Şuanda 147 konuk çevrimiçi
BugünBugün1980
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9704
Bu ayBu ay9704
ToplamToplam10478128
kış uykusu uyumamak... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 08 Şubat 2011 05:15


Bir arkadaşımız, H.Y. Keser, Özgür Medya’daki “Kış Uykusu” başlıklı son yazısında, bu sitede 2,5 yıldır süren yazıların ve bunların sonuçlarının eleştirel bir değerlendirmesini yapmış.

Okur, eğer okumamışsa, önce bu yazıyı okumalıdır.

Yazıdaki ana saptamayla ciddi farklılığımız olduğunu belirterek başlayayım: Bu sitede yapılanlar gerçek bir ihtiyaçtan doğdu. Bütün mesele, “gerçek ihtiyaç” denildiğinde ne anlaşıldığıdır.

H.Y. Keser, “gerçek ihtiyacı” eski Acilciler çerçevesinde düşünüyor. Örgütsel geçmişle hesaplaşmanın ancak yeniden örgütlenme çabası ve politik boyutla, teorik tartışmayla anlam kazanacağını söylüyor.

Gerçekte ise durum başka türlüdür.

Bu site esas olarak eski Acilciler’e (HDÖ ve Devrimci Savaş dahil) yönelik bir site değildir. Burası devrimci hareketin geneline yönelik bir sitedir ve aylardan beri süren yüksek ziyaretçi sayısı, gerekse de aldığımız haberler bunu göstermektedir.

Devrimci hareketteki gerçek bir ihtiyaca hitap ediyoruz.

Hemen herkes geçmişle hesaplaşmasını politik olarak tamamlamıştır. Yapılanı doğru ya da yanlış bulabilirsiniz ama hemen her örgüt yenilgisinin politik değerlendirmesini yapmıştır.

Yapılmamış olan ve bir türlü de yapılamayan geçmişin örgütsel değerlendirmesidir.

Örgüt içi şiddet, örgütler arası şiddet, hiyerarşik olarak adlandırılamayacak ipe sapa gelmez örgütsel işleyişler vd.

Bu değerlendirme yapılmadan geçmiş değerlendirmesi bitmez.

Devrimci hareketin şu andaki gerçek ihtiyacı, bu değerlendirmenin yapılmasıdır.

Bu sitede Acilciler’in örgütsel geçmişinin değerlendirmesini yaptık.

Örgüt içi şiddeti, bu şiddetin hangi amaca hizmet için kullanıldığını, içimize sızan Muhabarat elamanını açığa çıkardık.

Ve herkesin kendi örgütünün tarihi içinde aynı hesaplaşmayı yapması gerektiğini belirttik.

Biz bildiğimizi anlattık, analiz ettik, sonuçlar çıkardık.

“Herkes kendi içindeki Mihrac Ural’ı bulsun” diye de çağrı yaptık.

Solun örgütsel değerlendirilmesi konusunda az da olsa kitaplar yayınlanıyor. Bunları da siteye taşıdık ve değerlendirmelerini yaptık.

Bu yönde devam edeceğiz.

Eski Acilciler ile sınırlı bir bakış açısı ve değerlendirme devrimci hareketin gerçek bir ihtiyacı değildir, sadece eski Acilcileri ilgilendirir.

Bizim yaptığımız ise, bildiğimiz örnekten yola çıkarak, örgütsel değerlendirme konusundaki gerçek ihtiyaca kendi yönümüzden cevap getirmektir.

Dolayısıyla esas gerçek ihtiyacı burası temsil etmiştir, etmektedir.

Ek olarak, örgütsel hesaplaşmanın ancak politik tartışma ve yeniden örgütlenmeyle birlikte yürüyebileceği de doğru değildir.

30 yıl önce birbirine oldukça yakın tespitlerimiz vardı.

30 yılda dünya çok değişti, her şeyin yeniden tartışılması gerekiyor.

Ama kiminle tartışacaksınız?

Birincisi: Böyle bir tartışma eski Acilciler ile sınırlı olamaz.

Neden olsun?

İkincisi: Özel olarak eski örgüt militanlarının yeniden örgütlenmesi, kış uykusundan uyandırılması da söz konusu olamaz.

Önceki bir yazıda da belirtmiştim: bugünün işi bugünün insanıyla yapılır, 30 yıl öncesinin insanıyla değil…

Bir insanın 30 yıl önce şu veya bu iyi özelliklere sahip olması, bugün de (bugünden kasıt son on yıldır) iyi özelliklere sahip olduğu anlamına gelmez.

Sosyalist mücadele içinde bulunmak isteyenin dürtülmeye, uyandırılmaya ihtiyacı yoktur. O zaten uyanıktır. Yaptıkları eksik olabilir, hatalı olabilir, yetersiz kalabilir, ama o mücadelenin içindedir.

Geçmişte hangi örgütten olurlarsa olsunlar, öncelikle bu insanlar birlikte iş yaparlar, tartışırlar. Bu gelişme başkalarını ne oranda etkiler, bilemem, ama insanları sürekli dürterek faaliyete yöneltmeye karşıyım. Böylesi bir çaba anlamsız olur.

“20 yıldır hiçbir şey yapmamış olanlar” belirlemesi, devrimci hareketin eski militanlarının en az yüzde 80’i için doğru değil midir?

Çok sayıda eski militanın içmekten ve geçmişi yad etmekten başka işi olmadığını ülkeye gidip gelen herkes söylüyor.

Gençlere asıl kötü örnek olanlar bunlardır.

