Şuanda 375 konuk çevrimiçi
BugünBugün2719
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10443
Bu ayBu ay10443
ToplamToplam10478867
30 Mart, THKO ve THKP-C PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 30 Mart 2011 16:58


 

            30 Mart 1972’de ilk büyük kontr-gerilla operasyonuyla Kızıldere’de öldürülen on devrimci, bu yıl, geniş bir katılımla ve devrimci dayanışma çerçevesi içinde anılacak.

            30 Mart vesilesiyle ilgili başka bir konuya özellikle dikkat çekmek istiyorum:

            AKP’nin doğrudan ama özellikle dolaylı yandaşları, devrimci hareketin tarihini karalamak için, bu tarihte özel önem taşıyan kişilere özellikle saldırıyorlar.

            12 Mart 1971’deki TDGF (Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu), Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve adları eklenebilecek dönemin diğer devrimcileri, “Ergenekoncu”, “darbeci”, “ordu hayranı devrimci” olarak adlandırılıyorlar.

            1965-1971 dönemi, bu ülke devrimci hareketinin tarihindeki büyük bir dönemdir. Bu dönemi ve o dönemin önemli isimlerini hayali suçlamalarla karalamak, sol harekete saldırmanın, onun içini boşaltmanın başka bir çeşididir.

            AKP ile gizli ve açık yandaşlarını suçlamıyorum. Onlar, kendileri açısından gerekeni yapıyorlar.

            Peki ya biz ne yapıyoruz?

            Sol hareket, yıllardan beri süregelen tepkiciliğinin doğal uzantısı olarak, rakip onu nereye çekerse oraya gidiyor. AKP ve yandaşlarının istedikleri alanda, kendisine çizilen sınırlar içinde kalarak mücadeleye giriyor ve doğal olarak da zorlanıyor.

            Tepkicilik, aynı zamanda, insanın tepkilerinin peşinde sürüklenmesi demektir ve AKP’nin istediği de zaten budur.

            Kızıldere’de on önemli kadrosunu kaybeden THKO ve THKP-C nasıl ortaya çıkmışlardı?

 

            TÜRKİYE VE KUZEY KÜRDİSTAN 1968’İ

            1968, başka ülkelerde olduğu gibi bizde de tek yılı değil, bir dönemi ifade eder.

            Örneğin Latin Amerika ülkeleri için 68, Küba devrimi (1959) ile başlar ve Şili’de Allende’nin devrilmesiyle (1974) sona erer.

            Bizim için ise 1968, Türkiye İşçi Partisi’nin kurulduğu 1961’de ya da daha iyisi TBMM’ne 15 milletvekiliyle girdiği 1965’te başlar, 1980’de sona erer.

            Bu dönem, düzene karşı THKO, THKP-C ve daha sonra da TİKKO ile ilk silahlı karşı çıkışı da içerir.

            Bu dönem ülkedeki gizli ABD üslerinin, ikili anlaşmaların, dış ve iç sömürünün açık olarak ortaya serildiği bir yıllardır.

            1965-1971 arasında dönemin iktidarı tek başına Adalet Partisi, Başbakan da Süleyman Demirel’dir.

CHP’nin yanı sıra dönemin bir başka önemli partisi de Necmettin Erbakan’ın başkanlığındaki Milli Nizam Partisi’dir.

Bu dönemin başlarında MHP yoktur, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi vardır. Bu parti, Alpaslan Türkeş’in başkan olmasıyla MHP’ye dönüşür, komando kampları kurulur ve devrimci harekete saldırılar başlar.

MHP’nin asıl öne çıkışı 1974 sonrasındadır.

1965-1971 döneminde devrimci harekete asıl saldıranlar, sonradan Akıncılar adını alacak olan milliyetçi-mukaddesatçı gruptur. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayip Erdoğan bu grubun içinde ve görülebilecek kadar ön plandadır.

AKP ve destekçileri sadece Kızıldere’de öldürülen ve Deniz Gezmiş ile arkadaşlarına değil, 68’e düşmandırlar.

O dönemde devrimci harekete tekbir getirerek saldıranların başında bunların da içinde bulunduğu milliyetçi-mukaddesatçılar vardır.

Bu dönemin tarihinin bir de milliyetçi-mukaddesatçılar yönünden yazılması gerekir. AKP’nin önde gelen kadrolarının tamamına yakını o dönemde bu kesimde yer alıyordu.

Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve o dönemde yer alan başka isimler, devlet kadar devletin yardımcı gücü bu örgütler ve kişilerle de mücadele etmiştir.

 

68 DEĞERLENDİRİLMEYİ BEKLİYOR

Kendi tarihimizi eksik bıraktığımız oranda, bu değerlendirmeyi başkaları ve işine geldiği gibi yapar.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki 68’in belirli yanları dikkate alınarak değil, tam bir değerlendirmesinin yapılması zorunludur.

Böyle bir değerlendirme, başka ülkelerin 68’leri de dikkate alınarak yapıldığında, bizdeki 68’in, ülke tarihinde büyük öneme sahip olmakla birlikte, toplumu değiştirip-dönüştürmek ve geleceğe kalıcı izler bırakmak anlamında, güçlü bir 68 olmadığı görülecektir.

Başka ülkelerde olduğu gibi bizde de, silahlı mücadele örgütleri 68 hareketinin ayrışması sonucu ortaya çıktılar.

Bu dönemle ilgili değerlendirmelerde en büyük handikap gerek 68 hareketinde gerekse de THKO ve THKP-C’de görülen Kemalizme ve silahlı kuvvetlere yönelik olumlu değerlendirmelerdir.

Burada 20’li yaşlardaki devrimcilerin yaşadıkları sosyalizasyonu, bu sosyalizasyonla içselleştirilmiş değerlerle çatışmalarını ve pratik içinde değişmelerini dikkate alan bir değerlendirmenin yapılması gereklidir.

Örneğin Deniz Gezmiş, 1969’da Samsun-Ankara Mustafa Kemal Yürüyüşü’ne katılan bir devrimci olarak mı, yoksa son sözleri “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği”ni içeren bir devrimci olarak mı değerlendirilmelidir?

Her iki tutum da Deniz Gezmiş’e aittir. Döneminin bütün devrimcileri gibi O da sıkı bir Kemalist eğitim görmüş ve her çocuk ve genç gibi kendisine empoze edilen değerleri benimsemiştir.

Devrimci pratik içinde bu değerlerle artan oranda çatışma yaşanır ve insanlar evrimleşir.

Dikkate alınması gereken bu evrimdir, yoksa bu evrimin şu veya bu ara durağı değil…

Yirmili yaşlardaki insanların yaşamış oldukları sosyalizasyonla pasif olarak içselleştirdikleri değerlere bir anda başkaldırmaları, onlardan kopmaları beklenemez.

Hayatları ne yazık ki kısa sürdü ve bu kısa hayatlarında bile önemli bir evrim yaşadılar.

Utanması gerekenler, aradan 40 yıl geçtikten sonra bile, onların evrimlerinin ara duraklarını sanki onların hayatının tümüymüş gibi göstermeye çalışanlardır.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan 68’inin tarihi tüm boyutlarıyla değerlendirilmeyi bekliyor.

Sarkozy, iktidara geldiği ilk yıllarda, “Fransa’nın tarihinden 68’i sileceğiz” demişti.

Başaramadı!

AKP ile gizli ve açık destekçileri de aynı amacın peşindeler.

ANF 30 Mart 2011