Şuanda 382 konuk çevrimiçi
BugünBugün1134
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8858
Bu ayBu ay8858
ToplamToplam10477282
Hapishane Günlüğü (2) PDF Yazdır e-Posta


(Ağustos 77 darbesi ve Sağmalcılar cezaevi)

Ağustos 1977  tarihinde,  bugün  Marmara üniversitesi işletme fakültesi olan ‘Galatasaray işletmecilik yüksek okulu’ son sınıf bitirme  sınavlarına giriyordum. 19 Ağustos gecesi, saat 01civarında,  Harbiye Akbank şubesi’nin günlük hasılatına el konulması eylemi nedeniyle,  Beykoz’da, evimi basan polisler tarafından göz altına alındım.

Evde iki tane misafirim vardı. Bunlardan birisi, Haydar Yılmaz’ın kardeşi Halis Yılmaz, diğeri ise, köyden misafir olarak  evime gelmiş ve örgütümüzle hiçbir alakası olmayan Nevzat isminde genç bir arkadaştı.

Evde yapılan aramada, mermi ve dinamit bulunmuştu. Ben meselenin bundan ibaret olduğunu düşünerek rahattım. Biraz sonra evi arayan polisler tarafından tutanak tutulurken, tutanağa,’’ Harbiye Akbank soygunu faili İbrahim Yalçın’’ diye yazdıklarını duydum ve şaşırdım.

Şaşırdım çünkü: Beni, o güne kadar Acilci olarak bilen insan sayısı çok azdı. Beykoz’da bulunan devrimci gençlik taraftarları bile, beni kendilerinden sanarlar ve arada bir, geceleri afiş ve yazılamaya çıktıklarında evime uğrarlar, silah vs. alırlardı. Devrimci Gençlik dergisi o dönem, Ankara ve İstanbul olmak üzere ikiye bölünmüştü.

Başını, Nasuh ve Oguzhan’ların çektiği Ankara gurubu, Dev-yol olarak anılırken, Başını, Dursun Karataş’ın çektiği İstanbul grubu ise Dev-sol olarak anılmaya başlanmıştı.  Daha önce, devrimci gençlik içersinde faaliyet gösteren bizleri, üst düzey devrimci gençlik sorumlularından başka kimse bilmez, bunlar bile bizden şüphelenirler ama açık açık ‘’acilcil’’oldugumuzu söylemekten çekinirlerdi. Kaldıki, adı geçen dönemde, gençlik içersinde aktif rol oynayan hemen hemen herkes için, ‘’ acaba acilci mi’’ oldu diye mesafeli yaklaşılırdı.

Evimi basan polisler tarafından, tutanağa, Akbank Harbiye soygunu faili’dir diye yazılmış olmasına bu nedenle şaşırmıştım. Bana nasıl ulaştılar?

 

Buna rağmen, hiçbir şey belli etmemeye dikkat ediyor ve bu konuşmaları duymamış dibi davranıyordum. Evdekilerle birlikte dışarıya çıkartıldığım zaman, mahallenin, çelik yelekli timler tarafından tamamen kuşatılmış olduğunu ve telsiz konuşmalarından,  Akbank eylemi nedeniyle alındığıma emin oldum. Henüz evden çıkmadan gözlerim bağlanmıştı ve ekip arabasına girer girmez dört bir taraftan soru yağmuruna tutulmuştum.

Engin Erkiner’i tanıyıp tanımadığımı soruyorlardı. ‘Tanımadığımı ve bu ismi ilk kez duydugumu’ söylediğim zaman, Ahmet hoca demeye başladılar. Ben hala, tek başıma yakalandığımı zannediyor ve hayır tanımıyorum ‘’ Ne Engin’i, ne de Ahmet hoca diye birisini tanımıyorum’’diye israr ediyordum.

