Şuanda 308 konuk çevrimiçi
BugünBugün541
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8265
Bu ayBu ay8265
ToplamToplam10476689
bir soytarıyla polemik... PDF Yazdır e-Posta


Gerçekte bu tür polemiklere girmek benim tarzım değildir.

Engin’e ve Mihraç’a geçen yıl kafamı bozmayın, adamı delirtmeyin diye gönderdiğim bir iletide bunu vurgulamıştım.

Her dilden anladığımı ama bu dilleri kullanmak istemediğimi aynı iletide belirtmiştim.

Beni farklı dillerde konuşmaya zorlamayın diye ilave etmiştim.

Bu iletiyi her iki tarafa da tek bir ileti halinde gönderdim.

O iletide taraf olmak istemediğimi kesin ve sert bir biçimde belirtmiş, polemikten uzak durmak istediğimi söylemiştim.

O zaman Mihrac’ın bana verdiği yanıt “Teşekkür ederim ..” olmuştu.

(Bu ileti ve yanıtları eminim ki herkeste durmaktadır.)

Nebil’in devrimci çalışmalarını anlatabilmek, yattığı mezarı bulmak o günün en önemli göreviydi.

Kişilerden çok, Nebil merkezli bir çalışma içindeydik.

O nedenle gerek “Nebil’in yakalanmaları” gerek “Adana ABD Konsolosluğu eylemi”yazılarında kişi adı verilmeden genel geçer açıklamalarla ( Kişi yerine Güney Bölgesi) kelimeler kullanılmaktaydı.(Oysa bu isimler ve tavırlar yıllar öncesinden yüz yüze konuşmalarda geçiyordu).

Ancak süreç içinde olaylar farklı gelişti.

Nebil’in yattığı mezarlığın bulunmasıyla birlikte Nebil’in siyasi malzeme yapılmaya çalışılması, (Nebil’i Antakya’ya getirme çabaları) bu noktada Hasan Balcıoğlu’nun doğru tavrı sonucu yaşananlar Nebil’in tarafında olmamı gerektirdi. Nebil’le konuşmalarımızı açıklamak zorunda kaldım. Susamazdım. Aksi halde Nebil’in tüm yaşadıkları, yaptıkları anlamsızlaşacaktı.

Gerçekleri söylemeye başlamamla birlikte o güne kadar dürüst, iyi olan(sen ister söyle ister söyleme ben yinede seni seviyorum* “Nebil ile Mihrac’ın arasına kimse giremez” demem isteniyordu) ben, birden bire her türlü hakaretle anılmaya başladım.

Tarzımı bozmamaya çalışarak, Nebil merkezli yazılarıma yeri geldikçe ve yapılan sataşmalara yanıt vermeye çalıştım.

Durup dururken hiçbir yazı yazmadım.

 Sadece özel günlerde ve durumlarda (Nebil’in doğum veya ölüm günlerinde, adıma yapılan sataşmalarda, “Onur”lu geçmişten bahsedenlerin karşısında Nebil’in etik ve devrimci tavırlarının ne olduğunu anlatmak için) yazma gereği duydum ve yazdım.

Kimi sataşmalarına yanıt vermek istemedim.

Ben ne dersem diyeyim yalan ve iftira olarak bana geri geleceğini bildiğim için zaman zaman sustum. 

Ama gerçekler can acıtır.

Anlattıklarım da gerçektir.

Herkes hata yapabilir.

Önemli olan bunu fark edip bu hatadan dönmektir.

Ama tam tersi yapılmaktadır.

CHE şöyle der; “Hata bir kez yapılır, aynı hata ikinci kez de yapılabilir ama aynı hata üçüncü kez yapılırsa bu soytarılıktır.” 

Şimdi CHEnin deyimiyle bir soytarıyla anladığı dilden konuşmanın vakti gelmiş geçmektedir. 

Hep sabrettim.

Ancak sabrında bir sonu vardır.

Yaptığı hakaretleri aynen iade ediyorum.

 

Bu gün yine bir şeyler yazmış. 

