Şuanda 282 konuk çevrimiçi
BugünBugün1753
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9477
Bu ayBu ay9477
ToplamToplam10477901
hapishane günlüğü 13: aralık 1979-aralık 1980 PDF Yazdır e-Posta


Hapishane günlüğü yazı dizisinin birinci bölümü, Selimiye Askeri Cezaevi’nden tahliye olmamla birlikte kapandı. Tahliye olduktan bir yıl sonra, Aralık 1980’de, yeniden yakalandım. Dışarda geçirdiğim bir yıllık örgütsel faaliyetlerimi atlayarak, yeniden hapishane anılarına dönmeden, bu bir yıllık süreci ve süreç içersinde yaşadıklarımızı da anlatmak zorundayım. Birebir yaşadığım(ız)) sürecin daha iyi anlaşılabilmesi için bunun gerekli olduğuna inanıyorum.

21 ARALIK 1979, OPERASYON...

28 ay süren cezaevi yaşantım sona ermiş ve tahliye edilmiştim. İçerde geçen zamanımı mümkün olduğunca değerlendirmeye çalıştığımı düşünüyordum. Bir önceki döneme göre daha bilinçli, daha tecrübeli ve çok daha kararlıydım. Kaldığım yerden, mücadeleye devam etmek ve kavganın orta yerinde olmak için sabırsızlanıyordum. Tahliye edilmiş olmama rağmen, legal bir çalışma içersinde olamayacağımı ama, en azından yarı-legal bir konumda, örgütsel görevlerimi eksiksiz yapabilirim kanısındaydım. Gelişmeler, benim düşündüğüm gibi olmadı.

Ankara ve Kayseri’de başlayan operasyon İstanbul’a sıçramıştı.   Tahliye edilişimin  ikinci günü, İstanbul Ümraniye’de bulunan kardeşimin evi basılmış ve kardeşim, H.Y. göz altına alınmıştı. Evlerimiz aynı mahalledeydi ve aynı anda benim evimde kuşatılmıştı. Kardeşimin alınmasına bir anlam veremiyordum, örgütsel hiçbir ilişkisi olmayan, kendi halinde birisinin evinin basılarak göz altına alınmasını benimle ilgili bir operasyon olarak düşünüyordum.  Aynı anda evimin ablukaya alınması da bu kanımı güçlendiriyordu. ( Kardeşimin, Günay KARACA ve Haydar YILMAZ arasındaki ilişki noktası olduğunu daha sonra öğrendim)Henüz hiçbir yoldaşla ilişki kuramamış, özellikle İstanbul sorumlusu ve genel komite üyesi Haydar YILMAZ’ın benimle ilişki kurmasını bekliyordum. Kuşatma altındaki evden, bakkala alışverişe gidiyormuş havasını vermek için elime aldığım bir alışveriş torbasıyla sakin bir şekilde sokağa çıktım. Hava kararmıştı ve dışarda korkunç bir yağmur yagıyordu. Elime, özellikle  şemsiye almadım ve sanki hemen dönecekmişim gibi hızla hareket ederek bir bakkala girdim. İki kişi peşime takılmıştı ve ben bunları kollayarak bakkalda rastgele bir şeyler alarak bir başka yöne, kasap’a doğru yöneldim. Beni takip etmekte olan polisler, yağan yağmur nedeniyle peşim sıra gelmemiş, nasıl olsa dönecek diye düşünmüş olmalılar ki, biraz geride kalmalarını fırsat bilerek bir köşeden hızla dönerek kaçmaya başladım. İzimi kaybettirmiştim ama gidebileceğim hiçbir yerde yoktu.  

