Şuanda 158 konuk çevrimiçi
BugünBugün1665
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9389
Bu ayBu ay9389
ToplamToplam10477813
hapishane günlüğü 18: sermaye birikimi ve mihrac ural PDF Yazdır e-Posta


(12 Eylül, insan ticareti, sermaye birikimi ve Mihrac Ural)

Hapishane anıları ile insan ticaretinin ne alakası var diyenler olabilir. Olmaz olur mu? Bunlar yazılmadan, bir dönemin karanlık noktaları aydınlanamaz ve bizim soytarı sekreter’imizin palavraları açığa çıkmaz. 12 Eylül, beyinlerdeki  hasarı gün ışığına çıkarttı. Sadece kırıp dökmedi. Kırıp dökerken, devrim –demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde samimi unsurların da gözlerini açtı. Birçok şeyin aydınlanmasına da sebeb oldu. Aydınlanmasına sebeb olduğu şeylerin neler olduğu görülebilirse, ilerde aynı hataların tekrarlanmamasına da yardım etmiş olur. Bizim görevimiz, sadece işkence edebiyatı yaparak, ‘’ne zulümler gördük bir bilseniz’’ diye sızlanmak değil. Zulüm gördüğümüz dönemde, yoldaş bildiklerimizin de ne yaptıklarını bilip ona göre dost-düşman ayrımını daha sağlıklı yapabilmek, bir sonraki dönemin güvenliğini sağlamaktır. ‘’ ne zulümler gördük’’ teranelerine takılıp kalmak ve habire tekrarlayıp durmak başlı başına anlamsız, boş ve korkuyu yüceltmek ve çaresizlik içersinde kıvranarak hayata küsmek ve bir köşede oturup ağlamaktan başa bir anlam ifade etmez.. Ne zulümler görenlerin arkasına sinerek, ne sefalar sürenleri de kulaklarında tutarak ‘’ gel bakalım’’ demeleri de gerekiyor. Mihrac Ural ve 12 Eylül’de insan ticareti yapanları bu bakımdan yazmak gerekiyor.

12 EYLÜL’DE, KİM NE YAPTI...?

Başkalarını yazmak bana düşmez. Ben, bizi yazmak istiyorum.  Eylül dönemi gelip de, birçoklarının kaçacak delik aradığı bir dönem de, Acilciler İstanbul örgütlenmesinden hiç kimsenin yurt dışına çıkmak diye bir tasası yoktu. Operasyon ve yakalanmaların  yoğunlaştığı en sert dönemde bile, yakalanırız korkusu içersine düşerek çalışmalarımızı aksatmadığımızı İstanbul’da bulunan herkes bilmektedir. Mihrac Ural, 12 Eylül’de çok önce kaçıp gitmişti. Türkiye sorumlusu  olduğu söylenen Tacettin Sarı, Mihrac’dan da önce gitmişti. Mihrac Ural’ın, ‘’Tacettin Sarı kimseye haber vermeden, ilişkileri bile devretmeden kaçıp gittiği ve Suriye’de polis olarak çalışmaya başladığını, bu nedenle de örgüte ihanet ettiğini’’ ileri sürerek  cezalandırılmasını önerdiğini, o dönemin tüm Acilcileri hatırlarlar.

Olayın gerçek yüzü yıllar sonra anlaşıldı. Tacettin Sarı, Mihrac Ural’ın talimatıyla Suriye’ye gitmiş, Mihrac Ural örgüte yalan söylemişti. Bu yalan’ın nedenlerini daha sonra yazacağım.

Acilciler’e soruyorum. 12 Eylül’den hemen sonra, özellikle güney bölgesinden başlamak üzere Suriye’ye yoğun bir göç başladı. Suriye’den Türkiye’ye haber gönderiliyor ve kime ulaşılabiliniyorsa Suriye’ye gelmeleri isteniyordu. Antakya başta olmak üzere, Adana, Mersin, Kayseri yani örgütlenmenin bulunduğu her yere gönderilen haber,’’Suriye’ye gelin’’yönünde yapılan yoğun bir propaganda vardı.

