Şuanda 157 konuk çevrimiçi
BugünBugün440
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8164
Bu ayBu ay8164
ToplamToplam10476588
mihrac ural, kıçında ihanet kılıçları... (1) PDF Yazdır e-Posta


MİHRAC URAL, KIÇINDA  İHANET  KILIÇLARINI  SAKLAYAN  ÇAKMA  SEKRETER (1)

Nebil Rahuma ve Ali Çakmaklı yoldaşlar, bundan otuz sene önce ardarda öldülürdüler. Devletin resmi güçleri ya da  sivil faşistler tarafından öldürülmediler. ‘’Yoldaş’’ olduklarını zannettikleri insanlar tarafından planlı bir şekilde pusu kurularak öldürüldüler. Ali Çakmaklı, evinin önünde kurşunlanırken, Nebil Rahuma, bir taşın üzerine oturtuldu ve arkasından, kafasına sıkılarak katledildi.

12 eylül faşizminin daha ilk günlerinde öldürüldüler. Her ikisi de, Kenan Evren’in kolluk güçleri tarafından aranıyordu. Onlar, kendilerini vur emriyle arayanlardan sakınırken, sırtlarını döndükleri sözde ‘’yoldaş’’ları tarafından kurşunlandılar.

Bunun adı ‘’ sol içi cinayet’’midir? Hayır, Bunun adı, ‘’sol içi cinnet’’ olmalı. Sol içi cinnetin figüranlarını tanır mısınız? Hepsi de aramızda dolaşıyor. Bugün bile bunların bazıları ’’ ben lider sekreterim’’ diyebiliyor. Liderlik, sekreterlik kisvesi arkasında yediği herzelerin biri bin parça olmasına ragmen, o bildiğinden şaşmamaya mahkum olduğunun farkında.  Çevrenizde, tanıdığınız bu ve benzeri tiplere dikkat ediniz.  Yeteneksiz ve çapsız olduklarını göreceksiniz. Kişiliklerini yakından öğrenme fırsatınız olursa eğer; kendilerine güvenleri olmadığı gibi, kimseye de güvenmeyen, herkese ve her şeye kuşkuyla bakan, ürkek tipler olduklarını fark edeceksiniz. Üstlendikleri misyon ile nesnel gerçeklikleri arasındaki büyük uçurumun farkına varacaksınız.  Sözleri ile özleri  arasındaki derin çelişkiye tanık olacaksınız.

Kaba bir anlatımla, beyin özürlü bir beden’le az gelişmiş kişiliğin iç içe geçerek, uyum içinde nasıl çalıştıgına ve sol adına, sola karşı sinsice nasıl da cephe aldıklarını şaşkınlıkla seyredeceksiniz.

Ortak özellikleri, tahminimizin de üzerindedir. Sosyal yaşamda, panik atak halindedirler. Kuşku ve güvensizlik, günlük yaşamlarının belirgin özellikleridir. Siyasal yaşamlarında, ‘’çok şeyi isteyenlerin pek çok şeye katlanmak zorunda oldukları’’ gerçeğini fark edemeyecek kadar, sığ bir kültür düzeyinin ötesine geçebilme şansları olmamıştır.  Çağdaş düşünme, olaylar karşısında soğukkanlı duruş, mümkün olduğunca geniş bir perspektiften bakarak değerlendirme -  yorumlama yoksundurlar.

Mahmut Makal okuyucusu olmanın ötesine geçmemeleri gerekirken, ‘’Marksizm-Leninizm’’ ideolojisini rehber(!) edinmiş olma talihsizliğine soyunmuş olmaları; hem kendi geleceklerini kararttı, hem de, çok daha büyük bir aşınmanın sanıkları olmalarına neden oldu.

Bugün, sol ve solcudan uzak duruşun nedenlerinden bir tanesi ve belki de en önemlisi, sol içi cinnetin tetikleyicileri olan bu tiplerdir.