İlk aklıma gelen, Beylerbeyi’nde oturmakta olan üniversite’den arkadaşım, Adıyamanlı Halil Hullet’in evi oldu. Halil’le bir dönem aynı evde birlikte kalmıştık. Halil daha sonra evlenmiş ve Beylerbeyi’ne yerleşmişti. Bu eve bir kere gitmiştim ama aradan 3 sene geçmişti. Aynı yerde mi oturuyordu, bilmiyordum. Evi bulup bulamayacağımı bile bilmiyordum. Başka bir seçeneğim yoktu ve denemek zorundaydım. Ümraniye’den Beylerbeyi’ne kadar yağmur altında, tarlaların arasında, mümkün olduğunca kimseye gözükmeden yürümek zorundaydım. Sırılsıklam olmuştum, beni bu halimle görenlerin mutlaka şüpheleneceklerini ve polise bildireceklerini düşünüyordum.  Sabaha karşı, saat 03 sıralarında evi bulmuş olmama rağmen kapıyı çalıp çalmamak arasında kuşkuya düşmüştüm. Her tarafım çamur içersindeydi. Ayakkabımın bir topuğu düşmüştü ve topallayarak yürüyordum.  Arkadaşımı evde bulamazsam, taşınmışsa ve evde başkaları kalıyorsa, gecenin bu saatinde ne diyecektim. Üzerimde yeteri kadar para da olmadığı için kendime giyecek bir şeyler de alamayacak ve sabah olup da her yer aydınlandığında, bu halimle bir adım dahi atamayacak ve kesin olarak yakalanacaktım. 

Ev, müstakil ve bahçe içersindeydi. Dışarda, arkadaşıma ait bir iz bulabilir miyim düşüncesiyle, bir kaç kere evin çevresinde dolaştım. Hiç bir belirtiye rastlamadım. Deneyecektim, başka çarem kalmamıştı. Kapıyı birkaç kere çaldıktan sonra, yanan ev ışığı ve ardına kadar açılan kapıda Halil’i gördüm. Dünyalar benim olmuştu. Sevgili arkadaşım, beni görür görmez boynuma sarıldı ve hemen içeriye aldı. Anlamıştı. Sobaya odun attı, üstümü değiştirdim ve sıcacık odada öğleye kadar bir güzel uyku çektim.

ÖRGÜTLE İLİŞKİ KURUYORUM...

Öğleden sonra evden çıkmaya hazırdım. Karşıya, Avrupa yakasına geçmek ve eskiden beri bildiğim bazı sempatizan ilişkileri bulup yoldaşlara haber göndermek istiyordum. Teşvikiye de, çok eski bir ilişkimizin kitapçı dükkanına bu nedenle uğradım. Muzaffer arkadaş beni karşısında gördüğü zaman tedirgin olmuştu. Tahliye olduğumu duymamış, cezaevinden kaçtığımı sanmıştı. Sorduğum kimi insanlarla nasıl ilişki kurabileceğim sorularına isteksiz cevaplar veriyordu. İstanbul’un en eski Acilcileri olarak bilinen bu ve benzeri arkadaşlar, hiçbir işin içersinde olmazlar ama her şeyden de haberlerinin olmasını isterlerdi.Bunu bildiğim için uğramış olmama rağmen, cevap vermekteki isteksizliği karşısında derhal oradan uzaklaştım. Cağaloglu’na yöneldim ve muhasebecilik yapan eski İYÖKD genel sekreteri Yusuf Doğan’ın bürosuna uğradım. Yusuf’dan aldığım kimi irtibatlar sonucu birtakım sempatizan arkadaşlarla ilişki kurmayı nihayet başarmıştım.

İSTANBUL EYLEM KADROSU VE HAYDAR YILMAZ YAKALANIYOR.

Tahliye olmamdan yaklaşık 15 gün kadar önce, örgütümüze yönelik operasyon, Kayseri’den İstanbul’a sıçramış ve Günay KARACA yoldaş İstanbul’da yakalanmıştı. Tahliye olduğumun ikinci günü evimin ablukaya alınması üzerine ben kaçtıktan kısa süre sonra, Haydar YILMAZ, beni görmek üzere evime geliyor ve kapıyı açan eşim tarafından uyarıldığı için içeriye girmeden doğruca geri dönerek izini kaybettiriyor olmasına  rağmen kendisiyle buluşamadan bir süre sonra onunda yakalandığını gazetelerde öğreniyorum.

