Şuanda 370 konuk çevrimiçi
BugünBugün3391
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11115
Bu ayBu ay11115
ToplamToplam10479539
Devlet ve Öcalan PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 01 Temmuz 2011 18:05


Cengiz Çandar’ın TESEV tarafından yayınlanan “Dağdan İniş – PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorununun Şiddetten Arındırılması” başlıklı uzun raporunda, Abdullah Öcalan devletin görüşme yürütmesi gereken esas kişi olarak gösteriliyor.

Bu saptama Cengiz Çandar’ın kendi fikri değil…

Bu sonuca çok sayıda kişi ve kurum ile görüşerek ve hatta PKK muhalifleri ile de konuşarak ulaşmış durumda…

Birbirinden oldukça farklı yönelimlere sahip olan kişilerin birleştiği nokta, Kürt sorununun çözümünde Abdullah Öcalan’ın kilit rol oynayacağı, bu nedenle de devletin özellikle kendisiyle görüşme yürütmesi gerektiği yönündedir.

Bu bilgiye, Abdullah Öcalan tarafından kısa süre önce yapılan açıklamayı da eklemek gerekir:

“Devletle sözleşme aşamasına geldik.”

Bu açıklamaya göre, devlet yetkilileriyle uzun süren görüşmeler sonucunda konuşulması gereken her şey konuşulmuştur ve artık sözleşme aşamasına gelinmiştir.

15 Temmuz’a kadar bu sözleşmenin yapılması beklenmektedir.

Yine Cengiz Çandar’a göre, devletin yetkili kişileri uzun süreden beri Abdullah Öcalan ile görüşmektedir.

Bu görüşmelerin varlığını Tayyip Erdoğan da kabul etmiş, sadece, “hükümet değil, devlet görüşüyor” demiştir.

Elimizdeki başlıca bilgiler bunlardır ve buradan hareketle sormaya ve düşünmeye başlayalım…

 

KİM GÖRÜŞÜYOR?

Çandar’ın raporundan ve basında yer alan bilgilerden anlaşıldığına göre, Öcalan ile görüşen esas olarak rütbeli subaylar değildir, devletin yetkili sivil erkanıdır.

Bunlar MİT Müsteşarı başta olmak üzere ilgili bakanlıkların (örneğin İçişleri Bakanlığı gibi) Müsteşarları olsa gerektir…

Yanlarında bilemeyeceğimiz başka üst düzey bakanlık mensupları da olabilir.

Buradan hemen çıkan sonuç, Öcalan ile yapılan görüşmelerin devlet değil, devlet-hükümet görüşmeleri olduğudur.

Her ülkede devlet ile hükümet arasında belirli farklılıklar vardır.

Bu farklılık Türkiye’de özelikle azdır.

Her hükümet (sadece AKP Hükümeti değil) iş başına geldiğinde, devletin önemli kadroları arasında geniş çaplı yer değiştirmeler ve atamalar yapar.

Büyükelçilerin yerleri değiştirilir ve bir bölümü kızağa çekilir. Valiler ve emniyet müdürleri için de benzeri yapılır. Bütün bakanlıkların müsteşarlıkları yeniden düzenlenir. Gerekli görülürse Başbakan’a bağlı olan MİT Müsteşarı da değiştirilir.

Her hükümet devletin önemli kadrolarını kendi anlayışına göre yeniden düzenler.

Batı ülkelerindeki hükümetler devlet kadroları arasında bu kadar büyük değişiklikler yapmazlar.

Orada –çok kullanılan bir deyimle- “devletin sürekliliği” esastır.

Devletin sürekliliği, devlet mekanizmasının sürekliliğinden ibaret değildir.

O mekanizma, başında olan kadroya göre farklı çalışabilir.

Devletin sürekliliği, aynı zamanda, kadroların da önemli oranda sürekliliği demektir.

Her hükümet devletin önemli kadrolarını büyük oranda değiştiriyorsa, orada devletin sürekliliği zayıftır, her hükümetle değişen farklı devlet işleyişleri vardır.

Bunu örneklemek gerekmez sanıyorum…

Polisin, dışişlerinin, valilerin ve hakimlerin değişen her hükümete göre faaliyet farklılaşması içine girmesinin çok sayıda örneği vardır.

Hükümetlere göre en az değişen silahlı kuvvetlerdir.

