Şuanda 187 konuk çevrimiçi
BugünBugün1684
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9408
Bu ayBu ay9408
ToplamToplam10477832
hapishane günlüğü 15: ali sönmez ve ali çakmaklı PDF Yazdır e-Posta


Bu yazı dizisi, bir örgüt tarihi olarak okunmamalıdır. Birebir yaşadıklarımın dümdüz anlatımıdır. Bizzat yaşadığım ve yanı başımda cereyan eden, tanığı olduğum kimi olayların anlatımıdır. Bunlar, örgütsel tarihimizin geneli içersinde yaşadıklarımın sadece bir yönüdür.

Bizim tarihimizin bir bütün olarak yazılmasına ihtiyaç vardır. Bu tarihin yazılması, ama objektif yazılması, Türkiye solu içersinde, özellikle de silahlı mücadeleyi savunan örgütler içersinde, yaşanmaması gereken ve fakat yaşanmış olan, pek çok olumsuzluğun nedenlerine inilerek, bir kez daha tekrarlanmaması için yazılması gerekiyor. Genel bir Tarih yazımı için, eksikliklerin tamamlanması ihtiyaç vardır..

12 Mart 71 sonrası, silahlı mücadeleyi savunmak adına yola çıkan illegal örgütlerde, bireyin rolü, Militanların davranış biçimi ve sempatizanların ruh hali, adı geçen dönemin nesnelliğinin de göz ardı edilmeksizin  yazılması gerekiyor.

Bugüne kadar, bizi yazanlar bizden değildi. Doğru yazmadılar. Eksikli ve kulaktan duyma anlatımlarla yazdılar. İşlerine geldiği gibi ve yönlendirme amacıyla yazdılar. İyi yönlerimizi yazmak isterken, hiç hak etmeyenlerimizi kahramanlık ilan edenler oldu. Eksikliklerimizi ve olumsuzluklarımızı yazmak isterken, bizi karaladılar, halk düşmanı gibi lanse etmeye çalıştılar. Tarafsızlık adı altında anarşist, goşist maceracı olarak tanımladılar. Bizi yazmak isterken, kendilerini yazdılar ve bundan nemalanmaya çalıştılar. Bizden olmayanların bizi yazmaya kalkmalarına  kimse dur demedi. Gerektiğinde malzeme bile verdi ve yalan yanlış anlatmalarına destek oldu.

Bizi yazmaya çalışanlar, bizim mücadele anlayışımızı karalamak istiyor. Yolumuzun yol olmadığını anlatmaya çalışıyor ve en dürüst geçinenleri bile, ‘’uslu olun, bir daha böyle şeylere kalkışmayın, hayatınızı yaşayın, kendinizi boşu boşuna feda etmeyin, iş olacağına varır’’ dediler..

Yaşanılan sürece müdahale etmenin yol ve yöntemlerini konuşup tartışmadılar. Sürece müdahale etmeyin diye kestirip attılar ve edilgenliği salık verdiler..

1950’den başlamak üzere, 1980’li yıllara kadar her on senede bir başa dönen sosyalist mücadelemizin, 1980 sonrası başa dönmeye bile mecalinin kalmaması ve tam 30 senedir belini doğrultamamış olmasının ciddi ve üzerinde önemle durulması gereken nedenleri olmalıdır.

Bizden olmadan bizi yazanları okuyup öğrenmek ama değerlendirmelerine takılıp kalmadan, Bizden olup da, yolunu şaşıran, dine dönerek secdeye yüz sürenler, islamcılık, Ali’cilik ve Muhammed’cilik yapmaya kalkanları bir yana bırakarak, İnkar edenleri elimizin tersiyle  savurarak, Geçen dönemi büsbütün unutarak ‘’yeni, yeni’’ diye yırtınıp durmalarına rağmen, yeni’nin ne olduğunu da, bir türlü söyleyemeyenleri  kendi halleriyle baş başa bırakarak, bizi biz olarak değerlendirmeden bir arpa boyu yol alamayacağımızın bilinmesi gerekiyor.

Anılar elbette yazılmalıdır. Samimi ve objektif oldukları sürece mutlaka öğretici olacaktır. Anılar, tek başına yeterli değildir. Anılar birleştirilerek, sürecin kesik kesik yaşanmışlıkları birleştirilerek genel bir tarih yazımı mutlaka gereklidir.

