Şuanda 178 konuk çevrimiçi
BugünBugün453
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8177
Bu ayBu ay8177
ToplamToplam10476601
Nebil üzerinden çarpıtma saygısızlığı.. PDF Yazdır e-Posta


Mehmet Yavuz, Bu bana yeter… yazısına atfen NOTLAR başlıklı yeni bir yazı yazmış.

Ancak notları doğruları içermiyor.

Karıştırıyor.

Yanılıyor.

Ben, karıştırıyor veya yanılıyor olsaydım bunu tüm kalbimle ve içtenliğimle söylüyorum, kabul eder ve özür dilerdim.

Kendisinden de aynı tavrı göstermesini beklerim.

Mehmet Yavuz yanılıyor.

Hemen açıklayayım;

 

1- 26 Aralık 1978 Salı günü Nebil’i ziyaret amaçlı Sağmalcılara gittim.

    O gün Sağmalcılardan 5 kişi çöp arabasında firar etmişti.

    Bu nedenle içeride sayım vardı ve görüş yapılmadı.

    Her Salı günü görüş vardı.

    Bir hafta solcuların, diğer hafta sağcıların görüşü vardı.

    Eğer o gün görüş olmazsa, bir dahaki görüş, 15 gün sonra olacaktı.

    Oysa Anadolu’nun yakın uzak, birçok ilinden gelenler; analar, babalar, eşler, çocuklar vardı.

    Dışarıda bu kalabalık gurup toplanmış tepkilerini dile getiriyordu.

    Bu kalabalık arasında Berma GÜRDİL’de vardı.

    Cezaevi savcısı ile Belma, görüşmeler yaparak öğleden sonra görüş için söz aldı.

    Nitekim içeride sayım yapıldı ve öğleden sonra görüş başladı.

    Tacettin’i de sabah dışarıda beklerken gördüm.

    Kısa bir konuşmamız oldu.

    Belma ile hiç konuşmadım.

    Yavuz’un iddia ettiği gibi Tacettin,  görüş kabinine birkaç kez girmedi.

    Sadece bir kez Tacettin, bir kez de Ziya görüş kabinine girdi.

    Her ikisi de daha önce yazdığım gibi çok kısa bir süre içerde kaldılar.

    Nebil ile görüş bitene kadar görüştük.

    Nebil, ziyaret kabinlerinden ikisinin kendilerine ait olduğunu, kendilerinden başka hiç kimsenin bu kabinlere giremeyeceğini söylemişti. 

   Tutuklu ve mahkûmların yani Nebil’in bulunduğu tarafa birçok girip çıkanlar oldu.

   Filistinliler, İbrahim Yalçın, Nebil’den sigara almak için gelenler, Tacettin ve Ziya’nın görüşme taleplerini Nebil’e ileten kişiler girip çıkıyordu.

   Ancak ziyaretçiler tarafında Yavuz’un dediği gibi  “Görüş kabinine sürekli girip çıkanlar ..” olmadı.

   Tam tersine Nebil tarafında hareketlilik vardı.

    Belma Gürdil Nebil ile hiç görüşmedi.

    Nebil o gün 3 kişi ile görüştü.

    Ben, Ziya ve Tacettin.

    Ziya ve Tacettin’le görüşürken ben kabin dışına çıktım ve ne konuştukları konusunda bilgi sahibi değilim.

    Bu iki kişinin görüştüğü kısa süreler dışında, görüş sonuna kadar benimle görüştü.

    Yaklaşık 3.5 – 4 saat kadar.

    15-16 aydır görüşmemiştik.(En son 1977 Eylül de Adana’da görüşmüştük)

    Bu süre içinde başından geçenleri anlatı.

    Aynı şekilde bende bu süre içinde yaşadıklarımı anlattım.

    Birçok konuda düşüncelerimizi karşılıklı konuştuk.

    Bu konuları tek tek yazabilirim.

 

  Yavuz!

   Nebil’in her iki yakalanmasının nasıl olduğunu, sana anlatırken isim vermediğimi söylüyorsun.

    Bir hatırlatma yapayım; Mihraç beni telefonda aradıktan birkaç saat sonra, tesadüf sen beni aradın.

    O zamanlar günde birkaç defa görüşüyorduk.

    Ben o arada bir taksideydim.

    Mihrac’la konuşmamı sana anlattım.

    Sen bana “pusulaları kimin gönderdiğini söyledin mi? “ diye sorduğunda bende “Evet yüzüne karşı söyledim, şimdi taksideyim eve gelince anlatırım” dedim ve bu konuşmayı sana da anlattım.