12 eylül öncesi ve sonrası. Suriye’ye, ya da bir başka ülkeye çıkılması için alınmış hiçbir karar yoktu. 12 Eylül’den sonra bir takım örgütlerin merkez kararla ‘’geri çekilme ve kadroları koruma’’ adına kararlar aldıkları ve bu nedenle bilinçli bir şekilde ve bir kural dahilinde militan ve yönetici kadrolarını Yurt-dışına çıkarttıkları, yada çıkartmaya çalıştıklarını biliyoruz. Bu konuda yayınlanmış kitaplar var. Onlardan öğreniyoruz. ‘’Kurtuluş’’ örgütünden İsmet Öztürk’ün yazdıgı ‘’ THKP_C’den Kurtuluş’a Mücadele Hayatım’’adlı kitapta ,’’geri çekilme ve belirli sayıda yönetici ve militan’ın güvenliklerini sağlama konusunda neler yapıldığı yazıyor. Bizde, böyle bir şey olmamıştır. Tatlı canını sağlama alan Mihrac Ural,, bugün artık iyice açığa çıkmış olan Muhabarat’la bağlantılı bir şekilde örgütü dışarıya taşımaya başlamıştır.  Eylül korkusunun yarattığı panik de bu amacı hızlandırdığından, ulaşabildiği herkesi Suriye’ye taşıması zor olmamıştır.

SÜRİYE’YE GİDENLER HANGİ AMAÇLA GİTTİLER.?

MİHRAC URAL’IN AMACI NEYDİ?

Örgütümüz açısından yazıyorum. Suriye’ye çıkartılan militan ve taraftarlarımızla birlikte, örgütsel hiçbir ilişkimizin bulunmadığı sıradan insanlar bile çıkartıldı. Macera olsun diye çıkanlar oldu. Çalışmak ve oradan da Avrupa’ya gidebilirim umuduyla  çıkanlar oldu.

Adı geçen dönemde dikkate alınmayan bu durum, aradan yıllar geçtikten sonra, oradaki gelişmeler ve izlenen yöntemin sonuçlarını değerlendirdiğimiz zaman çok net bir şekilde anlaşılıyor. Amaç, İster örgüt üyesi, ister sempatizan, isterse hiçbir şey olmasın, mümkün olduğunca kalabalık olmaktı. Kelle sayısı önemliydi.

Bir süre için soluklanmak, gizlenmek, darbenin yol açacağı sonuçlara bakarak, teorik ve pratik olarak kendini yetkinleştirdikten sonra yeniden ülkeye dönmek amacında olan militan ve taraftarlar ile macera için ya da, Avrupa hayaliyle oraya giden sıradan insanlar, Mihrac Ural açısından aynı konumda değerlendirildi. Sermaye birikiminin amacı olarak kullanıldı.

12 Eylül sonrası, Suriye’ye giden devrimcilerin hiçbiri, esas olarak Filistin halkıyla dayanışma amacıyla değil, korunmak ve bir süre sonra yeniden ülkeye dönmek için gittiler.

Yüzlerce insan Filistin kamplarına gönderildi. Militan ve sempatizanlarımızın  gidiş amaçlarını yukarda yazdım. Mihrac Ural’ın da bir amacı vardı elbette. Onu yazmadım. Onun da yazılması gerekiyor.

Mihrac Ural’ın amacının ne olduğunu,  daha iyi anlamak için öncelikle, Filistin kamplarında bulunan yoldaşlarımızın, orada ne  yaptıklarını ve oradan ayrıldıktan sonra nereye gönderildiklerini, Filistin’e gitmelerindeki amaca uygun mevzilendirilip mevzilendirilmediklerine, mevzilendirilmedilerse neden mevzilendirilmediklerine bakmamız gerekiyor. Bütün bunlardan sonra, Mihrac Ural’ın, hangi amaçla ve ne adına bu kadar insanı oralara getirmek için yırtınıp durduğunu yazmaya bile gerek kalmadan anlaşılacağını umut ediyorum.

Filistin kamplarında bulunan ve savaşçı olarak adlandırılan herkese maaş verildiğini biliyoruz. Hatta, kendilerine maaş verileceğini duyan bir çok yoldaşımız, bunu duydukları zaman çok şaşırmış,’’biz buraya para almak için gelmedik, eğitim yapmak, kendimizi ülkedeki mücadeleye daha iyi hazırlamak ve burada bulunduğumuz süre içersinde de Filistin halkıyla dayanışmak amacıyla geldik’’ diyerek, verilmek istenen maaş’ları kabul etmek  bile istememişlerdir. Militan ruh ve enternasyonalist dayanışma budur. Peki sonra ne olmuştur?