‘’DÖRT İDAM BİR TANIK’’

Engin Erkiner yazdı. ‘’ dört idam bir tanık’’ kitabında bizim Serdar SOYERGİN’imiz anlatılıyor. Bizden olmayan, bizi bilmeyen, Bizim Serdar’ımızı, bizim insanlarımıza anlattırarak yazıyor.

Biz neden yazmıyoruz?

Serdar SOYERGİN ile omuz omuza mücadele etmiş arkadaşlar neden yazmıyorlar? Serdar SOYERGİN’in bir solcuyu öldürmek için gittiği, öldürdüğü ve dönüşte, askerlerle karşılaşarak çatışma cıktığı ve yakalanarak idam edildiği doğru mu? Ragıp ZARAKOLU tarafından yazılan bu iddia doğru mu? Elbette değil. O halde, Serdar SOYERGİN gerçeğini bizim yazmamız gerekmiyor mu?

Nebil RAHUMA, yazılmasaydı. Nebil RAHUMA gerçeği ortaya çıkmasaydı. Nebil RAHUMA nasıl hatırlanacaktı?

Nebil Rahuma yoldaşa yapılan komplo ortaya çıkartılmasaydı, bu ihanette rol alan katiller ve onu ihbar eden soytarı tespit edilmemiş olsaydı, aramızda hala dolaşıyor olmayacak mıydı?

O halde, tarafsızlık adı altında yaşadığımız gerçekleri içimizde saklayarak kime, yada kimlere, daha doğrusu neye hizmet ettiğimizin farkında mıyız?

Ali ÇAKMAKLI yoldaş için yazılanları okudunuz. Ne yazdılar? Mihrac URAL adlı sahtekar ne yazdı? ‘’ bölgesel bir karardı, benim haberim yoktu’’demedi mi? Hızlarını alamadılar. ‘’Biz öldürmedik ama yanlışlıkla üstlendik’’ demediler mi?

Müntecep KESİCİ yoldaşı katleden katil zihniyet, Müntecep ve öteki katlettikleri için ‘’şehitler mezarlığı’’yaptırarak soytarılık yapmıyor mu?

Gökhan SAÇ (Sami) yoldaşı işkenceyle öldüren hain, yoldaşın resmini sitesi’nin logosunda kullanmıyor mu?

BİNBOGA TIRMANIŞI diye göklere çıkartılan bir ‘’ yayla’’ yürüyüşünü nasıl anlattığını görmediniz mi? Gören de sanır ki, bu adam EVEREST’e tırmanmış. Üstelik de anlatılan her şey yalan. ‘’Engin’i sırtımda taşıdım’’diye yazıyor.  Ayrıntı vererek anlatıyor ama, Engin orada yok. Onca ayrıntı anlatmasına karşın, hem köyün adını yanlış yazıyor hem de şehirin adını... Bu kadar kepazeliği bir arada yapan adam tarih yazabilir mi?

Bu yazı dizisi, tarihimizin bir kesitidir. Umarım tüm kesitleriyle yazılır ve ortak tarihimiz aydınlanmış olur.

ANTEP OLAYI: Yaşar ENLİÇAY  -  Cuma ÖZARSLAN.

VE Ali SÖNMEZ

Yaşar ENLİÇAY ve Cuma ÖZARSLAN yoldaşlar bugüne kadar yazılmadı. Ben tanımam, Bu yoldaşları bilenler yazmalıdır. Ali SÖNMEZ yazmalıdır.

Ali Sönmez, Nisan 1979 tarihinde hapishaneden kaçtıktan sonra, kısa bir süre İstanbul’da kaldı ve,  Adana’ya gönderildiğini yazmıştım.

Ali’nin, Adana’ya gönderilmesinden bir süre sonra, daha önceden konuştuğumuz  gibi, Fikret ÖZTÜRK’ü de yanıma alarak Ali ile görüşmek üzere Adana’ya gittim.

İstanbul eylem kadrosundan Fikret’i, Adana Sebze Hal’inde, yoldaşların yanında bırakarak Ali’yi aramaya başladım. Aramaya başladım diyorum çünkü; Ali Sönmez ile görüşebilmem için habire dolaştırılıyordum, görüşünceye kadar  beş saate yakın dolaştırılmış ve 5 kişi değiştirmiştik. Artık sinirlenmeye başlamıştım ve görüşmekten vazgeçerek dönmeyi düşünüyordum ki, 5. Kişi tarafından Ali’nin bulunduğu eve götürüldüm.