Yazıya daha başlarken;

"Onun için uzun zaman önce hazırladığım derli toplu bir yazı duruyor. Bir dostuma da okuttum. Ama adam o kadar değersiz ki yayınlamayı gereksiz gördüm. Ancak bu yazı bir anı ve bir tarih olması nedeniyle yöneltilen her eleştiriyi ele almamı gerektiriyor. Eleştirenin kişiliği değil, yazının içerdiği mesaj bunu hak eder. "

diyerek şunu ima ediyor: Bak! hakkında dosya düzenledim. Sesini kes! Yoksa yayınlarım...  

 Malum, kim bilir neler yumurtlamıştır, herkes hakkında dosya hazırlıyor ya… 

“Ahmet ZUBARİ’nin anlattığı Sümerlerdeki motosiklet olayı Türkeş’in Antakya ya gelişinde olmamıştır. Bu olay 1976 sonbaharında olmuştur. Olayın hemen akabinde Sümerlerdeki kahvehaneye kavgaya gidenler arasında ben de vardım. Söz konusu olayda kahvehanenin camları kırılmıştır. Bizlerin devrimci olduğumuz, bölge halkı tarafından anlaşılınca, karşılıklı özür dilenerek barışılmıştır. Bu olayı 2008 Ekim ayında Antakya ya gittiğimde Ahmet ile konuşmuş, motoru sakladığı yeri bana göstermiştir.”

demiştim.

Ahmet Zubari (Nebilin ablasının oğlu, Nebil'in akranıdır) ağzından yaptığı açıklamaya yanıt: YOK ! 

Hadi durma; Ahmet Zubari’ye telefon et, seni onaylasın.

Tehdit et.

Yoksa O’nun hakkında da mı dosya hazırlayacaksın?

1976 yılında yaşanan bir olayı 1977 yılında yaşanmış gibi nasılda anlatmaya çalışıyorsun. Ahmet, anlattıkça sen diğer parçaları kafanda birleştiriyorsun ya…

Ahmet ne yapsın, ne desin adamcağız?

 

A.Ç. dediği kişinin kim olduğunu anlamamıştım.

Ama bu günkü yazısında "A.Ç yoldaşın baba evi eylemin konacağı yere çok yakındı. Ancak o kesitte çok genç olmasından dolayı bu görev direk ona tevdi edilmemiştir.."

dediğinde kim olduğunu anladım.

Uğur GÜR ve Nebil RAHUMA yazısında Asi nehri kıyısında kaldığım evin A.Ç'ya ait olduğunu yazmıştım.( 1977 yılının ilk aylarında Altunaylar bakkaliyesinin hemen yanındaki boş arsayla sınırı olan apartmanın arkasındaki briketten yapılmış tek odalı asi nehrine bakan A…..  Ç…. ya ait evde kalmaya başladım. )

Adam yazıyı okuyunca hemen işin içine A. Ç'yı dahil etti!!!

Gerçeği arıyor ya…

Söz konusu olay yeri Asi nehrindeki bu evdi…

 Ahmet Zubari olayında olduğu gibi, benim yazıyı okudukça parçaları kafasında hemen birleştiriyor. Yani uyduruyor… 

 “Orada görevli olanlardan A.Ç. bu satırları yazarken olayı bir kez o noktadan anlatmasını istedim. 31 yıl sonra görevli dışında hangi insanların aynı yerde olduğu konusunda hatalı bir isimlendirme yapmak istemedim.  

A.Ç. olayı “ Z.Ş adlı ve S kod adlı kişiler ve kız arkadaşı vardı, bir gece önceden olacaklar için hazırlandık. Her şey döşenmiş piller bağlanmış fotoğraf flaşıyla patlatılacak fünyenin elektrik devresi tamamlanmıştı. Teller çok uzundu. 30 m civarında olmalıydı. Her şeyden emindik, elektrik devresini kapatmaktan başka bir sorunumuz kalmamıştı" diye anlattı.... 