İstanbul bölgesi eylem kadrosu ve  yöneticileri ile görüşemeden adeta tek başıma kalmıştım.

Bir ay gibi bir süre, eski ilişkiler ve kimi arkadaşlarla görüşmeme rağmen ciddi bir ilişki kuramamıştım. Asıl İlişkiler Haydar Yılmaz tarafından bilindiğinden,  cezaevinden gelecek olan haberi beklemekten başka yapabileceğim birşey yoktu.

Beklediğim haber bir süre sonra geldi. Haydar Yılmaz’ın sağmalcılar cezaevinden ziyaretçiler vasıtasıyla gönderdiği bir mektupta, ilişki kuracağım kişiler ve özellikleri yazıyordu. Ayrıca, Tepebaşı iş bankası şubesinin kamulaştırılması eyleminde ele geçmeyen paraların, kimlerde olduğuna dair bir de liste gönderilmişti.  İlk iş olarak belirlenen kişilerle görüşmeye başladım. Bir çoğunu tanımamama rağmen onlar beni gıyaben tanıdıkları için kısa zaman da birbirimize alıştık ve ara vermeden çalışmalara kaldığımız yerden devam kararı aldık.

Yakalanan yoldaşlardan arta kalan paraları da belirtilen yerlerde aldığım için kısa bir süre için fazla bir maddi sorunumuzda yoktu.

1980 BAŞLARINDA İSTANBUL ÖRGÜTÜNÜN GENEL DURUMU...

Eylem kadrosu ve yöneticiler yakalanmıştı. Birçok bölgede var olan ilişkiler sempatizan ve ileri sempatizan konumundaydı. Sınırlı sayıda tecrübeli yoldaş olmasına rağmen, bunlarında eylem tecrübesi ya hiç yoktu yada sınırlıydı. Sanayi ve Ayazağa bölgelerinde belirli sayıda işçi arkadaş fabrikada çalışıyor ve bölgelerinde kendileriyle sınırlı faaliyet yürütüyorlardı. Beyoğlu, Şişli ve Feriköy’de bulunan ilişkiler içersinde üretime bağlı ileri sempatizanlarımız vardı.  Bölgeyi çok iyi tanıyan, istediğimiz istihbaratı yapabilecek konumda olan kimi yoldaşlar vasıtasıyla ciddi istihbarat kaynaklarımızın olduğunu da öğrenmiştim. ilk elden, birtakım istihbaratları değerlendirerek, günü geldiğinde buralara yönelik eylemlere girebilmenin alt yapısını hazırlamaya başlamıştık. Elimizdeki ham bilgilerin olgunlaştırılması için bir takım arkadaşlara görev verildi. 

Adı geçen dönemde, Güney Kore’de yoğun ögrenci ayaklanmaları olmaktaydı ve elimizde Güney Kore konsolosuna ilişkin çok ciddi bilgiler vardı. Güney Kore’nin İstanbul başkonsolosu ile istediği an görüşebilecek durumda olan H.E özellikle bu alana yönlendirildi ve Güney Kore’de yeniden başlayabilecek bir öğrenci ayaklanması sırasında harekete geçebilecek bir konumda olmamız için tüm bilgilerin elimize ulaştırılması talimatı verildi.

Dönemin Adalet Partisi İstanbul İl Başkanı Hüsamettin Cindoruk’la ilgili tüm bilgilerde aynı şekilde elimize ulaşmaktaydı.

Bu arada evimi taşımıştım.  Öğretmen olan eşim istifa etmiş izimizi kaybettirmiştik. Şirinevler’de, Sağmalcılar cezaevinden tanıdığım Mahmut ve Muzaffer yoldaşların ailelerinin bulunduğu bölgeye yerleşmiştim.

ACİL-HDÖ ayrılığında Mahmut HDÖ’den, Muzaffer Acil’de kalmış olmasına rağmen her iki eve de girip çıkabiliyordum.

