Şuanda 234 konuk çevrimiçi
BugünBugün3315
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11039
Bu ayBu ay11039
ToplamToplam10479463
emperyalizm mi dediniz? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 19 Mayıs 2011 18:50


Kullandığımız kavramlar eskisine göre daha fazla ayrışmış durumda…

Bu nedenle herhangi bir kavram kullanıldığında, “hangisi” diye de açıklamak gerekiyor.

Aksi durumda çok kişi aynı kavramı kullanıyor ama herkes ona farklı bir içerik veriyor.

Marksizm, ama hangisi; sosyalizm, ama hangisi; emperyalizm, ama hangisi; ve güncel bazı kavramları kullanırsak, çözüm, ama hangisi?

Herkes Kürt sorununda çözümden söz ediyor ama yine herkes bu kavramdan başka bir şey anlıyor.

“Teslim ol, adalete sığın” da bir çözümdür, halkın demokratik ve sosyal taleplerinin karşılanması da bir çözümdür.

Her iki çözüm de aynı kelimeyle temsil edilmekle birlikte, aralarında büyük fark bulunmaktadır.

Emperyalizm konusuna gelirsek…

Önce geçmişe dönelim…

Sosyalist harekette emperyalizm tahliline özel bir önem veren ilk kişi Mahir Çayan’dır denilebilir.

Kesintisiz Devrim II-III’de ülkedeki devrim stratejisi emperyalizm tahlilinin üzerinde şekillendirilir.

Mahir Çayan emperyalizmi bunalım dönemlerine ayırır ve üçüncü bunalım döneminin karakteristiklerinden birisi olarak da emperyalist ülkeler arasında yeni bir paylaşım savaşının olanaksız olmasını sayar.

Che Guevara ve Latin Amerika’daki gerilla savaşının öteki teorisyenleri gibi Küba devrimini –taklit anlamında değil- içinde yaşanılan dönemin örnek alınması gereken devrimlerinden birisi olarak kabul eder.

Mahir Çayan emperyalizm ile ilgili görüşlerinin önemli bir bölümünü zamanın SSCB Bilimler Akademisi’nin tezlerinden almıştır.

Bu tezlere göre, emperyalist dönem, Lenin’in de belirttiği gibi, 1903 yılında başlar.

1903-1917 dönemi emperyalizmin birinci bunalım dönemidir.

1917’de Sovyet devrimiyle, emperyalizme karşı dünya çapında bir seçeneğin ortaya çıkmasıyla, emperyalizm ikinci bunalım dönemine girer.

Üçüncü bunalım dönemi ise, ABD’nin emperyalist blok içindeki kesin hegemonyasıyla birlikte 1945’te başlar ve sonrasındaki dönemi kapsar.

Burada şu sorulabilir: Yaklaşık olarak aynı emperyalizm tahlilinden SSCB Bilimler Akademisi “barış içinde bir arada yaşama” ve bu çerçevede devrim için mücadele sonucunu çıkarırken, Mahir Çayan nasıl öncü savaşı-halk savaşının gerekliliği sonucunu çıkarmaktadır?

Burada söz konusu olan ayrım, emperyalizmin yeni sömürge ülkelerdeki durumuyla ilgilidir.

Emperyalizm tahlilinin belirleyici noktası, emperyalist sistemin içinde bulunduğu bunalımın, ekonominin devrevi hareketinden gelen bunalımdan ayrılması, bu bunalıma indirgenemez olmasıdır.

Kapitalizmin emperyalist döneme girmesi, sürekli bunalıma girmesi demektir. Ekonomik krizler bu bunalımı ek olarak ağırlaştırırlar, ama ekonominin görece iyi dönemlerinde de bu bunalım vardır.

Emperyalizmin kapitalizmin çöküş çağı olması saptaması da böyle bir bunalımı gerekli kılar.

