Şuanda 396 konuk çevrimiçi
BugünBugün603
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8327
Bu ayBu ay8327
ToplamToplam10476751
sol içi şiddet üzerine PDF Yazdır e-Posta


Kendi yakını da sol içi şiddete kurban giden Erdal Boyoğlu’nun Ölümden Öte Sol İçi Şiddeti Sorgulamak ve Aşmak adlı kitabını okudum, geçmişte sol örgütlerde ye sivil kurumlarda önemli konumlarda bulunmuş insanların bu konudaki görüşlerini okudum, genel olarak olumlu görüşlerin ve önemli konuların dile getirildiğini söyleyebilirim. Bence önemli bir çalışma ve devamının da getirilmesi gerekiyor.

Özellikle dikkatimi çeken bir durumu dile getireyim. Röportajlar şu an aktif siyasette yönetici konumda olmayanlarla yapılmış. Ben ise özellikle illegal sol geçinen örgütlerin yöneticilerinin bu konudaki görüşlerini merak ediyorum. Acaba geçmişe eleştirel bir bakış ve yapılan büyük hataların, hatta işlenen suçların hesabını verme yürekliliği var mı bu yöneticilerimizde? Bu soruyu sormak isterim ve cevabını almak isterim. Ülkemizde 1975 ile başlayan ve 80’e kadar yüzlerce devrimcinin öldürülmesine yol açan sol içi şiddet, 80 darbesinden sonra bu sefer örgütler içi şiddete evrilerek devam etti. Bu hala da devam etmektedir. Bunların da sorgulanması ve yeni kuşaklara hesap verilmesi tüm devrimciyim diyenlerin ertelenemez görevlerinin başında gelmektedir. Herkes önce kendi kapısının önünü temizlemeli, daha sonra ortak devrim evimizi temizlemek için kendimizi arındırmış olarak bir araya gelme yürekliliğini göstermeliyiz. Bize ve gelecek kuşaklara büyük bedeller ödenerek oluşturduğumuz temiz  bir geçmiş bırakmanın yegane yöntemlerden biri de budur.

Kitapta dile gelen görüşlerin ortak bileşenlerinden biri, solun ortak bir hukukunun olması gerektiği ve ortak bir etik yaratılması ihtiyacıdır. Bu olmadan, meydana gelen her olayı bu bizim iç sorunumuzdur, diğer örgütler karışamaz, bu şahıs veya şahıslar örgüt suçu işlemiştir vs gerekçelere sığınarak şiddeti meşrulaştırmaya çalışmanın devrimciliği bırakalım, sıradan insan olmayla bile alakası yoktur.

Mevcut kapitalist yönetimleri, daha ileri bir yönetimle değiştirmeyi amaç edinen ve bu amaca ulaşmak için tüm şahsi çıkarlarını bir yana itenler, nasıl olurda bu mevcut sistemler kadar bile hukuki olamazlar, onlar kadar değişik görüşlere karşı tahammülkar davranamazlar? Bu soruyu ben hep kendime sordum ve inanıyorum ki, binlerce devrimci de kendisine sormuştur. Bir devrimci örgüt, düne kadar kendi canını emanet ettiği yoldaşına nasıl işkence yapar? Ona itiraf adı altında nasıl ifade imzalatır? Bunları hep soruyorum. Bunlar şiddete tapmak değilse nedir. Bunlar kişinin karşıtına dönüşmesi değil midir? Örgütün bölünmesi devrime zarar verecek vs gerekçelere sığınarak, örgütten ayrılanları fiziki olarak tasfiye etmek ne kadar mantıklı olabilir?  Nasıl bir demokrasi anlayışı olabilir? Bunun cevabı yoktur. Bunu yapanlar örgütlerini kurtaracaklarına, kendileri bizzat bu yöntemlerden dolayı örgütlerini tasfiye etmişlerdir. Binlerce devrimci hiçbir ideolojik ayrılıkları olmamasına karşı, yarın benim de başıma arkadaşımın başına gelenlerin aynısı gelebilir kaygısı ve korkusuyla sessizce örgütlerinin saflarını terk etmiş ve konuşmadıkları sürece kendilerine dokunulmayacaklarını hesap ederek bugüne kadar konuşmadan fiziki yaşamlarını korumuşlardır. Ancak bu kişiler bildiklerini söylememekle, devrimci ortamlara gelmemekle aslında kendi varlıklarına da intihar vari bir duruşla son vermişlerdir aslında.

Bugün artık konuşmanın zamanı gelmiştir. Elbette konuşma derken, kimseye örgütlerini karalamayı, devrimciliği karalamayı, kan bedeli yaratılan değerleri karalamayı önermiyoruz. Önerdiğimiz devrimci hareketin saflarına sızmış ayrık otlarını temizlemedir. Devrim tarlasındaki bu yabani ayrık otları temizlenmeden verimli ürün almanın olanağı bulunmuyor.