   Benim üzüntüm ve kızgınlığım seninle bunları defalarca konuştuğum ve açık açık anlatmama rağmen senin bu konuşmaları inkâr etmen ve saptırman.

 

 

2- Gelelim Ankara’ya dinamit götürme işine…

 

    ÖZGÜR MEDYA’daki yazılarıma bir bakıver…

  

    Dinamitleri Ankara’ya mı İstanbul’a mı götür müşüm?

    1977 Ocak ayında Rıza yakalanmadan birkaç gün önce Rıza’ya bir bavul götürdüm.

    Ama senin iddia ettiğin gibi dinamit falan değildi.

    Tanığım bak kim?

    Ne götürdüğümü Mihrac’a sor.

    Mihrac bana tanıklık yapmazsa,  Enginin sitesinde Öner’e yazdığım yanıtı oku.

  

    Ayrıca götürdüğüm her ne ise Ömür Apartmanına götürmedim.

    Alidede sokak Bahar Apartmanı No: 28/1 adresine götürdüm.

    Aşağıayrancıdadır.

    Hatırlatayım.

    Bu evi sende iyi bilirsin.

    Bu adres Üniversite sınavları için gittiğin Ankara’da senin ve diğerlerinin Rıza ile oturup eğitim çalışması yaptığın evdir.

    Hani Rıza’nın silah çektiği ev.

    Diğer bir anlatımla bu ev Lütfi KILIÇLAR’ın öğrenci evidir.

  

    Ömür apartmanı ise Ömür sokaktadır.

    Yukarıayrancıdadır.

    Rıza ve Ömür, Ömür sokakta Ömür Apartmanında otururdu.

  

 

Yani gerçek senin anlattığın gibi değil;

 

“Ankara'ya dinamit götürme ve dönüşe ilişkin olay da Erkan tarafından anlatılmıştı bana. Erkan; bir çanta ile Ankara'ya gittiğini, çantayı Ömür apartmanına bırakıp sonra aldığını, boş çanta ile OTOGARA gelip otobüse bineceği sırada iki sivil polisin yanına gelerek çantada ne olduğunu sorduklarını, kendisinin çantanın boş olduğunu söylediğini, bunun üzerine polislerin çantayı açtıklarını, çanta açıldığı zaman içinden ağır bir dinamit kokusunun yayıldığını, bu nedenle yakalanma endişesine kapıldığını ama polislerin bu kokuya rağmen çantayı tekrar kapatıp kendisine dönerek;-'' Ne getirdin, ne götürüyorsun ? '' diye sorduklarını söylemişti.”

 

“Ama şimdi dinamit götürmedim diyor. Doğru olabilir. Ben Erkan'ın yalancısıyım”

 

Yukarıda anlatmaya çalıştığın olay 1977 Ağustos ayında İstanbul’da olmuştur.

Ankara değil.

 Özgür Medyayı okuduğunda Ankara mı, İstanbul mu, 1977 Ocak ayı mı, 1977 Ağustos ayı mı olduğunu görürsün.

 

Yavuz!

 

Okuduğunu dahi doğru dürüst anlayamıyorsun.

Ben, “Bu bana yeter..” başlıklı önceki yazımda “Ama şimdi dinamit götürmedim diyorsun” gibi bir cümle kurmadım.

 

Ben “Ama şimdi dinamit götürmedim diyor.” demedim,

 

Ben “Ben ANKARA’ya valiz dolusu dinamit götürmedim” dedim.

 

Aç yazıyı tekrar oku.

Aksini iddia edebilirsin.

Ben senin yalancınım.

Ama hayır haklısın, sen benim yalancımsın.

Ben de her defasında seni düzeltmek zorunda kalıyorum.

 Tıpkı senin “Nebil, Tacettin’inle yoğun görüşmeler yaparken arada Erkan’la 10-15 dk. görüştüğünü” iddia ettiğin ve Taş Ocağı olayının 1978 de değil 1977 de olduğu ve benzerleri gibi.

Lütfen artık beni bu zahmete sokma, bıkkınlık geldi artık…

Anlatılanları karıştırdığını düşünmek istiyorum.

Bilinçli bir saptırma ise bu çok vahim bir durum.

Takip olayını bilerek saptırmıyorsundur, umarım.

Bu olay, 1977 Ağustos ayında oldu, yani 19 Ağustos 1977 darbesinden hemen birkaç gün önce oldu…

 

 

Tekrar ediyorum;

Ankara’ya bavulla dinamit götürmedim.

 

 

3- Hani sen diyordun ya Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekir diye,

 

 % 100 katılıyorum.