Bilimler Akademisi’nin tezlerinin yanı sıra benzeri bir görüş dönemin tanınmış yazarlarından Varga’da da bulunabilir.

Mahir Çayan’a göre, emperyalizmin genel bunalımı yeni sömürge ülkelere, bu ülkelerdeki çarpıtılmış iç dinamik sonucu şiddetle yansır. Bu ülkelerde sürekli milli kriz ortaya çıkar. Bu ülkelerde sürekli devrimci durum (devrim durumu değil) vardır. Bu ise evrim ve devrim aşamalarının iç içe geçmesini ve silahlı mücadelenin objektif koşullarının mevcut olmasını gündeme getirir.

Bu görüşe katılmayabilirsiniz, ama bir dönem sosyalist hareketi önemli oranda etkilemiş olan bu görüşün sistematik bir emperyalizm analizine dayandığını göz ardı edemezsiniz.

Bu analiz 1975 yılında yayımlanan Türkiye Devriminin acil Sorunları (TDAS) ile geliştirildi.

Bunalım dönemlerini birbirinden ayıran kriterlerin ayrıntılı belirlenmesinin yanı sıra, broşürdeki emperyalizm analizinin en ilginç tarafı, üçüncü bunalım dönemi içinde ortaya çıkan gelişmelerden söz etmesiydi.

ABD’nin emperyalist blok içindeki kesin hegemonyasının kaybolması, dünya pazarının genişlemesi (kapitalist sermayenin sosyalist ülkelere girişi ve bloklar arasındaki ticaret hacminin olağanüstü büyümesi), yeni sömürge ülkelerde küçük köylülüğün desteklenmesi (Ecevit’in köy-kent projesinin benzeri zamanın Dünya Bankası raporunda yer alır), ekonomik krizin derinleşmesi (stagflasyon) gibi gelişmeler belirtildikten sonra, yeni bir bunalım dönemine girilmekte olduğu vurgulanır.

1975 yılından günümüze atlarsak…

TDAS, 1974-1980 döneminde yazılmış en iyi yazılardan birisi kabul ediliyor.

Günümüzün emperyalizm tahlilinde başvurulması gereken bir yapıttır.

Halkın Devrimci Yolu adlı broşürde de aynı yönde hareket edilmiş ve günümüzün devrim mücadelesi emperyalizm tahlili üzerinde şekillendirilmeye çalışılmış.

İç bağlantıları zayıf bir broşür ve daha da önemlisi, TDAS’ın aksine, hangi görüşü nereden aldığını hiç belirtmiyor.

Örneğin “yeni emperyalizm”in belirleyici özelliklerinden bir tanesi, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesidir ve bunların başında da belediye hizmetleri gelir.

Bu görüş David Harvey’e aittir (Bkz. New Imperialism).

Konuyu bilmeyen bir okur ise bu görüşü broşür yazarının bulduğunu zannedebilir.

Keza aynı broşürde TDAS’tan alındığı açıkça belli olan saptamalar bulunmakla birlikte tek referans verilmemiştir.

Bilimsel olma iddiasındaki bir çalışma iç içe geçmiş iki bölümden oluşur denilebilir.

Birincisi, yazarın başka kaynaklardan aldığı görüşlerdir.

İkincisi, yazarın konuyla ilgili olarak yaptığı kendi katkısıdır.

Genellikle görülen, ikincisi yoksa, birincisi ikincisinin yerine konulmaya çalışılır şeklindedir.

Sosyalist hareketin kültürel alışkanlıkları yönünden burjuvaziye oldukça benzediğini burada bir kere daha görüyoruz.

Ülkemizdeki doktora çalışmalarının küçümsenmeyecek bir bölümünün oradan buradan aşırma yapılarak yazıldığını biliyoruz.

Başka ülkelerde de böyle yapanlar var.

Bunlardan bir tanesi Almanya Savunma Bakanı idi.

