Şuanda 214 konuk çevrimiçi
BugünBugün476
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8200
Bu ayBu ay8200
ToplamToplam10476624
12 Eylül mahkemeleri ya da... PDF Yazdır e-Posta


12 EYLÜL MAHKEMELRİ, YA DA  ‘’...BEN BU CEZAEVİNİ YAKARIM ’’

12 eylül Faşist askeri darbesinin üzerinden 30 sene geçti.

Eylül faşizminin askeri mahkemelerinde yargılanan yüz binlerce kişiden birisi olarak, toplam 9 sene yattıgım hapishane yaşamımın son günlerini ve tam bir hukuk skandalı olan, tahliye edilişimin İLGİNÇ öyküsünü anlatmak istedim.

Konuyla ilgili birçok şey yazıldı. Tekrarlamayacağım. Eylül rejiminin mahkemeleri ve yargı politikasının yasa dışılıgı konusunda, başımdan geçen,  tahliye oluşumun garip hikayesi, öyle sanıyorum ki, bu dönemine hukuksuzluğunu çok açık bir şekilde gözler önüne serecek olan binlerce olaydan bir tanesi olarak tarihe geçecektir.

1980 yılı aralık ayında, İstanbul’da, E-5 karayolu üzerindeki Tercüman Gazetesi ve Atatürk Öğrenci Sitesi karşısında bulunan Cevizlibağ otobüs durağında bulunan üst geçitin altında, sabahın erken bir saatinde , Niyazi Baysan ile birlikte gittiğimiz bir randevu’da, pusuya düşerek yakalandım. Ne garip, adı geçen üst geçitin, 1975 yılında Atatürk ögrenci sitesi ögrenci temsilcisi sıfatıyla görüştüğüm, zamanın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet İsvan’a yapılması için teklif eden ve yapılacak sözü alan kişi de benim.

Aralık 1980 tarihinde başlayan 3.dönem hapisliğim, Mart 1986 tarihine kadar devam etti.

Selimiye kışlasından başlayan  ve  Hastal askeri cezaevi, ardından Metris, Alemdağ, Sultanahmet ve Sağmalcılar E tipi ile devam ederek, Gerede, Bolu ve Adapazarı’nda son bulan serüvenin tam bir skandala dönüşen ilginç tahliye sürecini anlatacağım.

İstanbul sorumlusu olarak 146/1 den İstanbul 1no’lu askeri mahkemesinde yargılanmakta iken, davanın son duruşmasında, birlikte yargılandığım yoldaşlara tahliye ve cezalar veren mahkeme heyeti, benim dosyamı ayırarak, 1977 Ağustos ayında Harbiye ak bank şubesi’nin kamulaştırılması eylemi nedeniyle 2.5 sene yattıktan sonra tahliye edildiğim dava dosyasıyla birleştirilmesine karar verdi.

1977 davasının tek tutuklu sanığı Muharrem Kaya kalmıştı. Dosyamın bu dava ile birleştirilmesi üzerine, bir kez daha Muharrem ile birlikte yargılanmaya başladık.

Uzun bir süre sonra ve şimdi tam olarak  hatırlayamadığım bir tarihte, ‘’yattığım süreyi göz önüne alarak’’ tahliyeme karar verildi.

Anladığım kadarıyla bana verilecek olan ceza, silahlı çete yöneticiliği nedeniyle TCK’nın 168/1 maddesine göre 15 sene olarak hesap edilmişti ve yattığım süre de bu cezayı karşılamaktaydı ( sonradan öyle olduğu anlaşıldı) 

Mutlu bir şekilde, Sağmalcılar E tipi cezaevine döndüm. Cezaevinde, kalmakta olduğum hücremin penceresinde  arkadaşlara bağırarak, TAHLİYE olduğum müjdesini  verdim. Sağmalcılar E tipi (hücre tipi) cezaevinde o dönem,  tahliye olan arkadaşlarımız adına ayni gece konser(!) verme geleneğimiz olduğu için, o akşamki konser(!) de benim adıma yapılacaktı ve yapıldı da..

Eşyalarımı hazır etmiş her an dışarı çağrılmayı beklerken, tahliye tarihimden üç gün sonra, hücre kapısından ‘’eşyalarını topla’’ diye haber veren askerlerin uyarısı üzerine, Hücremin penceresinden havalandırma’da bulunan diger hücredekilerin duyabilecekleri şekilde bağırarak,’’hoşca kalın beyler benden bu kadar’’ diye espri yaparak, ‘’eyvallah’’  dedim ve onlardan gelen  bağırtı ve şamataların gürültüsü arasında  kapıya doğru hızla yöneldim.