Bu ayrık otlarıdır ki, devrime ve devrimciliğe inancın zayıflamasına, inançta erozyona yol açmıştır. Şimdi gün tüm devrimci hareket saflarındaki bu ayrık otlarını ortaya çıkarıp elbirliği ile saflarımızdan temizlemektir. Bunu başarmak biraz yürek, biraz bilinç ve çok büyük bir inanç gerektiriyor. Devrime inançlarını kaybetmiş olanların böylesine bir işi başarmaları düşünülemez. Saflarımızdan belki de yukarıdaki nedenleri bahane olarak gösterip ayrılan ve bugün kurulu düzenin birer dişlisi haline gelenlerin bu eksikliklerimizi, yaptığımız hataları sosyalizme, devrime inancı zayıflatmak için kullanmalarının önüne geçmek,  hala devrimci saflarda bulunanların konuşması, hataların üstüne  gitmesi ile olanaklıdır.

Yoksa bunlar dönektir, devrim kaçkınıdır ve benzeri söylemlerle hatalarımızın üstünü örterek, kol kırılır yen içinde kalır diyerek  kitleleri devrim mücadelesinin saflarına çekemeyiz. Artık dünyamız saydamlaşmaktadır. Kol kırıldığında herkes kırık kolu görüyor, yen içinde kalan kol dönemi kapandı. Bunun için açıklık, şeffaflık kazandırıyor. Bunu hemen her devrimci örgüt söylemde kabul ediyor. Ama eylemi ile söylemi bir olmadığı için inandırıcı olamıyor.

12 Eylül öncesi Türkiye ve Kürdistan’da devrimci hareketler arasına kan girdi, hiç kimse bu süreci gerçek anlamıyla irdelemedi, sebep ve sonuçlarını ortaya koymadı. Bunu yapmadan birçok birlik girişimi oldu, hatta devrimci birlikler kurulduğu iddia edildi. Ama hiç biri uzun erimli olamadı. Çünkü kendisi ile bütün yönleriyle hesaplaşmamış sol, kurulan devrimci birliklere de taktik olarak baktı, bir çok örgüt günü kurtarma, örgütündeki fırtınaları dindirme amacıyla bu tür birlik girişimlerinde bulundu.

Şimdi bu genellemeleri yaptıktan sonra gelelim 1987 yılına kadar içinde yer aldığım Acilciler örgütüne. Örgütümüz 12 Eylül ile birlikte tüm devrimci örgütler gibi öncü kadrolarını yurt dışına çıkardı. Bunların ezici çoğunluğu Suriye’ye çıktı. Onlarca militan Filistin kamplarında eğitim gördü. Görünen amaç eğitim görüp, toparlandıktan sonra yeniden ülkeye girmekti. Ancak gelişen süreç bunun tam tersine işledi. Eğitilip ülkeye gidenlerin birçoğu daha çalışma alanlarına varamadan yakalandılar. Bu durum Suriye’de bulunan insanlar arasında tartışmalara yol açtı. Mihraç ilk fırsatta Avrupa’ya çıktı. Birkaç ay Almanya’da kaldıktan sonra yakalanarak Suriye’ye iade edildi. Neyse uzatmadan söyleyeyim. 1982 yılı sonlarına doğru örgütte arılık sesleri duyulmaya başladı. Mihraç Suriye’de TKEP ile örgütsel birliği hedefleyen bir eylem birliği kurmuştu. Bu tüm kadrolarca sevinçle karşılanmıştı. Ancak örgütten ayrılanların TKEP’e katılma istemi ortaya çıktığında bu birlikte hemen bitti. Bu dönemde Acilciler’den ayrılan birkaç arkadaş Suriye’de örgüt tarafından tutuklandı. Bu durumu öğrenen Müntecep Keseci bu arkadaşların bulunduğu alana giderek serbest bırakılmasını ister. Burada bir punduna getirilip Müntecep Kesicici silahla vurularak öldürülür. Bu Acilciler’in ilk örgüt içi infazıdır. Olay Mihraç tarafından bir kaza olarak ilan edilir ve Müntecep’in cenazesine sahip çıkılır. Ancak o dönem Acilcilerin de üyesi olduğu FKBDC bu açıklamaya ikna olmaz ve Örgüte uyarı cezası verir ve bu cezayı verdiğini kamuoyuna açıkladığı bildiri tüm Yurt Dışı alanlarında Avrupa dahil dağıtılır. Yani FKBDC Acilcilerin bir cinayet işlediğini ilan etmiştir.  Mihraç hala bunun kaza olduğunu söylese de, bu kazayı yapan adam ne olmuştur açıklayamamıştır. Bu kişi neden o zaman FKBDC platformunda ifade vermeye götürülmemiştir acaba?