...A.Ç bu bölümü şöyle aktardı “Arkadaşlar sonuç almayınca, yanlarına indim, bir de ben deneyim diye bir kez daha devreyi kapattım, telleri birbirine değirdim. Ama sonuç aynıydı” 

A.Ç. bırakın olayda yer almasını, söz konusu olayı ne duymuştur ne de bir bilgisi vardır.

 Diyelim ki soytarının söyledikleri doğru, A.Ç. orada görevliydi.

(Soytarı dedim diye sinirlenme hemen, birazdan okuduklarına pay ver, çünkü mosmor olacaksın…) 

A.Ç. ya birkaç soru:

1-Teller (doğrusu Kablo olmalıydı) çok uzundu diyorsun, 30 metre mi yoksa 100 metre mi?

2-Türkeş Antakya’ya nasıl ve saat kaçta girdi?

3- Türkeş Antakya’ya girdikten sonra “S” bir şeyler yapmıştı. “S” ne yaptı?

4-Bu olayda herhalde bir silah vardı? Varsa kimdeydi? Bu kadar ciddi bir olayda küçük bir silah olamaz. Yoksa küçük bir silah mıydı?  Markası neydi?

5- Telleri birbirine değdirdim diyorsun, iyi düşün! telleri birbirine mi değdirdin? Yoksa başka bir şey mi yaptın. Olay o kadar büyük ve önemli ki unutman pek mümkün değil ama ben makul bir insanım, üzerinden 31 yıl geçmiş, yanılabilirsin, bunu mazur görürüm.

6- S’ nin kız arkadaşı vardı diyorsun. Olay kaç aşamalıydı ve hangi aşamasında vardı?

 Şimdilik bu soruları soruyorum.

Sanırım olay yerinde olduğuna göre ve üstelik sonuç alınamayınca olaya müdahale ettiğine göre, bu soruların yanıtını vermek senin için çocuk oyuncağıdır, zor olmasa gerek.

Önce bu sorulara yanıt ver, daha sonra senden detaya ait başka sorularımda olacak. (Sonradan soracağım sorular daha zor olacak.)

Ondan sonra tüm detayları anlatacağım.

Kaçmak yok! Kaçarsanız sonuna kadar kovalarım.

 

A.Ç. ne yapsın ne desin çocukcağız. Olayın içinde yok ama?

Açın! Açın!

Acil Tarihinde A.Ç.ya  yer Açın!

Bu onuru ölene kadar göğsünde bir madalya gibi taşısın.

Ayıp ayıp olaydaki ikinci kişi ağzını açıp bir şey demiyor, mütevazi davranıyor.

Bu ikinci kişiye ulaşamıyorum deme sakın!

En son ben 2008 de Antakya ya gittiğimde yüz yüze konuştum.

Daha sonra 2009 Mart sonunda, M.Yavuz’ la MSN ’de benim evimde görüştüler.

Yavuz’da adresi var… 

Hazretleri buyurmuşlar; 

“Ölü konuşturucusunun bir özelliğidir, kemiksiz cümleler, sinsice yalan bilgi aktarımları onun işidir. Yazıda adı geçenlerin sözlerini “adları yazılan kişiler adına yapılan açıklamalar” diye ifade etmiş. Oysa kolayı vardı; bu kişilere direk sorarak gerçek öğrenilebilinirdi. Ama adamın ahlakı bu. Ölü konuşturucusu hep bunu yapmıştır. Eylemlerden söz etmiş, ama eylemi yapanlara sormamıştır. Ölüyü konuşturmuştur, ama olayının içinde olanları ötelemiştir. Bu bir ahlaksızlıktır. “

 Be soytarı, A.Ç. bu eylemde miydi ki açıp soraydım.

Evet haklısın!

“Bu bir ahlaksızlıktır”.

 lafını aynen iade ediyorum.