Karşımda, takım elbise ve kravatla duran Ali SÖNMEZ, tam bir bürokrat görünümündeydi. Ağır ağır hareket ediyor, sağa sola kesin talimatlı emirler veriyordu. Şaşırmıştım. Bulunduğumuz odada baş başa kaldığımız zaman kızgınlığımı belli ederek, akşama kadar dolaştırıldığımı söyledim. ‘’ Tedbirli olmalıyız yoldaş’’ diyordu.

Ali Çakmaklı konusunda, Mihrac Ural’ın Adana cezaevinde yazdığı ‘’karanlık adam’’ yazısını burada gördüm ve okudum. Yazıyı ciddiye almadığımı ve bu yazıya katılmadığımı orada,  Ali’ye aktardım. O güne kadar Ali Çakmaklı’yı bir kere, 1977 Ağustos darbesi sırasında 1. Şube’de görmüştüm. Hakkında çok şey duymama rağmen özel bir sohbetimiz olmamıştı. Daha sonra hiç bir kuşkuya meydan vermeyecek şekilde ortaya çıkan gerçeklerin de gösterdiği gibi, ‘’karanlık adam’’adlı yazı, Mihrac URAL’ın, Ali ÇAKMAKLI’dan kurtulmak üzere kaleme aldığı deli saçması sözde iddialar üzerine kurulmuştu. İstanbul’da dağıtılmak üzere bana verilen bu yazıyı, ne İstanbul’a götürdüm nede kimseye bahsettim. Yolda otobüste bıraktım.  Ali Sönmez ile birlikte, Ali Çakmaklı olayını konuşurken, Ali’nin bu konuda yazılmış olan ‘’karanlık adam’’yazısına tamamen inanmış olduğunu görmeme rağmen, bunun bir öldürme eylemine dönüşeceğini düşünemedim. Belki de konuyu ciddiye almadığım için böyle düşünmüş olabilirim, bilmiyorum. İşin bu noktaya gelebileceğine inanmış olsaydım, mutlaka daha sert karşı çıkar, engellerdim, yada en azından Nebil Rahuma vasıtasıyla Ali Çakmaklı’yı uyarırdım.

Ali Çakmaklı yoldaşın katledilmesine giden yolun nasıl ve ne amaçla hazırlandığını ve bu konuda kimlerin sorumluluğu olduğuna birazdan değineceğim.

Ali Sönmez’le konuştuğumuz ikinci konu, Antep’te yapılması düşünülen bir kamulaştırma eylemi üzerineydi. Adana bölgesinin, özellikle Sebze hal’inden sağlanan günlük hasılatına karşın, maddi olarak sıkıntı içersinde olduğu ve para sorununun giderilmesi için Antep’te bir kuyumcunun kamulaştırılacağını Ali’den öğrendim. Eylemin başarılı olması durumunda İstanbul örgütüne de belli bir  miktarının aktarılması konusunda anlaştık. Bunun dışında, örgütsel faaliyetlerimiz ve yapılması gerekenler konusu ele alındıktan sonra İstanbul’a döndüm.

Bu görüşmenin yapıldığı tarihi tam olarak hatırlamamakla birlikte, 1980 yılının Ağustos ayının sonlarına doğru  olduğunu söyleyebilirim.

30 Temmuz’da, Mihrac URAL, Adana cezaevinden kaçmış ve 24 saat içersinde, hiç birimize haber vermeden Suriye’ye kapağı atmıştı. Ali Sönmez ile yaptığımız bu görüşmede, Ali’nin yurt dışına çıkması ya da çıkartılması konusu kesinlikle gündeme gelmedi ve Engin de dahil, hiç birimizin aklında dışarıya çıkmak diye bir sorun da yoktu.

Adana’dan İstanbul’a gelmemden kısa bir süre sonra Antep olayı meydana geldi ve yoldaşlarımızdan  Yaşar ENLİÇAY vurularak öldürülürken, Cuma ÖZARSLAN yoldaşımız, sokak ortasında, polisler tarafından halkın gözü önünde, dövülerek öldürüldüler.

Ardından gelen 12 Eylül darbesi ve Ali ÇAKMAKLI’nın katledilmesi olayları...

İlginçtir. Ali SÖNMEZ’in yurt dışına çıkışı ve çıkışına ilişkin, tıpkı Mihrac URAL gibi hiç birimize haber vermemesi, adı geçen dönemde üzerinde hiç durulmadı. Neden durulmadığı konusunu burada anlatmayı gereksiz görüyorum ama önemsenmediği için durulmadığını da bir cümle ile belirtmekle yetineceğim.