Mihrac Ural’ın kamplar sorumlusu komutan(!) Levent devreye girmiş ve ‘’gelenek böyle yoldaşlar’’ diye dil dökerek, militanları ikna(!) etmiştir. Maaş almak istemeyen yoldaşlar, Türkiye’de evli ve bir kaç tane de çocuk sahibi gibi gösterilerek, Filistinli  yetkililere, uzun bir liste verilerek her ay bu maaşlar, Levent tarafından, yoldaşların eline değmeden doğrudan alınarak Mihrac Ural’a aktarılmıştır. Bu durum İsrail’in Lübnan’ı işgal ettiği döneme kadar devam etmiştir. Lübnan’ın işgalinden sonra, orada ayrılan yoldaşlar Suriye’ye geçmişler, o tarihten bu güne kadarda Filistin kamplarına bir kişi dahi gitmemiştir

Mihrac Ural, bu sözlerime elbette şiddetle karşı çıkacaktır. Çıksın önemi yoktur. Karşı çıkmadan önce şu soruma cevap aramalı ve bir kez daha içinden çıkamayacağı palavralarla kendi kendini zor durumda bırakmamalıdır. Soru şu; Filistin’le en yakın ilişki içersinde  ve en kalabalık örgüt olduğumuzu iddia etmiyor muydu? Ediyordu. Hala da ediyor. Peki,  Lübnan savaşına kadar geçen dönemi bir yana bırakalım, ondan sonraki dönemde neden Lübnan’da  kendimize ait bir kampımız olmadı? Cevabı çok basit. Kendimize ait bir kamp’ta tüm masrafları da kendimiz karşılamak zorundayız, üstelik bu durumda kimseye maaş da verilmiyor. PKK’yı bir yana bırakıyorum. Onun dışında, bizden çok daha az sayıda militanı olan başka örgütlerin kampları vardı.

Bizim yoktu. Elbette olmaz. Sekreter geçinen bir tüccarğın gelir getirmeyen, masraf yapılan bir yerde ne işi olabilir ki. Amaç, Devrimci mücadele değil de,  kar-zarar hesabı olursa, olacağı bu olur..

MİHRAC URAL’A HIRSIZ DERKEN, HAKSIZLIK MI YAPIYORUM?

Kesinlikle haksızlık yapmıyor, doğrudan gerçekleri söylüyorum. Hırsız’a hırsız denir. Ben bunu söylüyorum. Acilciler Militanlarının yarattığı değerlerin üzerine oturmasından bahsetmiyorum henüz. O çokça sözünü ettiği Orta-Doğu palavraları ve Enternasyonal dayanışma şaklabanlığı altında,  Filistin halkının değerlerini nasıl cebe indirdiğini anlatıyorum. Bekar yoldaşları evli göstererek fazla maaş alması, aldığı paraların tek kuruşunu bile kimseye vermeden el koyması, yoldaşlar arasında dedikodu ve yer yer kavgalara bile neden olmuştur.  Bunun adı nedir? Henüz, insan ticareti olduğunu söylemiyorum. Buradan hareketle, hırsızlık yaptığını, insan ticareti yaptığını söylersem haksızlık yapmış olurum. Bekleyin...

Filistin kamplarında, 1981 yılının ikinci yarısından, 83’ün ikinci yarısına kadar,  yüzlerce yoldaş eğitim gördü, İsrail siyonizmine karşı savaştı. Yaralananlar,  ölenler oldu. 700’e yakın insan bu kamplarda geldi geçti. Soruyorum. Bunlar Niçin getirilmişti? Geldiklerinde, neler söylenmişti bunca insana. Eğitim yapıp, ideolojik-politik açıdan yetkinleşerek askeri eğitimden geçtikten sonra, ülkeye dönüp örgütlü çalışmaya katılmak için geldikleri ve bu konuda fedakarlık yapmaları gerektiği söylenmedi mi? Bunca insan, her türlü fedakarlığa katlanarak, ‘’her şey örgütümüz için, her şey devrimci mücadelemizin geleceği için’’ hareket etmedi mi? Kimse etmediklerini iddia  edebilir mi?

Ne oldu bu kadar insana? Bunlardan kaç tanesi Ülkeye gönderildi? Ülkeye gidenleri engellemek istemediler mi? Ülkeye gitmek isteyenleri engellemek için her türlü yolu denemediler mi? Bunun yerine, Avrupa’ya gitmelerini özendirmediler mi?

Bunca insan, askeri eğitim gördüğü Filistin kamplarında, öğrendiklerini hayata geçirmek için ne yaptı? Yapılan eğitime uygun bir tek eylem yapıldı mı? Uçak savarından, roketatarına kadar  birçok savaş aracını kullanabilen militanlardan hiç birisi, öğrendiklerini hayata geçirmek için mevzilendirilmedi. Bu konuda hiçbir çaba gösterilmedi. Türkiye tarafında dönüp bakılmadı bile. He şey Suriye’ye, her şey Suriye’deki Mihrac Ural adlı haine göre organize edildi. Sonuç nedir peki? Bu günkü durumu nasıl izah edeceğiz? İzah etmeye ne gerek, sonuçlar göz önündedir.