Öyle bir geçmiş anlatıyorlar ki, tek kelimeyle harika!

Arada, hatalarımız da oldu” diyorlar tabii…

Azıcık aklı başında bir insan, geçmiş bu kadar iyi idi ise, solun yıllardan beri süren bu rezil durumu nereden çıktı? diye sorar.

12 Eylül bozgunu nasıl oldu, diye sorar.

12 Eylül öncesi bu kadar iyiyse, yenilgi bile değil, ancak bozgun olarak tanımlanabilecek durum nasıl ortaya çıktı?

Soruyu kendimize tercüme edelim:

Güney örgütlenmesi o kadar muhteşem idiyse, neden 12 Eylül sonrasında bu duruma düşmüştür?

İki bildiri dağıtmak direniş demek değildir, sanırım bunu herkes biliyor.

Sadece biz mi?

Adana’nın en büyük örgütü Devrimci Yol da neredeyse hiçbir şey yapamadı.

Biz ne kadar kötü bir soluz, inanılır gibi değil…

Bu noktaya kadar bile zor bela gelebildik.

Yıllarca “12 Eylül’de direnilmedi, bütün bunlar da onlar oldu” masalıyla gelindi.

Bu derme çatma örgütsel yapılarla mı direnilecekti?

Herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı sol, nasıl birleşik direniş sergileyebilirdi?

İç ilişkilerinin pislik ve polis kaynadığı örgütsel yapılarla mı direniş yapılacaktı?

Bunlar üzerine düşünmek ve cevaplar üretmek; solun gerçek ihtiyacı budur ve biz de bunu yapmaya çalıştık, çalışıyoruz.

Eski arkadaşlarımızın bir bölümü, yapılan bütün çağrılara karşın bu çabaya katılmadılar.

Küçük ile orta büyüklük arasında bir örgüt olarak değerlendirilebilecek eski Acilciler’den yine de 25-30 kadar insan bu çabaya katıldı.

Bu, önemli bir sayıdır.

Ve örgütsel tarihimiz büyük oranda elden geçirildi, karanlıkta kalan noktalar aydınlatıldı.

Sadece şu üç noktayı belirtmek bile yeterlidir:

Birincisi: Sol içi şiddetin bizdeki yansıması; örgüt içi cinayetler büyük oranda aydınlatıldı. Kimlerin öldürüldüğünü herkes biliyor. Nasıl öldürüldüler, kim emir verdi? Hepsi ortaya çıkarıldı. Başarısız örgüt içi öldürme teşebbüslerini bile ortaya çıkardık.

İkincisi: 1978 yakalanmasındaki karanlık ortadan kaldırıldı. Mihrac Ural’ın Ankara’da değil Samsun’da yakalandığı, hiç işkence görmediği, polisle anlaştığı ortaya çıkarıldı.

Üçüncüsü: 1978 yılından beri bu örgütteki hemen herkesin sorduğu, Samandağ Ziraat Bankası soygunundan alınan para ne oldu? sorusu açıklığa kavuşturuldu. Bu paranın kimlerin ceplerine indiği ortaya çıkarıldı.

Maddeler çoğaltılabilir ama sadece bunlar bile yeter…

Bu konularda farklı görüşleri olan arkadaşlara, “sen 20 yıldır bir şey yapmadın, konuşamazsın” gibi saçma bir söz söylememiz mümkün değildir. Böyle yaptığımıza dair herhangi bir örnek gösterilmesi de mümkün değildir.

İsteyen istediği görüşü getirsin, bizde her şeye cevap bulunur arkadaşlar…

Üstelik aklı başında cevap bulunur…

20 yıl kenarda duran insanlar sadece pratikten değil, teoriden de koparlar.

20-30 yıl öncesinin söylemiyle, o zamanın kavramlarıyla bugün pek bir şey açıklayamazsınız.

Tıpkı kış uykusu meselesinde olduğu gibi…

Bu yazının başlığında da kış uykusundan söz ediliyor, gerçekte ise bu doğru bir kullanım değildir.

“Acilciler 20 yıldır kış uykusundadır” denilemez.

Nedir kış uykusu?

Bazı hayvanlar kışı geçirmek için uzun bir uykuya dalarlar, baharda uyanırlar.

20 yıldır kış uykusunda olan Acilciler ise, uyandıklarında bambaşka bir dünya göreceklerdir.

Kış uykusu uyuyan bir hayvan, örneğin ayı, uykuya dalmadan önceki dünya ile uykudan uyandıktan sonraki dünya arasında, mevsimin değişmesinin ötesinde fark görmez.

20 yıl sonra uyanacak Acilciler’in ise feleği şaşacaktır…

Bu dünya ne olmuş böyle!

Bu nedenle kış uykusu metaforu bu durumda kullanılmamalıdır.

Bunun adına analitik düşünce tarzı deniliyor.

Konuların derinine inmek, bağlantısız gibi görünen olayları birbirine bağlamak konusunda analitik düşünce tarzının öğrenilmesi olmazsa olmazdır.

Bizde ne yazık ki yeni yeni öğreniliyor.

Yirmi yılda çok fazla şey birikti arkadaşlar…

Bugünü anlamak ve bir şekilde sosyalist mücadeleye daha fazla katkı yapmak istiyorsanız, ki bu güzel bir istektir, moralinizi bozmayayım ama öğrenilmesi gereken epeyce konu vardır.

İnsan uzun zaman pratikten kopunca, teoriden de önemli oranda kopuyor.