Teoride THKP-C Acilciler örgütü sol içi şiddete hep karşı çıkmış ve 12 Eylül öncesi yaşanan sol içi çatışmalarda yer almamış ender örgütlerden olması ile haklı olarak övünmüştür. Ancak örgütte ipler yavaş yavaş Mihracın eline geçince bu durum değişmeye başlamıştır. Mihraç iktidarına karşı çıkan Ali Çakmaklı ve Nebil Rahoma’nın öldürülmesinde başrollerde oynamaktan çekinmemiştir. Ali Çakmaklı hakkında Karanlık Adam yazısını çıkarıp dağıttırmış ve 12 Eylül’den hemen sonra Çakmaklı Adana’da öldürülmüştür. Bu olayı Cephe dergisinde örgütümüz üstlenmiştir. Ama bugün Mihraç inkar etmektedir. Yine el altından Nebil’in HDÖ’den ayrılıp örgüte geri döneceği propagandası yaparak hedef göstermiş, Çakmaklı’nın öldürülmesine misilleme olarak HDÖ, kendi öncü kadrosunu alçakça katletmiş ve bugüne kadar en ufak bir özeleştiride dahi bulunmamıştır. Yine 1987 başında Acilcilerin toplanan birinci kongresinde bırakalım örgüt içi infazı, örgüt içinde çıkan hainlerin bile ölümle cezalandırılmasını yasaklayan bir tüzük kabul edilmiş, ancak bu tüzük ile övünen Mihraç Ural tarafından Yusuf ve Sami yoldaşlar öldürülmüş, Yusuf’un öldürülmesi Cephe dergisinde (Bakınız Arkadaşım Günay Karaca yazısına) üstlenilmiştir. Yine 1988 yılında Paris’te örgütten ayrılan Cabir ve İsa yoldaşlar kaçırılarak işkence ile düzmece itirafnameler imzalattırılmış ve bu arkadaşlar daha sonra yeniden açıklama yaparak bu ifadelerinin düzmece olduğunu kamuoyuna açıklamışlardır.

Bütün bunlar bu kadar açık iken Mihraç hala Engin Erkiner ve İbrahim Yalçın’ı ihanetle, ajanlıkla suçlayarak onların “ibretlik sonlarını beklemeleri” istemektedir. Yani açıkça kendi hiç yayınlanmamış örgüt tüzüğünü de ihlal ederek onları ölümle cezalandıracağı tehdidi ile tehdit etmektedir. Yine son günlerde nereden türetildiği şüpheli Mihraç’ın Alevilerin önderlerine yönelik  suikast yapacağı haberlerine ilişkin yaptığı açıklamalarda da Mihraç büyük bir pişkinlikle örgütünün şiddeti bıraktığını, en son eylemlerinin 1987 Büyük Balık Operasyonu adı altında ANAP binalarının bombalanması olduğunu, bundan sonra hiçbir silahlı eylem yapmadıkları  söyleyerek ne kadar barışsever, demokrat, şiddet karşıtı biri olduğunu açıklıyor. Ancak yoldaşlarına karşı kullandığı şiddeti unutuyor. Suriye’de işlediği adi suçları unutuyor. Bu suçlardan dolayı defalarca hapis yattığını unutuyor.

Şimdi insanın devrimci olması için eylemi ile söyleminin uyuşması gerekir. Mihraç’ta bu hiçbir dönem olmamıştır. Söyleminde ezilenlerin dostudur. Eyleminde yıllarca yoldaşlarını büyük devrim hayalleri ile kandırarak emeklerini sömürmüştür. Yani eyleminde ezendir. Söyleminde Kürt halkının büyük dostudur. Eyleminde başta Suriye’de en aşağılık koşullarda bir yaşama mahkum edilmiş Kürtler olmak üzere Kürt halkı için  parmağını dahi kımıldatmamıştır. Kürt halkını destekleyen yazılı bildirileri dışında hiçbir pratik eylemi yoktur. Söyleminde Barışçıl, demokratik mücadele savunur, eyleminde yoldaşlarına kurşun sıktırır. Kendisinden ayrılan her yoldaşı, ajan, işbirlikçi, hain ilan eder. Bilmez ki, bir gün birileri sorar, bre gafil bu kadar hain, işbirlikçi ajan arasında sen hangi yeteneğinle bu örgüte önder oldun. Bu yüzlerce hain neden müsaade ettiler bunu sorarlar bir gün sorarlar.

Bir şey daha sorayım. Geçenlerde baban vasıtasıyla hakkında son çıkan haberler dolayısıyla bir dava açtığını söylüyorsun. Bu haberleri yapanların imzaları haberin altında bulunuyor. Neden direk bu kişileri değil de, AKP’yi dava ettiğini zırvalıyorsun. Bu kişilere sordursana kimler bu haberleri servis etmiştir ve bu haberler en çok kime yaramıştır?

