Şuanda 385 konuk çevrimiçi
BugünBugün2113
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9837
Bu ayBu ay9837
ToplamToplam10478261
1000'E MERHABA! PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 28 Aralık 2010 00:01


Bu yazıyı yazdığım sırada bugün için sitedeki tıklama sayısı 1044 idi. Yazıyı gece yarısından sonra yerleştireceğim. O zamana

kadar sayı biraz daha artar. Ne kadar artacağı önemli değil. Bir süreden beri günlük 800-900 civarında dolaşıp duruyorduk. Bir

ara 1000’i aşacağımız artık belliydi.

Site yayına başlayalı yaklaşık 2.5 yıl oldu. Önceden karar vermiştim: bir gün 1000 rakamını bulursak, kutlama yapacağım.

En sevdiğim kırmızı şarap Saint Emilion Grand Cru’yu açtım. Biraz şarap içtikten sonra, şaraptan ayrı olarak bir de Monte Kristo içeceğim.

O nedir, derseniz, Küba malı sert bir puro. Bayağı pahalı. Ben de zaten neredeyse üç aydır hiç sigara ya da puro içmemiştim. Sigara içmek benim için ayrı bir iştir. Bu nedenle sigara ya da puroyu çay, kahve ya da şarapla içmem. Ayrı ayrı içerim. Yoksa ikisinin de tadını alamam…

İki buçuk yıl kadar önce tek tabanca bu işe başlarken, kazanacağımı biliyordum. Kazanmak fiili kısa sürede çoğul oldu, ama işin bu noktaya geleceğini tahmin etmemiştim.

Devrimci harekette belirli bir döneme denk geldi. Ek olarak biz de bu dönemi görebildik.

Devrimci harekette geçmişle ideolojik hesaplaşma yapılmıştır. Herkes kendine göre bu hesaplaşmasını yapmıştır. Ne ki, örgütsel hesaplaşma yapılmamıştır.

Devrimci hareketteki örgütlerin tarihleri epeyce kirli tarihlerdir. Sadece sol içi çatışmaları ve örgüt içi infazları bile düşünmek yeterlidir.

Bu kirli tarihin üzerinde hemen hiç durulmamıştı.

Kadere bak!

1972 sonrasında THKP-C’nin ardından silahlı mücadeleye ilk başlayan örgüt olduğumuz gibi, bu konuda da kapıyı açmak bize düştü.

Kendi örgütsel tarihimizin neredeyse bütün kirini ortaya döktük.

Bu kirin baş üreticisi, baş müsebbibi Mihrac Ural’ı teşhir ettik demeyeceğim, çok daha fazlasını yaptık.

Bu sitenin bu denli ilgi görmesinin nedeni budur.

Sadece Acilciler’in tarihi söz konusu olsaydı, fazla ilgilenen olmazdı.

Neden ilgilensinler?

Özelden çıkıp genele sıçradık. Herkesi kendi tarihini elden geçirmeye çağırdık. Bu yapılmadan, devrimci hareket belini doğrultamayacaktır. Bunu da artık herkes kabul ediyor. Geçmiş ortaya dökülüp hesaplaşılmayınca, kimse birbirine güvenmiyor.

Bunun aşılması gerek ve biz üzerimize düşeni büyük oranda yerine getirdik.
Daha da devam edeceğiz ama bugüne kadar önemli oranda yol almış durumdayız.

1960’lı yılların Cumhuriyet gazetesi gibi renksiz ve resimsiz yayınlanan bu siteyi duymayan yok denilebilir…

Bu site, Acilcilerin arasındaki ilişkileri de önemli oranda düzeltti. İnsanlar birbirlerini yeniden sevmeye ve saymaya başladılar.

Bu bile büyük bir gelişmedir.

İnsanları sürekli olarak birbirine karşı kışkırtan, birbirine karşı kullanan pislik şahıs devreden çıkınca, ilişkiler de düzeldi.

Sitenin başka hizmetleri de oldu:

Örneğin bir yazar yetişti: İbrahim Yalçın.

İnanmayan İbrahim’in ilk yazılarıyla son yazılarını karşılaştırsın. Aradaki büyük farkı görecektir.

Gerekli çaba harcanmadan hiçbir şey olmaz.

Ek olarak, Cahit Çelik sayesinde Türkçe yeni bir deyim kazandı: mirolaşmak.

Devrimci harekette geçmişine sırt çevirmiş, sırt çevirmenin ötesinde, boğazına kadar pisliğe gömülmüş Mirolar az değil…

Bizim Miro, bunların özel hali… En aşırı hali…

Sırt çevirdiği devrimci bir geçmiş yok, baştan beri miro…

Zamanla miroluğu artıyor…

Yazılacak daha çok yazı var:

Konulara göre bölümlersek…

Birincisi: Aynayı kendimize daha fazla tutmamız gerekiyor: bu namussuzu ortaya çıkarmakta neden bu kadar geciktik?

İkincisi: bu tipin bir yöntemini ve karşı yöntemimizi anlatacağım.

Üçüncüsü: İbrahim zaten hapishane anılarına devam ediyor.

Dördüncüsü: devrimci hareketin geçmişiyle ilgili bir sürü kitap yayınlanıyor. Bunları da fırsat buldukça bu sitede değerlendireceğiz.

Beşincisi: arada eski Cephe dergilerinden, Miro’dan alıntılar yapacağız. Okumamışsınızdır ya da unutmuşsunuzdur.

Bir insan kendi yazdığı neredeyse her şeyi savunamaz duruma düşer mi?

Miro bu, düşer!

Benim açımdan işin kötü tarafı nedir, biliyor musunuz?

Kazanacağımızı baştan beri biliyordum ama işin bu kadar gelişeceğini düşünmemiştim.

Yazmam gereken bir sürü yazı var. Bazıları da uzun yazılar.

Uzun veya kısa, iyi yazı yazmayı severim, buna çalışırım. İyi olmayan yazı beni rahatsız eder. Sayfa doldurmak yazı yazmak değildir. İnsan, yazınca bir şey söylemeli. Söyleyecek bir şeyi yoksa yazmamalıdır.

Bu sitede her gün en az bir tane yeni yazı yer alıyor.

Siteye canlılık veren iki faktör var: sürekli güncelleme ve okunabilecek yazılar…

Aynı yazılar birkaç gün durursa, insanlar neden siteyi ziyaret etsinler?

Hava cıva yazılar olursa, neden okusunlar?

İki buçuk yıl boyunca her gün en az bir yazı üretebilmek, Acilciler’in çapını da gösteriyor. Demek ki, biz eskiden de hiç ama hiç boş bir örgüt değilmişiz.

Bunun nasıl bir zaman ve enerji istediğini kolayca tahmin edebilirsiniz.

Bir de öteki yazılar var…

Bu ay hesap tuttum. Yazdığım her yazıyı not aldım:

Bugün ayın 27’si ve 25 yazı yazmışım.

Bunlardan 12 tanesi sadece bu site için yazılanlar ya da neredeyse yarısı…

8 tanesi de ülkenin çok okunan sitelerinden birisi olan Fırat Haber Ajansı için yazılmış…

Kalan 5 tane de değişik yerler için…

Sayıları biraz öteki yerlere doğru kaydırabilirsem, hiç fena olmayacak hani…

Daha fazla yazarsanız, benim de yüküm hafifler demek istiyorum yani…

Daha nice 1000’LERE diyelim…