 

“Erkan, 1977 yılında Nebil, Ali ve Engin'le birlikte İstanbul'a gidip döndükten sonra Nebil'in ağzından şu bilgiyi vermişti:

-'' Örgüt içinde Engin'e karşı büyük bir öfke var. Engin, kendisinin teorisyen olduğunu söyleyerek eylemlere katılmıyor. Eyleme katılan kadro ise, askeri ve teorik önderliğin bir olduğunu ileri sürerek Engin'in de silahlı eylemlere katılmasını istiyor.''

Anlatanın hatırasına saygı, unutmamayı gerektirir.”

 

Evet, bak bu dediklerimi tamimiyle doğru anlamışsın, BU KELİMELERLE olmasa bile anlamışsın.

(Literatür konusunda hatalı olsa da..

Anlatmaya çalıştığın Askeri ve Politik Liderliğin Birliği’dir. Aynı eleştiri Mihrac’a da yapılmıştı.)

Gerçektende Nebil bana Yavuz’un aktarmaya çalıştıklarını söyledi.

Yıl 1977 Ağustos ayıydı.

Henüz Ağustos darbesi olmamıştı.

Cihangir’deki evde 15 gün kadar birlikte kaldık.

Aynı evde Ali Sönmez de vardı.

Haydar ve Muharrem yaralanmışlardı.

Her ikisi de İstanbul eylem kadrosundaydılar.

Muharrem elinden yaralıydı ve yakalanmamıştı.

Haydar ise belinin arka kısmına aldığı bir kurşun yarası ile Cerrahpaşa Hastanesinde yatıyordu.

Eylem kadrosunda oluşan boşluk bu eleştirileri gündeme getirmişti.

Benim Antakya’dan İstanbul’a gitme nedenim bu boşluktu.

Ancak ben İstanbul’da hiçbir eyleme girmeden Antakya’ya geri gönderildim.

Nebil şunları da söyledi; Engin’e durum iletiliyor, o da benim için “arkadaşı gönderin sonra konuşuruz” diyor.

Yavuz’un anlatmaya çalıştığı bavul olayı da Antakya ya dönmek üzere geldiğim İstanbul otogarında oldu.

İstanbul’da bulunduğum sırada hepimizin uzaktan teleobjektiflerle fotograflarımız çekilmişti.

Bu fotoğrafları Nebil (Ağustos darbesinden kurtulmuştu) 1978 de ilk yakalandığında emniyette kendisine gösterildiğini Sağmalcılardaki görüşte bana anlattı. 

Bu fotografların detaylarını M.Yavuz’a da anlatmıştım.(Nerelerde ve nasıl görüntülendiğimizi)

Ben Antakya ya döndükten sonra Engin’le oturup konuşuyorlar.

Bu eleştirileri yapıyorlar.

 

Engin, bu eleştirilerin kaynağının Muharrem aracılığı ile C.O.’ dan geldiğini için Muharrem’i Kars’a geri yolluyor.

Eyleme Engin kendisi giriyor.

Muharrem, Kars’ta yakalanıyor ve İstanbul’a getiriliyor.

Kısaca Engin’e yapılan eleştiriler üzerine Engin gereğini yapmış.

Sezarın hakkını Sezar’a vermek gerek…

Mihrac da gereğini yapmış, Adana’da Nebil’i bırakıp kaçmış.

Sezarın hakkını Sezar’a vermek gerek…

 

 

Bak! ben motosiklet olayının doğrusunu yazdım.

Ama sen tek satır yazıp,    “ya… Öylemiymiş” demedin.

 

Bırak bana dinamiti nereye götürüp götürmediğimi sormayı…

Tacettin’in kabinde ne kadar kaldığını, bir tarafa bırak….

Farzedelim ki ben içeride senin dediğin gibi 10-15 dakika kaldım…

Önemli olan Nebil’in bana söyledikleri değil mi?

Eğer bir yanıt vereceksen bunlara bir yanıt ver.

Etrafında dolanıp durma.

 

 

 

Önceki yazımda;

Nebil’in bana anlattıkları olmasaydı, böyle bir girişimim olmazdı?

Nebil’in anlattıklarını nereye koymam gerekiyor.

Hiç anlatmamış gibi davranmam söz konusu olabilir mi?

Bunun aksi bir biçimde davranabilir miydim?

Böyle bir davranış Nebil’e en büyük ihanet olmaz mıydı?

demiştim.

 

 

“Anlatanın hatırasına saygı, unutmamayı gerektirir.” diyorsun…

 

Sana hak veriyorum.

Nebil’in anlattıkları;

 “Anlatanın hatırasına saygı, unutmamayı gerektirir” …