AKP iktidarı orduyu da Ergenekon soruşturmalarıyla önemli oranda kendisine göre biçimlendirmektedir.

Buradan hemen çıkar sonuç, “devlet Öcalan ile görüşüyor, hükümet görüşmüyor” gibi bir belirlemenin tutarsız olduğudur.

Türkiye gibi bir ülkede sivil yetkililerin hükümetin bilgisi ve onayı dışında önemli bir konuda görüşmeler yapması düşünülemez.

Dolayısıyla, “devlet yetkilileri ile Öcalan Kürt sorununun çözümünde anlaşabiliyorlar, ama hükümet anlaşmak istemiyor” gibi bir belirleme de olamaz.

O devlet yetkilileri hükümetten ayrı kişiler değildir.

Hükümetin bilgisi ve onayı dışında herhangi bir yönelime giremezler.

 

KARAR ODAKLARI

Çandar’ın uzun araştırmasında belirtildiğine göre PKK’nin dört tane karar odağı bulunuyor: İmralı, Kandil, BDP ve Avrupa…

Devletin ve hükümetin, doğal olarak, bu kadar odakları arasında çelişki yaratmaya çalışması normal…

Çandar gibi diğer üç karar odağı da Kürt sorununun çözümünde asıl muhatabın Öcalan olduğunu söylüyorlar.

Çandar, bu durumu, Kürt sorununun çözümünde avantaj olarak değerlendiriyor.

Devlet-hükümet ile PKK’nin karşıt odaklar olduğu dikkate alındığında, soruyu, “kimin için avantaj?” şeklinde sormak gerekir.

Öcalan’ın tek muhatap olması Kürt sorununun çözümünü zorlaştırır mı, kolaylaştırır mı?

Soruna Kürtler tarafından bakarsak zorlaştırır, devlet ve hükümet tarafından bakarsak kolaylaştırır.

Devlet ve hükümetin talepleri biliniyor. Bu taleplerle, Kürt halkının önemli bir kesimi tarafından desteklenen talepler arasında önemli ayrımlar vardır.

Okuyucunun bunları bildiğini varsayarak konu üzerinde durmayacağım.

Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünde taraflardan birisi içindeki tek muhatap olması, hükümetin ve devletin kendi çözümünü dayatmasını zorlaştırmaz, tersine kolaylaştırır.

Açıklamaya çalışayım…

 

KENDİNİZİ DEVLETİN YERİNE KOYMAYA ÇALIŞIN…

Kendinizi devletin ve hükümetin yerine koymaya çalışın…

27 yıldır savaştığınız bir örgütün önderi 12 yıldır hapishanenizde bulunuyor.

Önderin, ülkenin en önemli sorunu olan Kürt sorununun çözümünde tek muhatap olmasını, devlet ve hükümet olarak tercih edilen bir durum olarak görmez misiniz?

27 yıldır savaştığınız örgütün hiçbir karar odağını bu denli fazla kontrol edemezsiniz.

İstediğiniz an dışarıyla bağlantıyı kesersiniz.

Bir gün koster bozulur, başka gün hava muhalefeti vardır, derken Öcalan’a disiplinsizlik nedeniyle görüş yasağı getirilir; kısacası aradıktan sonra gerekçe bulunur.

Öcalan’ın bilgi edinme olanakları oldukça kısıtlıdır.

On iki yıl zor koşullarda hapiste bulunmak insanın biyolojik ve psikolojik yapısını kaçınılmaz olarak etkiler.

Ek olarak, kısa süre önce gördük, hükümet, bir tehdit unsuru olarak, idam konusunu da açabilir.

Hükümet ve devlet, binlerce üye ve yöneticisi hapse atılan BDP de dahil olmak üzere, başka hiçbir karar odağı üzerinde bu kadar doğrudan baskı uygulayamaz.

Burada amacım Öcalan’ı eleştirmek değil…

12 yıldır zor koşullarda hapiste bulunan bir insanın bundan etkilenmemiş olması mümkün değildir…

Dışarıdakilerin bunu görebilmesi gerekir…

 

MUHATAPLIK VE ÇÖZÜM

Devlet ve hükümet eski politikasını değiştirdi.

Eskiden “teröristle konuşulmaz” denir ve kendisi için “terörist başı” gibi deyimler kullanılırdı.

