Şuanda 178 konuk çevrimiçi
BugünBugün3288
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11012
Bu ayBu ay11012
ToplamToplam10479436
oğuzhan müftüoğlu ve acilciler - 3 PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 09 Ekim 2011 16:18


Sayfa 148-149’dan konuyla ilgili olarak devam ediyoruz.

Oğuzhan önce Kesintisiz Devrim I’i övüyor, ama Kesintisiz Devrim II-III’ü aceleyle hazırlanmış bir taslak olduğunu söylüyor. Ardından şöyle bir soru ve cevabı geliyor:

“Lakin silahlı mücadelenin bir de ‘temel’ mücadele biçimi olması meselesi var. Bu ifade biçimi, demirin tersinden bükülmesi gibi bir sonuç yaratmadı mı? Sonradan bir yığın hareket çıktı, THKP-C tezlerini sadece silahlı mücadele olarak algılayan… MLSPB, Acilciler, Eylem Birliği vd. Bunların hepsi Mahir Çayan’ın tezlerinden ilham alarak yola çıkmıştı. Sorunu THKP-C’nin son bir yıllık süreçteki pratiğiyle de ilişkilendirdiğin zaman durum daha anlaşılıyor oluyor. Elrom’un kaçırılmasından sonra, artık hiçbir barışçıl mücadele metodu, yani evrim dönemine özgü hiçbir mücadele metodu kalmamış ortada… Onun araçları da kalmamış. Parti pratiği, sadece belli aralıklarla eylem yapan küçük hücrelerin faaliyetine dönüşmüş!..”

“Aslında yanıt senin sorunun içinde de var. Efraim Elrom kaçırıldığı zaman yayımlanan ‘İhtilalin Yolu’ başlıklı THKP-C bildirisinde de, ‘Artık hiçbir barışçıl mücadele imkanının kalmadığı koşullarda silaha sarılmaktan başka çare yoktur’ şeklinde ifadeler yer alıyordu.

Adını andığın gruplar THKP-C’nin gelişimi hakkında fazla bir bilgi sahibi olmadığından onu sadece bir yıllık pratiği açısından tek yanlı olarak algılayabiliyorlardı. Oysa yukarıda da özetledim, THKP-C her şeyden önce devrimci politik mücadelenin güçlü bir devrimci savaşçı parti tarafından yürütülmesi gerektiğini savunuyordu. 12 Mart’la birlikte hazırlıksız olarak harekete geçmek zorunda kalındığında bile bu parti, ülkenin en büyük devrimci gençlik örgütü Dev-Genç başta olmak üzere, işçi ve köylü kesimlerinde, askerler arasında küçümsenmeyecek bir yaygınlıkta örgütlü güce sahipti. Buna karşın 12 Mart sonrasında girişilen silahlı mücadele içinde parçalanarak yenilmekten kurtulamamıştı. Kısacası THKP-C öyle bir araya gelen bir grup insanın silahlı eylem yapmasını savunan bir anlayışa sahip değildi.

Biz bu meseleyi Devrimci Yol dergisinin orta sayfalarında saydığın gruplardaki arkadaşlarla çok tartıştık. Devrimci Yol kendi hattını bu tür tartışmalar içinde geliştirdi.

Aslında ben bu konuyu sadece eski THKP-C teori ve pratiğinin kodları çerçevesinde kalarak tartışmanın da yeterli olmadığını düşünüyordum. Sonuçta onlar da Kuran hükümleri değildi. Geçmişin kavramlarını da pratiklerini de mutlak ve değişmez normlar olarak görmeden, 74 sonrasının Türkiye koşulları göz önüne alınarak, neyin doğru neyin yanlış olduğuna, o günün somut koşullarını dikkate alarak karar vermek gerekiyordu.”

 

Oğuzhan’ın belirlemeleri yeterince açık…

Burada öncelikle sorulması gereken bir soru var. “1974-1975 yıllarında ve sonrasında bunları neden söylemiyordunuz?

Özellikle son paragraftaki sözleri neden söylemiyordunuz?

THKP-C teori ve pratiğinin kodları tabii ki Kuranı Kerim değildir. Değişebilir.

Bunu neden o zaman söylemiyordunuz?