Doğruca Eminönü’ne 2. Şubeye getirildim ve derhal 6. Kata çıkartılarak falaka ve kaba dayak faslı başladı. Kimseyi tanımadıgım konusunda israr etmem üzerine, beni bir sandalye’ye oturtarak arka tarafıma geçtiler ve göz bantlarımı açarak arkadan, kendilerini göremeyeceğim bir şekilde ellerindeki fotoğrafları teker teker göstermeye başladılar. Attığımız her adımda resimlerimiz çekilmişti.. Engin, Ali Sönmez, Ben ve Nebil Rahuma başta olmak üzere tanıdık tanımadık onlarca kişinin resimleri vardı.  Yolda yürürken,  yakalanmadan bir gün önce, Harbiye Akbank şubesi önünde resimlenmiştik. Aynı gün, Ali Sönmez’in banka içersinde kasada para bozdururken   (içeriyi kontrol için gitmişti) resmi bile çekilmişti.

 Harbiye eylemi öncesi, kamulaştırılmak üzere gidilen her yerde resimler vardı. Nebil Rahuma’nın bu olaydan bir kaç gün önce, kamulaştırılmak üzere gidilen bir başka banka önünde, tam içeriye girileceği sırada, ceketinin altına gizlediği otomatik silahının şarjörü kaldırıma düşmüştü ve Nebil, yere eğilerek şarjörü almak üzereyken fotoğrafı çekilmişti.

Çok şaşırmıştım. Türkiye’de ilk kez, böyle bir takip olayı oluyordu.

Fotoğrafları gördükten sonra, ‘’evet bu kişileri tanıyorum ama banka soygunu ile alakam yok ‘’ demeye başladım. Bana gösterilen resimlerdeki şahısların nerede kaldıklarını bilmediğimi söylediğim zaman, ‘’az bekle biraz’’, nerde olduklarını öğrenirsin demeye başladılar. Ve bir süre sonra önce Engin Erkiner’le, ardından da, Yanılmıyorsam Mete Altan’ın odasında Ali Sönmez’le yüzleştirildim. Ali ve Enginle yüzleştirilirken gözlerimizi aynı şekilde tekrar açtılar ve fotoğrafları bir kez daha gösterdiler. Her şey açık ve netti. İnkara devam etmedik ve Akbank Harbiye eylemini üstlendik.

 HEPİMİZİ ÖLDÜRECEKLERMİŞ..

 Harbiye ak bank şubesi’nin kamulaştırılması eyleminden bir süre önce, Taksim meydanında bulunan ve daha sonra, ismi ‘’the marmara ‘’ olan İNTER CONTİNENTAL oteli örgütümüz militanlarınca kurşunlanmıştı. Akşam saati, iş dönüşü ve meydanın en kalabalık olduğu bir zamanda yapılan bu eylem sırasında, az ilerde bulunan SHERATON  otelinde, MİT MARMARA BÖLGE TOPLANTISI varmış ve silah sesleri üzerine, baskının buraya yönelik olduğu sanıldığından, toplantı halindekiler yerlere yatarak  siper(!) almışlar. (Ben, bizi sorgulayan polislerin yalancısıyım. Sorgu’da, hepimize söylenen buydu)

Kurşunlama eyleminin, SHERATON’a değil de,, 1 mayıs 1977  katliamının  merkez üssü olarak kullanılan, İntercontinantel oteline yapıldığı daha sonra anlaşılmış olmasına rağmen, paşaların ve MİT!in öfkesi(!) dinmemiş ve İstanbul polisine emir verilmiş. ‘’En kısa zamanda ya bu militanlar ölü veya diri ele geçirilir, ya da hepiniz istifalarınızı verirsiniz’’

Taksim meydanında, binlerce kişinin gözü önünde yapılan bu eylemde kullanılan arabanın plakasını bile tespit edemeyen İstanbul polis teşkilatı,  verilen bu emir üzerine,  bütün gücüyle bizi ölü veya diri ele geçirmek için seferber edilmiştir.

Önceden tespit edilen eylem yerlerinde sıkı tedbir alan polis timleri, eylemin başlamasından sonra, eylemcilerin eylem alanında öldürülmeleri için mevzilendirilmişler.