Günümüzde, hemen herkes, sol içi cinayeti kınar, sol içi cinnet dönemini onamaz, yadsır ve ‘’keşke olmasaydı’’ der. Der ve geçer. Üstünde durmaz ve’’ yasak savma’’ olarak öylesine tepki(!) gösterir. Ötesini konuşmaz, genel geçer beylik sözlerin dışına çıkmaz, çıkamaz.  Cinayetin asıl faili,’’ bu bizim iç meselemiz’’derken, cinayetin görü tanıkları kem küm eder ve sonuçta aynı şeyi söylerler,‘’bu sizin iç meseleniz’’ derler.  Sol içi cinayetler bu nedenle bitmez.  Bitmesi, bitirilmesi için samimiyetle üzerine gidilmediği için bitmez. Sol içi yada örgüt içi cinayetin faillerinden, faillerine göz kırpanlardan hesap sorulmadığı için bitmez. Hesap sormaya kalkanlara, ‘’ yapmayın, etmeyin, burjuvazinin ekmeğine yağ mı sürelim’’ denildiği için bitmez...

Beşikten mezara kadar şiddet kültürü ile yoğurulmuş bir toplumun bireyleri olan solculuğumuzun; içersinde çıkıp geldiği toplumsal değer yargılarını, sınıf bilinci temelinde reddederek yadsıyabilmenin ideolojik alt yapısını içselleştirememiş olması, ortaya çıkan paradoksun asıl nedenidir.

Ülkemiz  solculuğu bu anlamıyla üst üste sınıfta kalmış ve ‘’belgeli’’ duruma düşmüştür.

Bizim solculuğumuzun ana özelliklerini belirleyen, toplumsal değer yargılarımızın bizatihi kendisidir. Devrimci mücadelenin doruklarda seyrettiği dönemde bile, toplumsal değer yargılarının ötesine geçerek onu reddeden ve yeni bir anlayışı ikame edebilecek ciddi bir çabanın, devrimci örgüt militanlarını bile sarsıcı etkisi yaratılamamıştır.

Ülkemiz solculuğunun, silahlı yada silahsız illegal örgütleri, 12 Eylül ve sonrası gelişmeler ( SSCB ve sosyalist blokun dağılması) karşısında hızla gerileyerek daraldı ve  bir çoğu,  daralmakla da kalmayıp, fiziki olarak politik arenanın dışarısına savrularak yok olma sürecine girdi.

Bu ve benzeri örgüt militanlarının önemli bir bölümü, daha düne kadar ‘’zor yoluyla değiştireceğiz’’ dedikleri  mevcut düzenin tüm olumsuzluklarını  bir çırpıda içselleştirerek şaşılacak çabuklukta uyum(!) sağlayarak aynı kararlılıkla(!) karşı cepheden yollarına devam ettiler. Hal böyle olunca, yeniden başa dönmek ve geçmişten günümüze nerede ne tür hatalar yaptık, bunlara bakmamız gerekiyorken, sorun yok sayılmış ve üzerinde samimiyetle durulmamıştır.

THKP-C(ACİLCİLER) in  kendi içlerinde başlattıkları  hesaplaşma sürecinde, baz olarak aldıkları hareket noktası tam da burası oluyor.

Çok iyi biliyoruz. Daralma ve yok olma sürecine girilmesiyle birlikte başlayan tedirginlik, yeni dönemi kavrama yetisine sahip olmayan sözüm ona eski dönemin bir kısım ‘’yöneticileri’’ni rahatsız etti.

Bizim (Acilciler) açımızdan, adı geçen rahatsızlığın baş aktörü Mihrac Ural olduğu için oklarımızın sivri ucunu ona çeviriyoruz.

12 eylül süreciyle birlikte, İllegalitenin gizemliliği aralanmış; militanlar, taraftarlar ve yöneticiler arasındaki duvar yıkılmıştı. Hapishane ve özelliklede yurt dışı serüveni, eski dönemin ulaşılamaz(!) sanılan militan ve yöneticilerini,  sokak ortasında, sempatizan ve kitle ilişkileriyle karşı karşıya getirerek baş başa bıraktı.  Karşılaşmanın, birlikteliği sıklaştırması gerekirken, kopuşmanın ve kaçışın daha da artmasına neden olması yukarda sıraladığım etkenlerin çıplak gözle görülebilmesinin doğal  sonucu olmuştur.