Lübnan’ın işgalinden sonra Filistin kamplarında barınma olanağı kalmayan militanlara ihtiyaç kalmamıştı artık.  Maaşları kesilmiş militanlar, Mihrac Ural için yük olmaya başlamıştı. Türkiye’ye gönderildikleri taktirde bunların mevzilenmesi vb. yığınla uğraşmak, kafa yormak ve bu iş için masraf etmek gerekiyordu. Kafasında, Türkiye diye bir şey kalmamış olan adam için bunlar boşuna bir çaba demektir. ‘’Altın yumurtlayan tavuk’’ların, yumurtadan kesilmesi üzerine bir an evvel çiftlikten uzaklaştırılmaları gerekiyordu ve öyle de yapıldı. ‘’ erken ötenler, bu duruma isyan edenler, tartışanlar, sorun çıkartan bozguncular olarak, komplolarla ya öldürüldüler, ya gözden düşürüldüler, karalandılar ve tehdit edilerek uzaklaştırıldılar. Geriye kalan 600 dolayında insan’da parça parça Avrupa’ya gönderildi. Beş kuruş ceplerine konmadığı gibi, Avrupa’ya gitmeden önce, en az ikişer ay işçilik yaptırıldı ve kazançlarının birer maaşlarına el konuldu, geri kalan parayla da, birer bilet alınarak dağıtıldı.

Abartmıyorum. Ne abartıyorum, nede olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermiyorum. Yüzlerce tanık var. Sadece Acilciler değil, Başka örgütlerden insanlar bile aynı şeyi yaşadılar. Mihrac Ural’ın eline düşen her kim olursa olsun dolandırıldı, soyuldu, son kuruşuna kadar elinden alındı. Onlarca başka örgütlerden devrimci Mihrac’ın, daha doğrusu Muhabarat’ın imkanları ile Avrupa ülkelerine geldi. Bu insanların üzerlerindeki paralar, ‘’ yolda ne olur ne olmaz’’diye Mihrac tarafından ellerinde alınarak, örneğin Fransa’ya gelenlere, ‘’ güvenlik gerekçesi öne sürülerek, ceplerindeki bütün para alınarak ‘’Paris’te, Anadolu-Der’de yoldaşlardan alacaksınız’’ sözü verilerek beş kuruşsuz gönderildi. Paris’e gelerek Anadolu-Der’de parasını isteyen devrimciler dolandırıldıklarını anladılar ve orada kalan arkadaşlarına’’ aman Acilciler’e yaklaşmayın ‘’diye haber yolladılar.

Şimdi soruyorum? Bunun adı nedir? Bunun adı insan ticareti yapmak, insan pazarlamak değil mi? Savaş ağalıgı denmez mi buna?  Bunun adı, Enternasyonal dayanışma kisvesi adı altında hırsızlık yapmak değil mi? Bunun adı. Devrimcilik adına, devrime ihanet değil mi? Devrimcilere ihanet değil mi? Yoldaşlarına karşı yalan söylemek, onların sırtından para kazanıp haksız kazanç elde etmek değil mi?

12 Eylül darbesi olmasaydı, Mihrac Ural bunları yapabilir miydi?

Mihrac Ural neyin sekreteri peki? Bu soysuz adama,12 eylül sekreteri denmeyecek de,  ne diyeceğiz.

Utanmaz adam, Hala konuşabiliyor. Hala palavra atıyor. Ve hala Küresel militan olmaktan dem vuruyor. Bunun adı küresel militanlık mı? Küresel soytarılık mı? Kararı siz verin.

İşte bu adam, Bizi suçlayan adam’dır. İşte bu adam, Bizleri örgüt düşmanlığı yapmakla itham edendir.

Ve bu adam, ‘’insan erdeminden’’ söz ediyor. Bu sözler bu ve benzeri adam’ların ağzına yakışan sözler mi? Olacak şey mi bu? İnsan erdeminden bahsedebilen bu çene’nin, anladığı dilden susturulması  gerekmez mi?

Bazı arkadaşlar, benim bu olaylar olurken orada olmadığımı, bu bakımdan, tanıklığımın olmadığı şeyler konusunda nasıl olup da bu kadar emin konuştuğumu söyleyebilirler. Çok basit... Sözünü ettiğim tarihlerde orada bulunan yoldaşlara sorsunlar, yazdığım her cümlenin en az yüz tane tanığı çıkmazsa eğer,  bütün sözlerimi geri alacağım ve Mihrac Ural’dan özür dileyeceğim. Suriye’den Avrupa’ya gelen 600 dolayında insandan 590 tanesi bu söylediklerimi onaylamazsa, döneceğim ve herkesten özür dileyeceğim.