Şimdi sana tavsiyem eğer bu saha da gelecekte de var olmak istiyorsan, önce işlediğin suçların hesabını vereceksin, öz eleştirini yapacaksın, iddialarını devrimci örgütlerin içinde yer aldığı ve senin de onayladığın bir komisyon önünde ispat edeceksin. İspat edemezsen komisyonun vereceği karara razı olacaksın, senin suçladığın insanlar böyle bir komisyon önüne çıkmaya var olduğunu iddia ediyorlar, sen neden kaçıyorsun. Sana her türlü güvence verilecektir. Yeter ki, bir samimiyet ifadesi olarak bu önerilere cevap ver. Yok eğer ben sizi tanımıyorum, siz bir avuç hainsiniz, size verilecek hesabım yoktur diyorsan bunda da özgürsün. Ama biz de senin karabasanın olmada özgür olacağız. Tek isteğim hiç olmazsa kendin ile tutarlı davran. Bak herkes biliyor sen bu örgütün başına geçtiğin andan itibaren her alanda kendine bağlı, bilinçsiz, bu örgütü tanımayan, kapasitesi olmayan insanları örgüt yönetimi yapmaya çalıştın.  Esas olarak Hatay davası diye bir davası olan URUBA üyesi gibi davrandın. Hapishanelerde olan ve Hataylı olmayan birkaç arkadaşı, Avrupa’da olan bir iki kişiyi dışında tutarsak örgütün esas yönetimini, Suriye’de yaşayan Hatay’lılardan oluşturdun. Bu bilinçli bir seçimdi. Ama süreç içinde örgütü tasfiye ettin ve tüm mal varlığının üstüne oturdun. Uruba hareketi sevdalarından da vazgeçtin. Şimdi bir aile örgütü haline geldin. Artık Hataylılıkta, Arap ulusal azınlığının davası da senin davan değil. Senin yaptığın her şey sadece günü kurtarmaya yöneliktir. Sana defalarca sorduk, eğer Türkiye’de yaşayan Arap azınlığının kültürel, sosyal, siyasal haklarını savunan bir örgütlenme yaratmak istiyorsan bunu ilan et seni destekleyelim. Ama sen bunu da yapmıyorsun, ancak çetleşmelerinde Arap halkının sorunlarına değinebiliyorsun. Çünkü senin egemenlerle bir sorunun bulunmuyor. Sen kendinde egemenlerin safında yer almaktasın. Bütün handikabın, ezilenlerin safında gibi yazman, egemenler gibi yaşamandır. Bunu itiraf ediyorsun, ayrı varlık olduğunu söylüyorsun, aslında sen sadece devrim saflarında bulunan bir ayrık otusun, bizim işimiz ise ayrık otlarını tarlamızdan sökmek olacaktır.

Şimdi bir şeyin iyi bilinmesi gerekiyor. Mihraç dikkat ediniz Suriye’de iken Hatay Sorunu diye bir tez ortaya atmış ve Hatay’ın da tıpkı Kürdistan gibi ilhak edildiğini dile getirmiş ve bunu o dönem bu sahada bulunan örgütlere de kabul ettirmeye çalışmıştır. Yani onun sorunu Türkiye’de yaşayan Arap azınlığın hakları değil Hatay’ın  ilhakına son vermekti. Yani sığındığı ülkenin egemenlerinin istemlerinin tercümanı oluyordu. Ancak şimdi vatandaşı olduğu ülke Türkiye ile arayı düzünce bu söylemini de unutmuşa benziyor Mihraç. Şimdi ise Arap halkının hakları için girişim adı altında bazı işlere kalkıştığı izlenimi vererek, Türkiye’de yaşayan Arap azınlığı kandırmaya çalışıyor. Oysa Mihraç böylesi bir örgütlenme içine asla girmez, yaparsa böyle bir örgütlenme kendi dışında oluşur kaygısıyla doğmadan boğmaya çalışır. O böylesine büyük amaçların adamı hiç olmadı. Türlü dalaverelerle ele geçirdiği örgüt mal varlığı sayesinde yarattığı ekonomik gücünü korumaktır esas amacı. Bunu dışındaki her girişimi bu amaca hizmet eden araçlardır. Buna kendi yanında bugün bulundurduğu birkaç kişi de dahildir. Amacına vardığında bunları da bir paspas gibi çöpe atmaktan çekinmez. Bizden söylemesi. Kendisine rağmen bir güç haline gelenlerle, özellikle ekonomik güç haline gelenlerle de, bu gücü de ele geçirmek için ilişki kurmaktan geri durmaz. Bu durumdaki arkadaşları da uyarmış olayım. Dün size her türlü hakareti yaptığını unutmayın, sizinle ilişkiye geçtiğinde geçmişte yaptıklarını asla unutmayın.