Bu ara çok önemsediğim bir ilişkiye daha ulaşmıştım. Haydar Yılmaz’dan gelen habere rağmen, uzun süre kontak kuramadığım Erzurumlu Kemal Turan ve Cihat isminde iki yoldaşla  tanışmıştım. Küçük Bebek’te oturan bu yoldaş’lar hem tecrübeli, hem de teorik seviyeleri diğerlerine oranla son derece iyiydi. Özellikle, Kemal Turan adlı yoldaş, bir çok açıdan son derece iyi bir durumdaydı. Azımsanmayacak derecede politik bir formasyonuna sahip, her konuda başkalarıyla tartışabilecek bir konumdaydı.

NEBİL RAHUMA’DAN MİHRAC URAL’A GÖNDERİLEN KASET..

Daha önce yazdığım için ayrıntıya girmeyeceğim. Nebil Rahuma’nın, 1979 yılı Aralık ayıın son günlerinde, Bulgaristan üzerinden uçakla Türkiye’ye dönmesinden kısa süre sonra Şirinevler’deki evime gelmesiyle yeniden karşılaştık.

Amasya cezaevinden Sağmalcılar’a geldiğim sırada Nebil ile birlikte aynı koğuşta bulunan ve HDÖ saflarında kalan  Mahmut’un annesi, Sırma teyze’ye uğrayan Nebil, benim orada oturduğumu da Sırma teyzeden öğrenerek doğrudan evime geldi.

Hemen belirteyim, Nebil Rahuma Filistin’de döndüğü zaman doğrudan HDÖ ile ilişki içersindeydi. Nasıl oldu ne zaman ilişki kurdu bilemem. Benimle karşılaştığı zaman, Filistin’den döneli çok olmamıştı ama kafası çok netti. Acil hareketi içersinde, Filistin’de dönen Nebil’i ilk gören kişi benim ve bu konuyu Nebil’le uzun uzun konuştum. Önceden hazırladıgı KASET’i bana verdi ve bunu Mihrac’a ulaştır dediğinde, son derece kararlıydı ve ‘’ Yoldaş, sen bu adamı tanımıyorsun, bu adamla yola değil, tuvalete bile gidilmez’’diyen Nebil’dir. Söyle ona, ‘’Bana haber yollamasın, beni aramasını istemiyorum, bunları bu kaset’te de söyledim, Benim Mihrac’la işim olmaz’’demiştir. Önceden ve birkaç kez belirtmiş olduğum gibi, Nebil, HDÖ saflarında olmasına karşın, Mihrac Ural dışında kimseyle bir sorunu yoktu. Haydar Yılmaz’ın yakalandığını uçak’ta duyduğunu, Sağmalcılar’ı basıp Haydar’ı kaçıralım teklifini ilk karşılaştığımız gün bana teklif eden Nebil’dir. Mihrac Ural’ın bulunduğu yerde olmamak konusunda kararlı olmasına rağmen, Acil,HDÖ, MLSPB ve Eylem Birligi’nin birliğini savunuyordu.

Mihrac Ural o sırada Adıyaman cezaevinde idi ve ben Nebil’den aldığım kaset’i, Adıyaman cezaevinde kendisine bizzat verdim.

Adıyaman Cezaevine, Mihrac Ural’ı görmeye gitmemin asıl  nedeni de  bu kaset’i vermek içindi.

Adıyaman’da Cezaevi içersinde görüş sırasında yakalandım. Akşama kadar emniyette sorguya çekildim, işkence gördüm. Üç kez cezaevine getirdiler ve tüm gardiyanları önüme dizerek hangi gardiyan ile ilişki kurarak Mihrac’la görüştüğümü sordular söylemedim. Adıyaman’dan Gölbaşı’na kadar polis eşliğinde getirilerek, Antep otobüsüne polis eşliğinde bindirildim ve bir daha Adıyaman’a uğramamam için tehdit edildim.