TAHLİYE DEGİL SEVKE GİDİYORUM...

Hücremin kapısı açıldığında, beni almaya gelen askerlerin kalabalığı ve de idari bölüm yerine başka tarafa yönelmeleri  dikkatimi çekti ve ‘’beni nereye götürüyorsunuz’’? dedim. Konuşmuyorlar ve ‘’görürsün acele etme’’ diyorlardı. Kısa süre sonra ellerimin arkadan  kelepçelendiğini ve cezaevi arabasına götürüldüğümü anladım. Cezaevi arabasında, Dev_Sol, HDÖ ve Cayan Sempatizanları davalarında idam cezası alan  ve sivil cezaevlerine sevk edilecek olan arkadaşlar vardı. Hem onlar, hem de ben karşılıklı şaşkınlık içersindeydik. Bir süre sonra araba hareket etti ve İstanbul dışına çıktığımızda, artık tahliye edilmediğimi anlamış olmama rağmen , neden edilmediğimi bir türlü anlamıyordum. Arkadaşlarla cezaevi arabasında yaptığımız  yorumlara göre, ciddi bir yanlışlık(!) sonucu benim bu arabaya bindirildiğimi ve bir iki gün içersinde yanlışlığın düzeltilerek salıverileceğim(!) konusunda hemfikir olduk. Çok geçmeden yanıldığımızı anladım.

GEREDE CEZAEVİ..

Bolu’nun Gerede kazasında araba durdu ve  inmem istendi. Arabadan indiğim zaman Cezaevi savcısı başta olmak üzere, müdür ve gardiyanlar beni bekliyorlar ve bir idam mahkumunun böyle küçük bir cezaevine getirilmiş olmasından dolayı rahatsız olduklarını açık açık dile getiriyorlardı. Cezaevi savcısına, ‘’ idam mahkumu olmadığımı, tahliye olduğumu ve bir yanlışlık sonucu buraya getirildiğimi’’ anlatmaya çalıştım. İnanmıyordu . ‘’ hayır evladım sen tahliye degil, üstelikte iki kez idamdan yargılanıyorsun’’ diyor ve beni, bu cezaevinde tutmalarının sakıncalı olduğunu, en kısa zamanda Bolu kapalı cezaevine göndereceklerini söylüyordu. Söylediği gibi de oldu ve bir gün sonra, geniş bir güvenlik altında Bolu cezaevine sevk edildim.

BOLU CEZAEVİ ve SUBYAN( ÇOCUK) KOGUŞU...

Gerede’den bir gün sonra, BOLU kapalı cezaevinde de aynı tören(!) le karşılandım. İdam’la yargılandığım iddia ediliyordu.

Cezaevi savcısı beni odasına aldı ve tüm ısrarlarıma rağmen tahliye değıl, üstelikte iki kez idamla yargılandığımı anlattı. Buna karşın  en kısa zamanda İstanbul’daki adli müşavirliğine benim durumumu sorarak, beni bilgilendireceğine de söz verdi. Demokrat bir insan olduğunu, konuşmaları arasina serpiştirdiği sözcüklerle  bana anlatmaya çalışıyor ve ‘’Müdür beye dikkat et provakasyonlarına gelme’’ diye de  uyarıyordu.  Bir ara, kendi kardeşinin de Mamak’ta yattığını söylemeyi de ihmal etmedi.

Cezaevinde, “benden başka siyasi tutuklu olmadığı ve tek kişilik bir yerlerinin de bulunmadığı” için, Sübyan koguşu olarak adlandırılan Çocuk koğuşunda kalmamın, güvenlik açısından daha uygun olduğunu anlattı. Adli mahkumların bulunduğu diger koğuşların, siyasi bir mahkum için riskli olabileceğinı anlatmaya çalışıyordu. Çocuk koğuşunda kalmaya razı oldum.

Bolu cezaevinde ne kadar kaldığımı tam olarak hatırlamamakla beraber fazla bir süre kalmadım. Bu cezaevinde, müdür, savcı için ‘’ oda sizden’’ diyerek, savcının solcu olduğunu, savcı da, ‘’müdür beye dikkat et, pezevengin tekidir’’ diyerek, müdürün sağcı olduğunu anlatıyorlardı

Bolu cezaevinde belli bir süre yattıktan sonra, cezaevi savcısı bir gün beni çağırdı ve İstanbul sıkıyönetim mahkemesine benim için yolladığı faksa gelen cevabı yazıyı okudu.