Harbiye Ak bank şubesi eyleminin bir gün sonra yapılacağı, eylemden bir gün önce, olay yerinde yaptığımız ‘’tatbikat’’ı fotoğraflayarak  tespit eden polislerin, hesap edemedikleri tek şey, eylemin başlayacağı saat olmuştur.  19 Ağustos sabahı Gayrettepe’deki birinci şubeden yola çıkan polis timi, şişli karakolu’nun önüne geldiği zaman, yolun tıkalı olması ve‘’henüz erken’’diye düşündükleri için, Şişli karakolu’ndan bir çay molası veriyorlar.  Henüz çaylarını bitirmeden banka alarmının karakolda çalması üzerine ’’ eyvah, erken girdiler’’ diyerek doğruca Harbiye’ye gelmiş olmalarına rağmen, eylem yerinde kimseyi bulamamışlar ve mecburen akşam saatini bekleyerek, önceden tespit edilen evlere baskın yapmaya başlamışlardır.

Eylem saati’nin en erken 08.45 de başlayacağını düşünerek, ona göre mevzilenen vurucu timin, 15 dakikalık gecikme ile bizleri öldürememiş olmalarına hayıflandıklarını, Birinci şube’de ‘’ çok şanslıymışınız’’ diye anlatan polislerin bizzat kendilerinden  duyduk. ‘’ Şişli karakolunda bir çay molası vermeseydik, saat tam 08.30 da bankanın karşı kaldırımında mevzilenecek ve banka’dan dışarıya çıkar çıkmaz hepinizi öldürecektik, siz kıl payı kurtuldunuz’’ diye açık açık konuşuyorlardı.

 KALAŞNİKOF...

 2. Şube polislerinin bir çoğu , Kalaşnikof’u ilk kez görmüş olmalılar ki, ısrarla , bu silahın nasıl kullanıldığını sorup öğrenmeye çalışıyorlardı. Özellikle’de, çelik yelegi delip delemeyeceğini merak ediyorlardı. Ali Sönmez bir ara, ‘’bu silahın 500 metre’den çelik yeleği deleceğinden’’ bahsettiği için, fazladan bir sopa(!) daha yediğimizi hatırlıyorum.

Sorgulamaların seyri, kimin kimle ne zaman tanıştığı ve örgüte ne zaman katıldığı üzerine yoğunlaşmıştı. O dönem klasikleşmiş bir cevap vererek, Site ögrenci yurdun’da, bu olaydan bir hafta, yada on gün kadar önce ‘’emperyalıizm’’ konulu bir seminer veren Engin Erkiner’i, Ahmet hoca olarak tanıdığımı söyledim ve kayıtlara da bu şekilde geçirttim.

Elbette doğru değildi, Ne Engin, böyle bir seminer vermişti, nede ben, Engin’le site öğrenci yurdunda tanışmıştım. Enginle tanışıklığımız çok daha eskiye dayanıyordu.

İnsanların toplu olarak bir araya geldikleri, seminer yada miting alanlarında tanışıyor olmaları, araya üçüncü bir kişiyi dahil etmemek için en güvenilir bir yöntem oldugu için bu şekilde tanıdığımı söyleyerek, Kim tanıştırdı? Sorusunu da atlatmış oldum.

 

Mihrac Ural adlı soytarı ve Kamyoncu İ.... Mehmet Yavuz’un, bu biçimde verdiğimiz yanıltıcı polis ifadelerindeki uyduruk sözleri, gerçekmiş gibi lanse ederek, 10 gün önce örgüte girdiğimi söylemeleri bu cümleye dayandığı için, okuyanlar ve dönemi bilen devrimcilerin bu soytarılara kıçlarıyla güldüklerini iyi bildiğim için cevap vermeyi bile gereksiz gördüm.

 

1977 Ağustos operasyonunda toplam 19 kişi göz altına alınmamıza rağmen, bunların büyük bir kısmı sorgularından sonra serbest bırakıldı. Tutuklanan kişiler içersinde, benim evimde yakalanan ve örgütle alakası bulunmayan 2 kişi gibi, alakasız birkaç kişi daha vardı. Bu arkadaşların tamamı zaten kısa zamanda tahliye oldular.

 SAGMALCILAR CEZAEVİ..