BİR SORU VAR...

Soru şu. Ali Sönmez yurt dışına çıkacağını bize neden söylemedi?

Ali Çakmaklı’nın öldürülmesi talimatının yerine getirilmesini mi bekliyordu?

Antep olayı’nın alelacele yapılmak istenmesinin nedeni neydi?

Ali Sönmez, Antep’te elde edilecek olan altınları mı bekliyordu?

Soruların cevabını bulmak için biraz geriye gitmemiz gerekiyor.

a)  Kayseri Ziraat Bankası’nın kamulaştırılması eyleminde elde kalan paraların 300.000tl’si Bünyamin DOĞAN’a, oradan da Mihrac URAL’a aktarıldı.

b) İstanbul’da yapılan kamulaştırma eylemlerinin arkasında, Haydar YILMAZ tarafından ANARŞİST vasıtasıyla Mihrac URAL’a ‘’cezaevleri yardımlaşma fonu’’na aktarılmak üzere 500.000 tl’’ gönderildi.

c)  Mihrac URAL, Suriye’ye kaçar kaçmaz, Adana örgütünden sürekli para istemeye başladı ve Adana’da yapılan bir kuyumcu eyleminde alınan tüm altınlar, dönemin Adana sorumlularından A.O. tarafından Mihrac URAL’a aktarıldı.

Suriye’de ‘’ot yiyerek yaşadıgını’’ söyleyen bu hırsız sahtekar’ın, son 2-3 ay içersinde aldıgı paralar benim bildiğim kadarıyla budur.

Bu örgüte emeği geçmiş herkese soruyorum. Bu örgüt adına Hapis yatmış olanlara soruyorum. Dışarda olan, örgütlenme faaliyeti için koşturan, eylemcilere soruyorum.

Mihrac URAL tarafından, maddi katkı görmüş tek bir kişi var mı?

Varsa çıksın söylesin. Bütün ACİLCİ’lere soruyorum. Bu hırsız soytarı bu paraları ne yaptı?

Bursa’da aldığı altınları sormuyorum. Son birkaç ay içersinde aldıklarını soruyorum. Ülke içersinde dişe diş mücadele eden yoldaşlarına hiçbir haber vermeden, hapisten çıktığı gün, sadece bir gece, C. AYHAN’ın evine yatan ve ‘’ hemen çıkmam lazım’’ diye yanında bulunanlara (N.Y bu olayın tanıgıdır) adeta yalvaran ve Suriye’ye ayak basar basmaz da, ‘’ ohh kurtuldum, artık bana bir şey yapamazlar’’ diye Türkiye tarafında dönerek ‘’nanik’’yapan ( Mihrac’ı kendi teknesiyle Karataş’tan Basit’e götüren Sadık tanıktır) bu soytarı tarafından hangi örgüt birimine, hangi örgüt sorumlusuna, yada hangi militana bir kuruşluk bir katkıda bulunulmuştur?

Suriye’de, ‘’babam için küçük bir hediye’’ diye yolladığı bir paketin, Türkiye sınırında yakalanan kişinin üzerinde ele geçip de, ‘’küçük bir hediye’’ diye yolladığı paketin içersinde ALTIN olduğu anlaşılmamış olsa, ortaya çıkar mıydı? Daha sonra bu kişi tehdit edilerek, ‘’bu olayı kimseye anlatma’’ denir miydi?

Baba, ZEKİ EL KASIM URAL ve örgüt üyesi(!) olduğunu yeni öğrendiğimiz kız kardeşi kızcağız,  bu lider bozuntusuna bu kadar sahip çıkar mıydı? Elbette çıkmazlardı. Baldırı çıplak bir Lider bozuntusunun, sadece baba ve bacı tarafından korunup kollanmaya çalışıldığının altında yatan asıl neden, hırsızlık mal ortaklığıdır. Olay bu kadar açık ve nettir.

Düşünsenize,  Bu hırsız soytarının çevresinde dolaşıp duranların niyetleri apaçık belli olmadı mı?

Bir dönem geliyor, ağızlarının salyaları akıyor ve beklenti içersine girerek, her türlü kullanıma açık oluyorlar. Beklentilerinin boşuna bir çaba olduğunu anladıkları an kaçıyor, küfrediyorlar. Mehmetçik Mehmet Yavuz’u bir süre daha izleyin. Göreceksiniz...

