almadı, çoluk çocuğa karıştı. Bütün çağrılara rağmen ses yok, neden acaba? Yoksa suç ortaklığı korkusundan olmasın. Çünkü Ali Sönmez’in Suriye’de örgüt ile devlet ilişkilerini bizzat yürüten, bütün sırları bilen kişi olduğu biliniyor. Bir kez de ben çağırıyorum, Ali Sönmez ortaya çıkıp gerçekleri söylemek için neyi bekliyor acaba, vicdanı yok mu? Devrime, yoldaşlarına hiç mi bağlı olmadı ömründe, insaf yok mu? Doğru bildiklerini niye gelecek kuşaklardan esirgiyor? Bekliyoruz.

Daha önceki yazılarımda da değindim. Mihraç hayatının her döneminde bir zamanlar kendisine en yakın olmuş, kendisine itirazsız biat etmiş olanlara yöneldi. İşte Yusuf ve Sami hiç kimsenin olmadığı kadar Mihraç taraftarı idiler, İşte A. Özden kendisinin sag kollarından, sonradan ajan ilan etti. İşte Günay karaca’nın kız kardeşi, Günay’ın ölümünden sonra Suriye’ye çıktı ve Mihraç tarafından A.Özden ile evlendirildi. Şimdi Mihraç’ın düşmanları sayılıyorlar. Mihraç adına tüm yoldaşları ile kavgalı hale gelen, yoldaşlar arasında adı nefret ile anılır hale getirilen Zafer bile şimdi Mihraç ile yollarını ayırdı. Şimdi yanında Şerif ve Levent isimli zavallılarla yalnız başına kaldı Mihraç, acaba neden böyle olduğunu biliyor mu? Ya da açık söyleyeyim acaba böyle olmasını kendisi bilerek istemedi mi? Bir örgütü, binlerce taraftarı ile, yüzlerce militanı ile yavaş yavaş tasfiye ederek tek başına kalmayı kendisi istemedi mi? Peki şimdi yeniden hidayete mi erdi de, bir zamanlar tasfiye ettiği örgütün adını yeniden kullanmaya başlayarak, yeniden siyaset sahnesine çıkma ihtiyacı neden duydu? Bu sorular cevap bekliyor. Eğer eskilerden ders çıkarmış, hatalarından arınmış ise, işlediği bütün suçların hesabını verme yürekliliğini göstermelidir. Hesap vermek erdemli devrimcilerin işidir. Varsa erdemlilik, suçlar itiraf edilir, gerekçeleri açıklanır ve devrimci adalete inanılarak ortaya çıkılır. Devrimcilik bunu gerektiriyor. Bunun dışındaki her tutum teşhir ve tecrit edilmekten kimseyi kurtaramaz. Yeter artık gına geldi,  onlarca site kurup her gün buyurun Engin Erkiner’in polis ifadesi, buyurun  İbrahim Yalçın’ın örgüte verdiği itirafname diyerek hergün aynı şeyleri yayınlayarak kimi inandırabilirsin, kendinin hiç inanmadığı şeylere başkalarını nasıl inandıracaksın? O zaman sormazlar mı adama, madem polis ifadeleri yayınlıyorsun, ilk önce kendi ifadeni yayınla, sonra senin bu insanlar benim ile beraber 78’den sonra bu örgütü yeniden yarattılar dediklerinin polis ifadelerini yayınla. Şimdi ajan dediğin İbrahim Yalçın’ın polis ifadesini, benim polis ifademi, Haydar Yılmaz’ın ifadesini yayınla, herkes karar versin kim devrimci, kim işbirlikçi, kim direnişçi, kim teslimiyetçi. hapishanelerde yatanların içerdeki tutumlarını yaz,  herkes bilsin, biraz objektif olmayı dene, eğer bir gün “kadim Roma Kenti Antakya” ya dönmeyi düşünüyorsan Alevilerin deyişiyle arınman gerekir, çilehaneye girip çile çekmen  gerekir. Alevilik’te düşkün kaldırma cemleri var böyle bir ceme katılıp günahlarından arındığının katılan kitle tarafından onaylanması gerekir. senin arınmaya ihtiyacın var. Yok eğer hala devrimci olduğun iddiasında isen yaptığımız çağrıya uyar, eski tüm yoldaşların, kurucu kadroların, kongre delegelerinin diğer devrimci örgüt temsilcilerinin şahitliğinde yapacakları bir toplantıya katılır ve kimin ajan olduğunu, kimin işbirlikçi olduğunu açıklarsın, senin hakkındaki iddiaları da dinler ve kendini savunursun. Ya aklanırsın, ya suçlu çıkarsın,  ya haklı çıkarsın sana karşı olanlar teşhir olur. Ya da sen teşhir  ve tecrit edilirsin.