12 Eylül öncesi dönemde, ‘’bu bizim iç meselemiz’’ denilerek büyümeden üstü örtülebilen sorunların, yeni dönemde kolay kolay üstlerinin örtülemeyeceği ve sorgulanarak, nedenlerinin ortaya konulması  gerektiği sonucunu doğurdu.

‘Ben yaptım oldu’, ‘biz yaptık oldu’ anlayışı yıkılmış, sorgulama, karşı çıkma ve reddetme dönemi başlamıştı. 

THKP-C( ACİLCİLER) örgütü, yeni dönemde bu sınavı verebilen örgütler açısından en ön sıradadır.

12 Eylül sonrası, solda yaşanan, daralma, dağılma ve yok oluş sürecinde, Bir kısım örgütlerin militan kadro ve yöneticileri, sürecin işleyişinde edilgen, pasif  ve ‘aman sendeci’ bir rol oynadılar. Örgütsel varlıklarının yok oluşu ve bu yok oluşa neden olan etkenlerin sebep ve sonuçlarına   ilgisiz kaldılar.

THKP-C ( ACİLCİLER) militanları böyle davranmıştır. Örgütsel yapılarının likide edilmesine karşı defalarca karşı çıkarak tepki göstermişlerdir. Aradan geçen 30 seneye rağmen, bu süreç devam etmektedir.

Acilciler, 12 eylül ile birlikte, Ortadoğu’nun kimi olanaklarıyla, Eylül sürecinin örgütsel yapıda yol açtığı tahribatları kısa sürede bertaraf edebilme ve toparlanma dinamiğini yakalamış olmalarına karşın, 1976 dan beri İçersine sızmış olan Mihrac Ural virüsünün, süreci, kendi kişisel çıkarları adına kullanma girişimini ta başından itibaren fark ederek, itiraz etme ve karşı çıkarak tavır alarak, örgütlerinin likide edilme sürecine seyirci kalmamış ve tepki göstermişlerdir.

Müntecep Kesici ismi, bu sürece itirazın ilk adıdır.

Müntecep Kesici, Mihrac Ural virüsünün, örgütsel yapımızı niteliksel olarak değiştirerek, Suriye muhaberatı adına taşeronlaştırma   çabasına karşı duruşun bedelini kendi canıyla ödemiş, Mihrac Ural tarafından katledilmiştir.

Günay Karaca, bu gidişe karşı olmuş ve kıl payı ölümden kurtulmuştur. ‘’Sınırı geçirir geçirmez kafasına bir kurşun sık’’ denilmesine rağmen, Günay Karacayı çok seven ‘’katil adayı’’(!) yoldaşı tarafından  öldürülmemiştir.

Örgütsel yapılarının likidasyonuna engel olamamış olsalar bile, sürece seyirci kalmayarak aradan geçen 30 seneye rağmen hesap soruyor olmamızın tetikleyicileri olmuşlardır.

Likidasyonun başarısızlığı, Suriye’nin konumu ve içimizdeki Mihrac Ural virüsünün gerçek yüzünün geç fark edilmesiyle ve örgütün asıl kadrolarının cezaevlerinde olmalarıyla ilgilidir.

THKP-C( ACİLCİLER) örgütümüzün, 1981’den başlamak üzere 1988 tarihine kadar devam eden likidasyon sürecinde Mihrac Ural virüsünün fark edilmesine karşın bünyeyi tahrip etmesinin önüne geçilememiş olmasını, onun, Acilciler örgütüne ayak basar basmaz üzerinde taşıdığı ‘’ihanet kılıçları’’nı kıç’ında saklamasıyla izah edecegim.  

Bu yazının(2. bölüm) konusu bununla ilgili olacaktır.