Adı geçen dönemde, gözaltında kalma süresi bir hafta idi ve bizler bir haftanın sonunda, İstanbul ağır ceza mahkemesi nöbetci hakimliğince  tutuklanarak , 26 ağustos’ta, Bayram paşa (sağmalcılar) ceza evi’ne getirildik.

Yakalanmamız ülke çapında sansasyonel bir haber olarak ulusal basın tarafından manşette verilmişti.

 Türkiye’de, ilk kez, bu denli ve fotoğraflar çekilerek geniş çaplı bir takip ve  yakalanma olmuştu. Kalaşinkof silahı, devrimci bir örgütte  ilk kez yakalanıyordu. Bu bakımdan olsa gerek, fotoğraflarımızın altına ‘’attıklarını vuran, keskin nişancılar ‘’ vb yazılarak olayın büyütülmesi isteniyordu.

Öte yandan, o günün gazete başlıklarına bakıldığında çok daha iyi anlaşılacağı gibi, takip edilerek fotoğraflarımızın çekilmiş olmasından söz edilmiyor ve haber, ‘’konuştular, herşeyi anlattılar’’ diye geçiyordu. Oysa, olayın aslı hiçte böyle değildi ve polisin bildiği, fotoğraflarla tespit ederek belgelediği şeylerin dışında ciddi bir çözülme yoktu. Bu operasyonun nasıl geliştiğini, takip olayının nerede ve ne zaman başladığını veren haberlerin tamamen uydurma ve hedef saptırmaktan başka bir anlam taşımadığını  daha sonra öğrenecektik.

 Bugün, her yönüyle ortaya çıkan bir gerçeği o zaman görmemiz elbette kolay değildi. Örgüt içersinde,  Mihrac Ural’ın önünün açılması ve meydanın boş bırakılması için yürütülen sinsi bir oyun oynandığını fark edememiştik.

 

Sağmalcılar ceza evine adımımızı atar atmaz, gardiyanlar tarafından büyük bir saygı ve hürmetle karşılandık. Gazetelerde, hakkımızda çıkan yazıların etkisiyle olsa gerek, insanlar üzerinde, korku ve hayranlıktan kaynaklanan farklı yaklaşmalara muhatap oluyorduk. Gördüğümüz ilginin aşırılığı bizde bu kanıyı uyandırmıştı.

 Bu nedenle olsa gerek, Normal prosedüre göre, ilk tutuklanan kişilerin, bir kaç gün müşahadiye olarak adlandırılan bir yerde bekletildikten sonra koğuşlara dagıtım yapılmaları gerekirken, bizler, doğrudan siyasi koğuşa verildik.

 Siyasi koğuşta, bizden bir süre önce, bir eylem sırasında karnından vurularak yaralı yakalanmış olan ve sahte kimlikle yatan Haydar Yılmaz yoldaş bizi bekliyordu.

 Engin, Ali, Muharrem ve ben, Haydar’la sarılıp kucaklaştık. Koğuşa yerleştikten hemen sonra, nasıl yakalandığımız konusunu konuşmaya ve kimin ne söylediği, polisin örgütümüz hakkında ne bildiği yada bilmediği konuları karşılıklı soru cevap biçiminde enine boyuna tartışıldı. Fotoğraflarımızın çekilmiş olması ve uzun bir süre takip edilmiş olduğumuzun bilinmesine rağmen, bu konu üzerinde derinlemesine bir araştırma da yapmadık. O gün için bildiğimiz tek şey. Ankara’da, Ömür Karamollaoğlu yoldaşın evinde patlayan bombadan, yaralı olarak kurtulan Zeynep Arzu Sayman yoldaşın, hastaneden  taburcu edildikten sonra, polis tarafından izlendiği ve Ankara’dan İstanbul’a Engin Erkiner’in evine geldiğinde de, Engin’in tespit edilerek takipe alındığı ve buradan bizlere ulaşıldığı idi.