Doktora çalışmasının yüzde 40’ının referans gösterilmeden başka kaynaklardan alındığı ortaya çıkarılınca hem DR. ünvanı geri alındı, hem bakanlık hem de milletvekilliğinden istifa etmek zorunda kaldı.

Liberal Demokratlar’dan olan ve yıllardır Avrupa Parlamentosu’nda görev yapan ve başkan yardımcılığına kadar yükselen bir kadın ise, on bir yıl önce kabul edilmiş doktora çalışmasının aşırma özellikler taşıdığı ortaya çıkarılınca bütün görevlerinden istifa etmek zorunda kaldı.

Buradaki ilke basittir: kalite üretmek istiyorsanız, açık olarak belirlenmiş ilkelere sahip olmak ve bunlara uymak zorundasınız.

Yoksa kıran kırana rekabetin sürdüğü bir sistemde nasıl dünya ihracat şampiyonu olursunuz?

Kurallar bellidir; uyan uyar, uymayan gider…

Aynı özellik Almanya sosyalist hareketinde vardır: başkasından görüş yürütürseniz adamı rezil ederler!

Bizim de, sosyalist hareket olarak kendi alanımızda kaliteyi üretmeye ihtiyacımız var, günü kurtarmaya ihtiyacımız yok…

Sosyalist hareketteki gerilikten, bilgisizlikten çok yakınıldığını biliyorum.

Buna farklı bir çözüm önereceğim: genel kültür düzeyiniz iyi değilse, hiçbir konuyu doğru dürüst öğrenemezsiniz.

Genel kültür düzeyindeki yükselme sizi değişik görüşlere ilgi duymaya da götürür.

Emperyalizm konusunda çeşitli ülkelerin solunda yıllardan beri yapılan oldukça önemli analizlerin bizde neredeyse hiç yankı bulmaması ve klasik metinlerle yetinilmesinin ardında, bence, genel kültür düzeyindeki düşüklük yatıyor.

Sadece emperyalizm konusunda mı?

Sosyalizm, devlet gibi konularda da önemli tartışmalar, yayınlanmış önemli kitaplar var ve bizde genellikle hiç bilinmiyorlar.

Yeniden emperyalizm konusuna dönersek…

Bir süreden beri TDAS’ı güncellemem doğrultusunda taleplerle karşılaşıyorum.

Aradan 36 yıl geçti ve dünyada önemli değişmeler oldu. Bunların emperyalizm teorisine yansıtılması gerekir.

Ne ki, bu güncellemenin önemli olmakla birlikte, büyük önem taşıdığını düşünmüyorum.

Bugün bize öncelikle gerekli olan, emperyalizm analizinde başka bir sistematiktir.

Küreselleşme adı da verilen kapitalizmin içinde bulunduğumuz aşaması, bölgeselleşme ile birlikte ele alınmalıdır.

Küreselleşme, değişik bölgelerin birbirlerinden dikkati çekecek oranda ayrışmasıyla birlikte var olmaktadır.

Bu durum, emperyalizmin bölgeye yönelik politikasını da büyük oranda etkiler.

35 yıl önce emperyalizmin Latin Amerika’ya yönelik politikasıyla, Ortadoğu’ya yönelik politikası farklıydı, ama büyük farklılık içermezdi.

Bugün aynı durumdan söz edilemez.

Yerelin –bazı durumlarda bu yereli bölge çapında da düşünebilirsiniz- önemi azalmamış, artmıştır.

Dolayısıyla emperyalizmin günümüzdeki genel özelliklerinin belirlenmesi, 35 yıl öncesine göre daha az anlam taşımaktadır.

Bu genel özellikler, eskisinden daha da genel olmak zorundadır ve kendi başlarına fazla bir şey söylemezler.

Bu genelin her özelde nasıl ortaya çıktığı birbirinden önemli faklılıklar gösterebilir.

Emperyalizm ve Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi konusunu sonraki yazıda ele alacağım.