Mihrac Ural bütün bunları biliyor ve bilerek yalan söylüyor. Kaset olayını inkar ediyor. Bu inkar, Nebil konusundaki suçluluğunun en önemli delilidir.

1982 tarihinde, Suriye’de aldığı yarım kg domates’in, 25 kuruşluk faturasını(!) yoldaşlara göstererek, ‘’her şeyin hesabını tutuyoruz, en küçük bir kağıt parçası bile arşivimizde saklıdır’’  diye göz boyamaya çalışan ve aklı sıra insanları ikna ettiğini sanarak hırsızlık yapmadığını anlatmaya çalışan bu sahtekar adam, Nebil Rahuma kasetini inkar ediyor.

Ben bunları yazarken, bazı arkadaşlar, bir kısım konuları abarttığımı, yada ön yargılı yazdığımı düşünebilirler. Buradan bir kez daha belirtiyorum. Bu güne kadar yazdıklarımın sonuna kadar arkasındayım. Abarttığımı kimse söyleyemez. Yazdıklarım içersinde eksikler vardır ama asla fazlası yoktur. Ne yazıyorsam tanıkları vardır. Tanıdığım, tanımadığım tanıklar vardır. Yazdığım konular içersinde abarttığım veya doğru olmadığını iddia edebilen bir kişi varsa çıkıp açık açık, benim bir yalancı olduğumu yazsın. Ben bundan asla gücenmem ve Bir değil birden fazla tanık göstererek cevaplarım.

Nebil Rahuma konusunda da aynı şeyi söylüyorum. Mihrac Ural ve yalakası Mehmetcik Mehmet, Nebil’i yazıyorlar. Yalan yazıyorlar. Hepsi uydurma ve kendi ihanetlerini karartma çabasıdır. Hiç birisi, Nebil Rahuma’yı 12 Eylül sonrası görmemiştir, Hiç birisinin 12 eylül’den itibaren Nebi Rahuma ile en küçük bir kontağı olmamıştır. Özellikle Mehmet Yavuz, yıllardır Nebil’i görmemiş olduğu halde kulaktan dolma faraziler üreterek Mihrac yalakalığı yapıyor. Bunlar ip cambazlarıdır. Bunlar ahlak düşkünü ve seviyesiz sahtekarlardır.

Sadece bunlar mı? Bunlar gibi, Nebil Rahuma ile yoldaşlık yapmış olan ve bugün, ‘’Nebil’in katledilmesini yanlış buluyoruz’’ diyen, Nebil gerçeğini çok iyi bilmelerine rağmen seslerini çıkartmayanlar da, bir o kadar sahtekar ve seviyesizdirler.

Özellikle Acilci arkadaşların, Mihrac Ural’ın ne yazdığını takip etmeleri gerekiyor.

Mihrac Ural sahtekarının gerçekliğini birinci elden öğrenebilmeleri açısından önemlidir. Bir yazısı diğerini yalanlıyor, bir önceki yazdığı bir sonrakini tekzip ediyor.

Hiç kimse kalkıp da, ‘’amaan sende, it ürür kervan yürür’’demesin. Ciddiye almadıklarını söylemesin. Unutmayın, bu it, kendi adına ürümüyor, Acilciler adına, hepiniz adına ürüdüğünü iddia ediyor. Sessiz kalmamak, ağzını açtığı an suratına vurup susturmak devrimcilik görevidir.

Okuyun yazılarını, göreceksiniz... ‘’Adıyaman cezaevinden, ranza’dan düştüğüm için Adana’ya hastahaneye getirildim’’ diye yazıyor. Yalan söylüyor. Ben Adıyaman’da ziyaretine gittiğim zaman, yakında Adana’ya sevk olacağını bana söyleyen kendisi idi.

Niğde’den Adıyaman’a, oradan da Adana’ya bilinçli götürülmüştür.

(14. bölüm, Engin,Ali ve İ.Büyüker’in firarı ve İstanbul örgütünün faaliyetleri ile devam edecek.)