SURİYE’DEN GELEN HABER VE ADANA’YA GİDİŞ.

 

Aralık 1980 tarihi başlarında, Şimdi kim tarafından iletildiğini hatırlamadığım bir haber aldım. Ben, Engin ve İbrahim Büyüker’in mutlaka ve bir an önce Adana’ya gelmesi isteniyordu. İbrahim Büyüker ile o sırada örgütsel ilişkimizi kesmiştik, bu bakımdan İbrahim’in gitmesi söz konusu değildi. Haberi Engin’e’ aktardım, Suriye’ye değil Adana’ya gelmemiz istense de, biz bunun Suriye’ye çıkmamız da isteniyor olabilir diye düşündük. Gitmeye karar verdik.

Adana’da, ‘’küçük saat’’ civarında bir pastanenin önünde bizi bekleyecek olan yoldaşla buluşacağız. Randevu yerine, belirlenen saatten epey önce geldik.. Ortalıkta dolaşmaktansa, pastanenin hemen yanında bulunan bir sinemaya girmeyi daha uygun bulduk. Afişte güzel bir film vardı. İçeriye girdikten on dakika sonra, seyretmeyi düşündüğümüz film aniden kesildi ve yerine seks filmi gösterime girdi.

Engin’le birbirimize bakıp, kalkıp kalmama konusunda kuşkuya düştük.  12 Eylül dönemindeyiz. Dışarısı polis ve jandarma kaynıyor, adamlar açıktan açığa seks filmi oynatıyorlar, baskın da olabilir.  Vazgeçtik, en iyisi içerde kalmak. Randevu saatinde beklediğimiz yoldaş geldi ve daha sonra Meydan Mahallesi olduğunu öğrendiğimiz bir eve götürüldük. Suriye’ye gidecektik. Bir hafta Adana’da aynı evde kaldık, ortalık korkunç derecede sıcaktı ve mümkün olduğunca evden dışarıya çıkmıyorduk. Adil Okay, Gülay Kerimoglu ve Ali Haydar zaman zaman eve geliyorlar, her an gidebileceğimizi söyleyip gidiyorlar.

İstanbul’dan yola çıkmadan önce, Engin’le konuşmuş ne yapacağımızı biliyorduk. Suriye’ye gidersek eğer, en fazla bir hafta, bilemedin on gün sonra ben tekrar döneceğim. İstanbul’da, Engin’in kalabileceği güvenlikli bir yer ayarladıktan sonra Engin de dönecek ve biz çalışmalarımıza devam edeceğiz. En geç iki ay sonra, Engin tekrar İstanbul’da olacak.

Adana’da kaldığımız ev’in güvenlikli olmadığı, yanımıza gelip giden yoldaşların tedirginliklerinden belli oluyordu. Aradan bir hafta zaman geçmiş olmasına rağmen ha bugün ha yarın diye bekletiliyorduk. Adana’ya geldiğimizi İstanbul’dan kimseye söylememiş, nasıl olsa en geç on gün içersinde döneceğimizi düşünmeme rağmen hala hiç bir şey yapılamamıştı. Engin’le konuştum ve gitmekten vazgeçtiğimi, kendisinin gitmesini, konuştuğumuz gibi ben güvenli bir yer ayarladıktan sonra yeniden dönmesini söyledim. İstanbul biriminden kimseye haber vermeden geldiğim için, dönüşümün de öyle bir hafta sonra değil, belki de aylar alacağını hesaplayarak, herkesi yüz üstü bırakıp kaçarcasına gitmiş olmayı içime sindirememiştim.

Aynı düşüncemi, Adanalı yoldaşlara da aktardım ve İstanbul’a dönüyorum dedim. Memnun olmasalar da, karşı da çıkmadılar. Üstelik, Adana’da aranmakta olan bir kaç kişinin olduğunu, bunlardan bir tanesinin (Adana’da bisikletli olarak tanınan, Mustafa Taştan) yakalandığı taktirde Adana örgütünün çökebileceğini söyleyerek, bu yoldaşı İstanbul’a götürmemi istediler. Kabul ettim. Engin Erkiner’le vedalaşarak, yanıma aldığım üç kişiyle birlikte İstanbul’a döndüm.

(19. bölüm. İstanbul Operasyonu ve yakalanmamızla devam edecek)