ÖRGÜT ÜYESİ OLMAKTAN 5 SENE CEZA ALMIŞIM(!)

İstanbul’dan gelen habere göre, 141/5 maddesi uyarınca,  acilciler örgütü üyesi olduğum gerekçesiyle 5 sene ceza almıştım ve şimdi onu yatıyormuşum.

Örgüt yöneticisi olduğum gerekçesiyle  aldığım 15 senenin karşılığını yatmış, şimdide örgüt üyeliğinin karşılığı olan 5 seneyi yatacakmışım(!)

Savcı, bu haberi bana bildirdiği zaman durumu anladım.

1983 tarihinde Metris cezaevinde yatarken, K.Maraş’ta yakalanan bir sempatizan arkadaş’ın, ‘’bizi İbrahim Yalçın örgütledi’’ diye ifade vermesi üzerine, İst. 3.no’lu Askeri mahkemesi savcılığında ifadem alınmıştı. İfademin alındığı zaman, ifademi alan savcının bile, ‘’ önemli değil, sen zaten yöneticilikten yargılanıyorsun ama usulen bir şeyler söyle’’ dediği davadan 5 sene ceza aldığımı ben çoktan unutmuştum(!)

Metris cezaevinde, bu ceza bana tebliğ edildiği zaman, Yargıtay’a, 15 gün içersinde itiraz hakkım vardı ve onu kullanmıştım.

İtiraz dilekçemde, Benim, THKP-C acilciler örgütü yöneticisi olarak  yargılandığımı, yönetici olarak yargılanan bir kişinin, sadece K.Maraş değil, tüm ülkede ayni örgütün doğal olarak üyesi olacağını ve bu nedenle bu davanın  ya düşmesi veya ana dava ile birleştirilmesi gerektiğini belirtmiştim.

İTİRAZ DİLEKÇEM CEZAEVİNDE YIRTILDI...

Yargıtay’a yazdığım itiraz dilekçesi,  Metris cezaevi güvenlik komutanı tarafından gönderilmedi.

1983 tarihinde, Metris cezaevinde  TEK TİP ELBİSE giymediğimiz için geniş çaplı bir direniş vardı ve cezaevi bu direnişi kırmak için  çok yönlü bir saldırı başlatmıştı.  Siyasi tutuklu değil, askeri tutuklu olduğumuzu iddia ediyor ve askeri bir disiplin içersinde, ’’ emir   ve talimatlara’’ uymamızı zorunlu kılıyorlardı. Biz bunu reddediyor, “asker değil, siyasi” tutuklu olduğumuz konusunda ısrar ederek direniyor ve hiçbir talimata uymuyorduk.

Cezaevi güvenlik komutanının, Yargıtay’a yazdığım itiraz dilekçesini yırtma gerekçesi de bu nedenle oldu.

Ben dilekceyi yazıp kendisine verdiğim zaman, yanında bulunan askerden bir cetvel(!) isteyen komutan, dilekcemin başlangıç ve bitiş aralıklarının talimatlara uygun olmadığını, sayfanın 5 cm aşagısından başlayıp, alt tarafındaki boşlugu da aynı şekilde, 5 cm bırakmadıgımı, yan taraflardaki boşluklarında, talimatlara uygun bulunmadıgı gerekçesiyle, kabul etmeyecegini ve talimatlara uygun yazmam gerektiğini bildirerek dilekceyi tekrar bana iade etti ve yeniden yazmami istedi.

Talimatlara uygun dilekce yazmayacağımı kendisine bildirdim. ‘’ ben böyle yazdım ve bu bir itiraz dilekçesidir’’ dedim. 

Itiraz dilekcem bu nedenle gönderilmedi ve yırtıldı.

Bu durumda, bana verilen 5 senelik cezaya itiraz etmemis  oldugumdan, Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiş oldugunu, Bolu cezaevinde öğrendim...

Böylece, aynı dönem içersinde, örgüt yöneticiliginden 15, örgüt üyeliğinden de 5 sene ceza almış oluyordum.  Örgüt yöneticiliğinden almış oldugum 15 senenin karşılığını yatmış, şimdi de örgüt üyeliğinden aldığım 5 senenin karşılıgını yatmaya başlamıştım.