Oğuzhan ve Devrimci Gençlik’in (sonrasında Devrimci Yol’un) önde gelenleri o yıllarda THKHP-C’nin görüşlerini eleştirmek, onları değişmez görmemek ne kelime, Kesintisiz Devrim I ile II-III’ü aynen savunduklarını söylüyorlardı.

Bize yönelttikleri tek itiraz, yeterli asgari örgütlenme olmadan harekete geçmekti.

Oğuzhan, tipik bir Devrimci Yol’cu gibi, karşısındakinin görüşlerini karikatürize ederek eleştiriyor. Başka türlü eleştirmesi de mümkün değil zaten…

Soruyu yeniden soruyorum: Bu belirlemeleri o yıllarda neden yapmıyordunuz?

“Siz THKP-C’yi savunmuyorsunuz, sadece onun adını kullanıyorsunuz” diyorduk.

Hiç de haksız değilmişiz!

THKP-C’nin görüşlerini yetersiz ve hatta yanlış bulabilirsiniz, karşılıklı olarak tartışırız.

Bundan memnun da oluruz.

Memnun olunamayacak tek konu, THKP-C’yi savunur gibi gözüküp, onu savunmamak, onun adını kullanmaktır.

Devrimci Yol da aynen bunu yaptı.

Bizimle asıl sorunu da buydu.

Kamuoyunda Acilciler diye bilinen örgütün bir araya gelmiş birkaç kişiden ibaret olmadığını, MLSPB ve Eylem Birliği’ne göre daha yaygın bir örgüt olduğunu kendileri de biliyordu.

O dönem aramızdaki tartışmaları Oğuzhan unutmuş olabilir ama benim unutmam mümkün değildir.

Birkaç tartışma maddesini belirteyim:

Birincisi: THKP-C işçiler, köylüler ve öğrenciler arasında uzun sayılabilecek bir kitle örgütlenmesi üzerinde yükselmiştir, deniliyordu.

Acilciler’in itirazı ise şöyleydi:

THKP-C çizgisi baştan itibaren mevcut değildi. Teorik ve pratik evrim sonucu şekillendi.

Mahir Çayan ve THKP-C’yi kuran kadro TİP ve Dev Genç geleneği içinden geçerek geldi. Başlangıçta özellikle milli demokratik devrim görüşü ve klasik halk savaşı savunuluyordu. Öncü savaşı ve silahlı propagandanın temel mücadele biçimi olması görüşüne zaman içinde evrim geçirilerek ulaşıldı.

Mahir Çayan’ın yazılarını okuyanlar bu evrimi açıkça görebilirler.

Buradan hemen şu sonuç çıkar:

THKP-C’nin kitle örgütlenmesi silahlı propaganda temelinde şekillenmiş bir yapıya sahip değildi. Bu nedenle de THKP-C silahlı propagandaya başlayınca bu kitle örgütlenmesi oldukça hızlı dağıldı.

12 Mart sonrasının Ankara’sını ben de bilirim Oğuzhan da bilir.

Dev-Genç’in yüzlerce ilişkisinin nasıl dağıldığını, ev bulmakta nasıl zorlanıldığını mutlaka biliyordur.

12 Eylül 1980 sonrasında İstanbul’da büyük bir örgüt olmayan Acilciler’in ev ve ilişki olanakları, 12 Mart’tan birkaç ay sonrası Ankarasındaki THKP-C olanaklarından daha az değildi.

O dönem İstanbul’unu iyi bilen arkadaşlar, “vay be, Ankara’da THKP-C bu durumda mıydı?” diye sorabilirler.

Evet, 12 Mart’tan birkaç ay sonra Ankara bu durumdaydı.

Silahlı propaganda temelinde şekillenmemiş kitle ilişkileri darmadağın olmuşlardı.

Herkes korkuyordu ve haklıydı da…

Gençlik hareketi başka, silahlı mücadele örgütü başka…

Çok kişi işlerin bu noktaya geleceğini düşünmemişti.

Bu mudur “kitle çalışması temelinde şekillenmek?”

Herhalde bu değildir!

THKP-C teorik ve pratik öğrenme sürecinden, önemli bir evrimden geçerek kesintisiz Devrim II-III’de ifade edilen görüşlerine ulaşmıştı.

Bu evrimin güçlü izlerini bünyesinde taşıması kaçınılmazdı.

Onlar bu evrimden geçtiler diye, biz de geçmek zorunda mıydık?