Her katılan toplantının haklarında  alacağı kararlara uyacağını önceden ilan ederek katılır. Sorun çözülmüş olur. Sen bu çağrıya olumlu yanıt vermediğin sürece töhmet altındasın bunu unutma. Sen Genel Sekreter seçildiğin kongre delegelerince terk edildin, yalnız bırakıldın, o kongre ve aldığı kararlar artık pratik anlamını yitirmiştir. Sen artık olmayan bir örgütün genel sekreterisin. Yani sanal bir sekretersin, sadece kağıt üstündesin, pratik bir anlam ifade etmiyorsun bunu kabullen, unutma bunu sen istemiştin. Filistin kamplarında eğitim gören ve ülkesine mücadeleyi yükseltmek için dönen yüzlerce Acilci acaba neden hep yakalandılar? Aklı olan her devrimci bu sorunun cevabını biliyor. Türkiye’de yaratılan her örgütlülük hep Suriye’de bulunanların ilişki kurması sonrasında hep operasyonlara uğradı. Bunun nedenleri de biliniyor. Bir zamanlar tasfiye olmasını gönülden istediğin, bunun için türlü oyunlar çevirdiğin bilinirken, şimdi nasıl oluyor da yeniden örgütlenilmek isteniyor? Bunun gerekçeleri de elbette düşünmesini beceren devrimciler tarafından tahmin ediliyor. Sen artık kimseyi değil ancak kendini kandırabilirsin. Artık Engin Erkiner ifadesi dışında varsa bildiğin bir şey açıkla. Bu örgütün kongrede değeri açıklanan mal varlığını bu kongre delegelerine devret. Bu delegeler ne için kullanılması gerektiğine karar verirlerse bu karara uyacağını açıkla, aklan. Fiziki olarak yok olmasına sebep olduğun yoldaşların hesabını ver. Tersi durum senin bulunduğun esaret koşullarında ömür boyu kurtulamamana yol açar.

Acilciler örgütü Türkiye’de tüm sol örgütler, buna Kürt örgütleri de dahil, birbiri ile silahlı çatışmaya girerken, birbirinden adam öldürürken, bu çatışmalara katılmamak ile ünlenmiş bir örgüttür. Acilciler hiçbir zaman başka bir sol örgüte silahlı saldırıda bulunmadılar. İçinde benim de bulunduğun bir çok yoldaş 77 yılında Boğaziçi Üniversitesinde üç arkadaşımızın HK’liler tarafından bıçaklanması sonrası bu örgüte yönelelim diye örgüte baskı yaptık, hatta hemen cevap verilmesi için hazırlık dahi yaptık. Ancak o dönem örgüt sorumlusu olan Engin yoldaş bizleri böyle bir eylemin asla yapılmaması gerektiğine ikna etti. İşte böyle bir devrimci gelenekten gelen bu örgüt. Acil HDÖ ayrılığından sonra iç infazlar yapar hale geldi. Adana’da Ali Çakmaklı karanlık adam adı altında bir yazı yayınlanarak Acilciler tarafından 12 Eylül darbesinden hemen sonra infaz edildi. Ardından Nebil Rahuma önderi olduğu HDÖ örgütü tarafından hakkın iğrenç itiraflarda bulunularak infaz ediliyordu. Bu iki cinayet ve sebepleri araştırılmaya ve açığa çıkarılmaya muhtaçtır. Olayların tanıkları var ve yaşıyorlar. Sorun bu insanların objektif, tarafsız bir anlayışla bildiklerini açıklamayla açığa çıkarılabilir. Bu iki Cinayet’te de yolların bir ucu Mihraç’a çıkıyor. Çakmaklı öldürüldükten sonra Almanya’ya Karanlık Adam ve Neden Karanlık Adam yazıları geldi ve elimize ulaştı. Hanna yoldaş bu yazıları çoğalttı ve biz tüm örgüt taraftarlarına bu yazıları dağıttık. Eğer bu yazılar örgütün yazdığı yazılar değilse nasıl Almanya’ya geldi? Biz neden dağıttık? Biz birçok seminerde HDÖ’cülere karşı bu yazıları neden savunduk? O zamanlar HDÖ’lü olduğunu söyleyen Yener Orkunoğlu hatırlamıyor mu acaba bu durumu? Darmstad’ta kendisinin ve Hanna Maptunoğlu’nun katıldığı semineri hatırlamıyor mu? 

Daha sonra Müntecep Kesici örgütten ayrılan birkaç kişinin örgüt tarafından gözaltına alınmasına müdahale için gittiği bir örgüt alanında öldürüldü. Üyesi olduğumuz FKBDC bu olayı kınayarak THKP-C Acilciler örgütüne uyarı cezası verdi. Örgüt hem bu cinayeti işlemişti, hemde cenazeye sahip çıkmıştı. Tipik bir şark anlayışı tutumu. Bu durum daha sonra böyle sürüp gidiyor. Yani 12 Eylül’ün yarattığı boşluktan yararlanıp, Suriye’ye çıkarak yarattığını söylediği bazı muammalı ilişkilerden de yararlanan Mihraç Ural kendisini Genel Sekreter ilan ettikten sonra Acilciler örgütü içinde adı geçen, iç infaz eylemleri ard arda gelişti. Bu bir tesadüf mü acaba? Yoksa bir anlayış mı? Bunun yorumu okuyucuya, yazılarımızı izleyen tüm devrimcilere aittir.