Bu durumun tam bir hukuk skandalı oldugu ortadaydı ama hiç bir itiraz mercii de bulunmuyordu. Kabul etmek durumundaydım...

BOLU’DAN, ADAPAZARI CEZAEVİNE DİSİPLİN CEZASIYLA SEVK.

Bolu cezaevi müdürünün her fırsatta beni bir yerlere sevk ederek, başından savmak  için uygun zaman kolladıg-ğını hissediyordum. Kendisine göre, ‘’sol’’cu savcının izinli oldugu bir gün, sabah erkenden sevk edileceğimi ve eşyalarımı toplamamıı söylediler.

Böylece, Aralık 1980 tarihinde başlayan 3. Dönem hapishane hayatımın son durağı olan Adapazarı cezaevine, ikinci kez gelmiş oldum.

Adapazarı cezaevini tanıyordum. 1979 tarihinde Rıza Salman ile birlikte bu cezaevinde beraber yatmıştık. Buraya geldiğim zaman, Cezaevi müdürünün değişmemiş olduğunu gördüm. Beni tanımış ve hiç hoşlanmamıştı. İlk iş olarak, benim buraya geliş nedenimin, Bolu’daki disiplinsizlik nedeniyle olduğunu ve 15 gün hücre cezası verildiğini söyleyerek hücreye alındım. Hücre cezamı tamamladıktan sonra, normal bir koğuşta cezamı tamamlamaya başladım.

İNFAZ KANUNU VE TAHLİYE...

Mart 1986 tarihinde, “ceza ve infaz kanunun”da yapılan yeni bir düzenleme  nedeniyle, tahliye olacağım kesinleşmiş oldu.

Oysa aksilikler(!) bir türlü yakamı bırakmıyordu.

İnfaz kanunu yürürlüğe girmiş tahliyeler başlamış ve bitmişti bile... ben  hala icerdeydim ve bir türlü tahliye edilmiyordum.

Tahliyelerin bittiği ve normal sürecin başladığı anonsu yapılır yapılmaz, koguş kapısına gelerek başgardiyandan müdürle görüşme talebinde bulundum. Koğuşa gelen cezaevi müdürüne, ‘’ benim cezalarımın bitmiş olmasına karşın neden hala bırakılmadığımı’’ sorduğum zaman, aldığım cevap karşısında bir kez daha şaşırmıştım.

Cezaevi müdürüne göre, ben hala ‘’iki kez idam cezası ile tutuklu yargılanıyordum’(!)

Ağustos 1977, Aralık 1980 davalarından yargılandığım iki ayrı dosyanın birleştirilerek 15 sene ceza aldığımı bilerek karıştırıyorlar ve son beş senelik cezamın da bitmiş olmasına rağmen beni bırakmak istemiyorlardı.

Cezaevi müdürüne, davam la ilgili geniş bir bilgi verdim ve ‘’ben tahliyeyim. Eğer, beni bu gece de burada tutarsanız, ben bu cezaevini yakarım, git bunu savcıya aynen söyle. Bu işin sorumlusu sensin, hesabını da sen verirsin’’ dedim.

Müdür inatla, ‘’ sen tahliye ol, ben bileklerimi keserim’’ diyordu.

En sonunda ,  cezaevi savcısı tarafından idareye çağırıldım ve durumumu bir kez de savcıya anlattım ve ‘’dosyalarımı bir kez daha inceleyin, ben tahliyeyim’’ dedim.

Savcı, anlattıklarımı dikkatle dinledikten sonra, ‘’ evladım sen koğuşuna dön, ben senin dosyalarını tekrar inceleyeceğim’’  dedikten yarım saat sonra, ‘’ eşyalarımı toplayarak’’ kapı altına gelmem için anons yapıldı. Müdür ve savcı, kapı altında beni bekliyorlardı. ‘’dosyamın yanlış incelenmiş olduğunu, tahliye olduğumu ve infaz kanununun ilk günü çıkmam gerekirken, 4 gün fazla yattığımı’’ söyleyerek özür dilediler. Kendilerin, 4 gün değil tam beş senelik hapis cezasının karşılığını bile fazla yattığımı anlatmama rağmen, anlayıp anlamadıklarına aldırmadan cezaevinden adeta zorla(!)  tahliye oldum...