Bu deyimler, tümüyle olmasa bile, önemli oranda ortadan kalktı.

Kürt halkını simgeleyen Abdullah Öcalan meşruluk kazandı.

Değişik panellerde hükümetin Kürt politikasının değiştiğini söylediğim zaman genellikle itirazlarla karşılaşırım.

Burada, Türklerde ve Kürtlerde yaygın olan özelliği belirtmek gerekir:

Bir alanda olumluluk görünce, bunu bütün aşamalar için geçerli saymak ya da genellemeci mantığa kolayca savrulmak…

Şimdiye kadar ortaya çıkan bütün gelişmeler hükümet ve devletin Kürt sorununu görüşmeler yoluyla çözmek yanlısı olmadığını, tersine kendi çözümünü dayatmak istediğini gösteriyor.

Konuşulana değil de yapılana bakarak karar vereceksek eğer, durum açıkça ortadadır.

PKK’yi nihayet açık olarak muhatap almak, sadece sorunun görüşmeler yoluyla çözülmesine yönelindiği anlamına gelmez. Aynı zamanda dayatmaların başka bir düzlemde daha etkili kullanılacağı anlamına da gelir.

Hükümet ve devletin bugüne kadar yaptığı da başka bir şey değildir.

Artık dayatmalar, medyanın ve kamuoyunun bir bölümünün de etkisiyle daha güçlüdür: işte sizinle görüşme de yapılıyor, artık isteklerinizi dayatmaktan vazgeçin!

Böyle bir durumda Öcalan’ı tek görüşme ve karar tarafı olarak tek başına bırakmak, saldırıya fazlasıyla açık duruma getirmek olur.

Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullar dikkate alındığında mutlaka başka ve açık karar odağı ya da odaklarıyla desteklenmesi zorunludur.

İsmail Beşikçi, Öcalan’ın görüşmeleri tek başına yürütmesine karşı çıkarken, bu karşı çıkışın temelindeki endişe de bu olsa gerektir.

 

SÖZLEŞME Mİ DEDİNİZ!

Devlet ve hükümetin Öcalan ile yaptığı görüşmelerin çözümü hedeflemediğini, yeni planlar için bilgi edinmek ve karşı tarafı oyalamak amacını taşıdığını değişik kereler belirttim.

Konuşulana değil de yapılana bakacak olursanız, oyalama amacı gayet açıktır.

Yıllardan beri süren görüşmeler sonucunda açılamayan açılımın ötesinde herhangi bir uygulama söz konusu olmamıştır.

Bu uygulama, binlerce BDP’linin tutuklanmasını ve ne ile suçlandıklarını bile doğru dürüst bilmeden uzun süre hapiste tutulmasına da yol açmıştır.

Savaşan taraflar arasında görüşme ilk kez bizde olmuyor.

Yakın tarihte çok sayıda devlette bu süreç yaşanmıştır ve sürecin nasıl ilerleyeceği aşağı yukarı bellidir.

Küçükten başlanıp büyüğe doğru gidilir. Çözülebilecek bazı küçük meseleler hemen çözülerek daha büyüklerinin çözümü için gerekli olan karşılıklı güven ortamı yaratılır.

15 Temmuz’a kadar taraflar arasında sözleşme yapılması bekleniyor, ama hükümet-devlet ile PKK arasındaki ilişki henüz bu aşamaya bile ulaşmamıştır.

İşte seçim ihlalleri, işte referandumdan sonra iyice hükümet yanlısı duruma gelen yargı tarafından 6 bağımsız milletvekili hakkında alınan karar, işte bitip tükenmek bilmeyen askeri ve polisiye operasyonlar…

Sizce böyle bir ortamdan çözüm doğar mı?

Sözleşme çıkar mı?

Nasıl yapılacağını bilemem, ama Kürt Özgürlük Hareketi’nin devlet-hükümetin karşısına daha fazla muhatapla çıkması gerekir.

Devlet ve hükümetin muhatapları birbirine karşı kullanmaya çalışacağı aşikar, ama birden fazla muhatabın olmasının Kürt halkına getireceği yarar daha fazladır.

Devlet ve hükümetin, o zaman, bu denli pervasız olamayacağı düşüncesindeyim.

15 Temmuz’u bekliyoruz…