Bir soru diye bir başlık atmıştım. Soru varsa cevabı da olmalı.

Bütün bu anlatımlardan sonra, Ali SÖNMEZ’in, Antep olayı başarısızlıkla sonuçlanması ve Ali Çakmaklı’nın katledilmesinin hemen ardından, kimseye haber vermeden Suriye’ye, Mihrac’ın yanına gitmesini nasıl açıklayacağız?

Ali SÖNMEZ, Antep’ten gelecek olan ALTIN’ları bekliyor olamaz mı?

Ali Sönmez, Ali ÇAKMAKLI’nın katledilmesini bekliyor olamaz mı?

Ali SÖNMEZ, çok daha önce Suriye’ye geçecekti ama geçmedi. Mihrac’ın talimatlarını(!) yerine getirmek ve kendisine verilen bir misyonu tamamlamak üzere Türkiye’de kaldı. Örgütsel kaygılarından kaynaklanan sorumluluk nedeniyle kalmadı.

Mihrac Ural’a götürmek üzere beklediği altınlar gelmemişti ama, Ali Çakmaklı konusunda üstlendiği misyonu(!) ne acıdır ki, başarıyla  yerine getirtmişti. Ülkeyi terk edebilirdi artık. Terketti ve gitti.

ALİ ÇAKMAKLI CİNAYETİNDE SORUMLULUGU OLANLAR ÖZELEŞTİRİ YAPMALIDIRLAR..

Bir tarih yazılacaksa doğru yazılmalıdır, objektif olunmalıdır. Ali Çakmaklı’nın katledilesi olayında da bu anlayışın esas alınması gerekirken, bir takım neden ve kaygılarda dolayı farklı bir yöntem izlenmiş ve kimi kafalarda soru işaretleri yaratılmıştır. Aydınlanması gerekiyor.

Adil Okay konuyla ilgili görüşlerinı yazdı. Gülay KERİMOGLU yazmadı. Gülay KERİMOĞLU’nun mutlaka yazması gerekiyor.

Ali SÖNMEZ, bu güne kadar sağırları oynadı, oynamaya da devam ediyor. Yazmalıdır. Sorumluluğu biliniyor. Kim tarafından görevlendirildiği biliniyor.Bilinmeyen hiçbir şey yok. Her şey teferruatına kadar biliniyor.

Mihrac Ural adlı devrimcilerin katilinin, Ali ÇAKMAKLI’dan kurtulmak için kendisini paraladığı bir dönemde, Adana cezaevinde bulunan yoldaşların, Ali Çakmakli ile olan kişisel ve özel sorunlarını, örgütsel sorunlarmış gibi abartarak Mihrac Ural’a aktarmaları ve Mihrac soytarısının da bunlara balıklama atlayarak yalan,yanlış duyumları gerçekmiş gibi, bire bin katarak ‘’karanlık adam’’ yazısını kaleme alarak bu fırsatı değerlendirmek için Ali Sönmez’i görevlendirdiği biliniyor.

Cinayetin 5 tanığı biliniyor. Tetiği çektiren katil’in Mihrac Ural olduğunu bilmeyen yok. Kimse ondan özeleştiri falan da beklemiyor. Hesap soracakları günü bekliyorlar. Gülay KERİMOGLU ve Ali SÖNMEZ’den beklenen açıklama neden gelmiyor? Ortada, bir devrimcinin haksız yere suçlanarak katledilişi var. Bu konuda, konuşması gerekirken susmaya devam edenlerin, Katledilen bir devrimcinin katli Mihrac Ural’ın suç ortağı olmalarına tahammül ettiklerine inanmak istemediğim için konuşmaları gerektiğinde ısrar ediyorum...

Ali ÇAKMAKLI yoldaş’ın katledilişi gündeme getirildiğinde, bazıları, ‘’ Ali’nin de hataları vardı’’ demişlerdi. Elbette vardı. Kimin yoktu ki? Bunu söyleyenlerin yok muydu sanki. Hangimizin yoktu ki?

27 senedir mezarında kan-ter içinde yatan Ali Çakmaklı yoldaş, üç senedir huzur içinde yatıyor. Katili deşifre edildi, yalanları suratına çarpıldı ve katilliği tescil edildi. Komünist Ali Çakmaklı’nın katili Mihrac Ural, çırılçıplak ortadadır şimdi.

(16. bölüm. N. Rahuma, Z. Erdönmez ve 12 Eylül’e doğru ile devam edecek)