1974-1975’in asıl sorusu buydu, öyle değil mi Oğuzhan?

Sonradan THKP-C’yi oluşturacak kadroların 1967-1968’de devrimci mücadeleye başladıkları nokta ile, 1970 ortalarında ulaştıkları nokta, birbirinden çok farklıdır.

Önemli bir teorik evrim geçirdiler.

Doğru olan artık bilindiğine ya da önemli oranda bilindiğine göre, aynı evrimi bizim geçirmemiz gerekli değildi.

1974-1975’te bizim söylediğimiz de bundan farklı bir şey değildi.

İkincisi: Devrimci Yol’un karikatürize etme anlayışı bilinir.

“Birkaç kişi bir araya gelmiş, silahlı propagandaya başlamış!”

Yapmayın şimdi!

Sadece Türkiye Devriminin Acil Sorunları’nın varlığı ve ülke çapında dağıtılması bile bizim böyle bir anlayışa sahip olmadığımızı gösterir.

Asgari örgütlenme konusunda anlaşamıyorduk, burası açık…

Siz gelişmiş bir politik kitle çalışmasını ve bunun sonucu ortaya çıkacak büyük bir kitle örgütlenmesini silahlı mücadeleye başlanması için asgari şart olarak görüyordunuz.

Biz ise şunu soruyorduk:

Böyle bir kitle örgütlenmesi silahlı propaganda olmadan (faşistlere karşı yerel eylemler değil, devleti ve burjuvaziyi hedef alan silahlı propagandadan söz ediyorduk) sağlanabiliyorsa, silahlı propagandaya ne gerek var?

Kimse iş olsun diye silahlı propagandayı savunmuyordu…

Geniş bir kitle örgütlenmesi silahlı propaganda olmadan sağlanabilecek ise, biz de bunu savunurduk. Böyle bir durumda silahlı propagandada ısrar etmek aptallık olurdu.

Ama gördük ki, biraz silahlı eylemlerle karışık klasik politik kitle çalışması temelinde sağlanan örgütlenme, bırakın faşizme karşı savaşmayı, doğru dürüst direnemiyor bile…

12 Eylül’den sonra bunu aynen gördük, öyle değil mi…

Oğuzhan, devrimci Yol’un 12 Eylül öncesinin en kitlesel devrimci örgütlenmesi olduğunu söylüyor. Haklıdır ve bu haklılık herkes tarafından kabul edilir.

Peki sonra ne oldu?

Ülkenin en büyük devrimci hareketinin 12 Eylül faşizmine karşı gösterdiği direniş ile, bizim gibi örgütlerin sergilediği direniş arasında büyük bir fark yoktur.

12 Eylül sonrasında bütün devrimci hareketler sınıfta kaldı. Biz de kaldık, siz de kaldınız, ötekiler de kaldı…

Sizin ayrıcalığınız nerede kaldı o zaman?

12 Eylül 1980 öncesinin en büyük örgütü idiniz de 12 Eylül sonrasında bunu neden gösteremediniz?

Devrimci hareketin 12 Eylül sonrasında yaşadığı büyük bozgunun en büyük sorumlusu sizlersiniz.

En büyük örgüt sizdiniz, en büyük sorumlu da doğal olarak siz olacaksınız.

Devrimci Yol’un muhteşem tarihini sadece 12 Eylül öncesiyle değil, 12 Eylül sonrasıyla da birlikte değerlendirmek gerekmez mi?

30 yıl önce en büyük örgüt olmanın bugün ne anlamı var?

30 yıl öncesi iyi olanın ya da kötü olanın bugünün sorunları karşısında ne gibi bir çözücülüğü var?

Ancak kendisini yeniden üretemeyenler, bırakalım örgüt olarak, kişi olarak bile üretemeyenler 30 yıl öncesine fazlasıyla sığınırlar.

Günün sorularına genel geçer cevaplar verip, somut cevaplar veremeden 30 yıl öncesinin ardına gizlenmenin ne gibi bir çözücülüğü olabilir?

Sadece Oğuzhan’ın değil, aynı durumda olan herkesin o geçmişten bir an önce kurtulmasında ve kendisini yeniden üretmesinde sayısız yarar vardır.

 

 

 

 

 

 

Son Güncelleme: Pazar, 09 Ekim 2011 16:29