 Hazretleri buyurmuşlar;

 “Daha önce özel olarak yazdım, bir daha özetle belirteyim, Antakya gerçeğinde, örgütün imzasını taşıyan, istisnasız hiçbir eylem, hiçbir grev dağılımı, hiçbir yayın, bildiri, duvar yazıları, afiş yapıştırma, miting, işçi grevi, sendika çalışması, dernek kuruluş ve faaliyetleri, mevzilenme, her yönüyle eğitim Mihrac Ural’ın bilgisi, oluru olmadan yapılmamıştır, yapılamazdı da. Tersini söyleyecek kişinin anlını karışlarım.”

diye.                                   

Öyle mi? Ben tersini söylüyorum.  

Şimdi sana soruyorum. 

Her eylemi planladın ya… söyle bakalım;

 “Türkeş eylemi, S kod adlı ölü konuşturucusunu her açıdan çok aşan bir eylem. O ne bu eylemin hazırlığında, ne de karar alımında herhangi bir şeydir. Ona görev verilmiştir hepsi bu kadar. Diğer görevliler ve görev yerleri ve ortaya koydukları etkinlikleri bilmiyorsa ki çok doğaldır, bu da işimizi çok iyi yaptığımıza bir göstergedir.”

diyorsun ya,

Bu olay nasıl ve kaç değişik şekilde planlanmıştı?(Sorum bu değil.)

Ben hemen söyleyeyim,  A planı B planı C planı vardı.

Soru: Bu planlar nelerdi? Bu planlardan birisi gerçekleştirilemedi. (Diğeri anlatmaya çalıştığın olaydı)

Soru: Nedeni neydi? Bu planı ben ve ikinci kişi hayata geçirmeye çalışırken A.Ç.nın akrabası (Sana bir ipucu vereyim, sınıf arkadaşım) E.Ç. ve ortak arkadaşımız N.S.(Bu kişide sınıf arkadaşımdır DY den yıllarca yatmış, abisi öldürülmüştür) bizi görmüştür, olayın tanıklarıdır. Onların olayı görmesi özerine bu plandan vazgeçilmiştir. Bu olaydan sonra senin anlatmaya çalıştığın (bildiğin değil) olay oldu. Hani sen eyleme katılanları araştırıyorsun ya… M.Yavuz yukarıda da yazdım, seni görüştürsün. 

 Şimdi değineceğim olayı kesinlikle en ince ayrıntısına kadar sen planlamış olabilirsin(!) iyi dinle.

Ölü konuşturmak hiç değil.

Olay içindekiler halen sağ, yani eti ile kemiği ile capcanlı.

Ama ne yazık ki bu olayı sen yeni duyuyorsun…

 Soru: MSP Genel Başkanı aynı seçimlerde Antakya’ya gelmiştir.

O gün ne olduğunu biliyor musun?

Bilmen mümkün değil.

Canlı tanıkta var.

Ölü falan değil.

Olayda iki kişiydik.

Hemen hiç durma Mehmet Yavuz’a sor.

Bilmiyorum derse Y.Ö.yü arasın M.Y. de tlf. var, öğrensin sonrada sana anlatsın.

Ben Y.Ö.ye soracağım seni M.Y. aradı mı, aradıysa ne için aradı diye. 

Bu sorulara yanıt vermezsen yanıtlarını ben vereceğim.

MSP olayını da açıklayacağım.

Hemde canlı tanıklar göstererek. 

“S kod adlı ölü konuşturucusunu her açıdan çok aşan bir eylem.”

“…ortaya koydukları etkinlikleri bilmiyorsa ki çok doğaldır…”

diyorsun ya, aslında senin dünyadan haberin yok. 

Daha bitmedi, önce yanıtları bir görelim.

Hoş, bu soruların yanıtlarını bilmiyorsun ki veresin.

Biliyorum, sadece ben değil herkes biliyor, yanıt yerine küfür edip yalanları sıralayacaksın.

Ama artık kimse yemiyor. 

Hani yukarıdaki parağrafta her şeyi bilir tavırların, yüksekten atıp tutmaların?

Kiminle dans ettiğini bileceksin.

Ben adamın alnın işte böyle karışlatırım. 

Hadi! şimdi uydurma dosyalarını çıkart.

Soytarı