 Polisteki sorgulanmalarımız sırasında edindiğimiz izlenim bu yöndeydi. Bu bakımdan 19 Ağustos operasyonunu, buradan hareketle değerlendiriyorduk. Bu bilginin de şaşırtmaca bir bilgi olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Polis, bizleri özellikle bu yöne doğru bilinçli olarak yönlendirmiş ve takip olayının Güney’den (Antakya’dan) başladığına ilişkin, gerçek bilgiyi saklamıştı.

 SAĞMALCILAR’DA ALINAN KARAR...

 Baştan’da söylediğim gibi, Cezaevine geldiğimizin birinci gününden itibaren sürekli konuştuk. Nasıl yakalandık? Kim ne dedi? Polis hakkımızda ne biliyor, neyi bilmiyor?

Engin Erkiner, Haydar Yılmaz, Ali Sönmez , Muharrem Kaya ve ben, yani, İstanbul merkezi eylem kadrosu olarak bir karar aldık.

Buna göre, ‘’Yakalanan ve ceza evi’ne düşen kim olursa olsun, sorumluluk sıfatını kaybetmiş olacaktı. Dışarıya talimat veremeyecek, kimseyi yönlendirmeye çalışmayacak,  dışarının aldığı kararları tartışacak ama, uymak zorunda’’ olacaktı.

 Esir düşen ve dışardaki mücadele den fiilen yer almayan yoldaşlar, ‘’ideolojik politik konularda dışarıya perspektif sunacaklar ve örgütümüzün savundugu politik hattın önünü açıcı teorik yazılar üzerinde yogunlaşacaklardı.  THKP-C çizgisini savunan diger gruplarla olan ayrılıklarımızın netleşmesi için çaba sarf edeceklerdi’’.

 Bir an önce firar etmenin yollarını arayacak, mücadeleye kaldıgımız yerden devam edecek ve geçmişe takılıp kalmayacaktık.

Bu tarihten itibaren Engin Erkiner, diger devrimci örgütlerle girdiğimiz tartışma toplantılarının hemen tamamında örgütümüzü temsil etti ve yapılan tüm tartışma toplantılarında, diğer örgütler üzerindeki ideolojik etkinliğimiz arttı. Her tartışma toplantısının ardından örgütümüze karşı oluşan ilginin artmakta oldugu açıkca belli oluyordu.

 İSYAN VE SÜRGÜN...

 Sagmalcılar ceza evi’nde, devrimcilerle faşistlerin zaman zaman kavga ettiklerini biliyorduk. İçerde de olsak, sürekli tedbirli olmak zorundaydık. Her an, faşistler tarafından koguşumuza baskın düzenlenebilir, yeni bir çatışma çıkabilirdi.

Sonuçta da, olaylar beklediğimizden çok daha çabuk gelişti ve Sagmalcılar ceza evi’ne geldikten 3 hafta  gibi kısa bir süre sonra, sağcıların kaldığı blok’ta, devrimci bir arkadaşımızın dövülmesi üzerine başlayan gerginlik isyana neden oldu.

 Sağcıların koguşuna yönelik saldırılarımız ve onlarında buna, silah’la karşılık vermeleri üzerine hava iyice gerginleşti.

Bizimle birlikte tutuklanan ve kısa zaman sonra tahliye edilmesi beklenen Müslüm adlı bir arkadaşımız, bu çatışma esnasında  bir gözünü kaybetmiştir.

Sabaha kadar süren çatışma ve bu arada askerlerle yürütülen pazarlık sonucu, olaylar yatıştı ve askerlerin koğuşlara girerek arama yapmalarına izin verildi.

Fakat,  sonraki gelişmeler, sadece arama yapılmasıyla sonlanmadı.  Koğuşlara giren jandarmalar tarafından hepimiz, tek tek kelepçelenerek 25’er kişilik iki guruba ayrılarak ring’lere doldurulduk.

19 agustos’ta yakalanarak, 26 agustos’ta tutuklanarak getirildiğimiz Sagmalcılar ceza evi serüvenimiz ssona ermişti. Sürgüne gittiğimiz anlamıştık ama, nereye gidiyorduk..?

 ....3. Bölüm,Eskişehir ve İsparta kapalı ceza evleri ile devam edecek.

Yazışma adresi:

İ Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir