Şuanda 432 konuk çevrimiçi
BugünBugün3426
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11150
Bu ayBu ay11150
ToplamToplam10479574
işgal eylemi ve kimi çıkarsamalar PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazartesi, 14 Kasım 2011 10:27


Değişik ülkelerde, özellikle banka merkezlerinin bulunduğu kentlerde, ama genel olarak bitmek tükenmek bilmeyen “tasarruf önlemleri” ile halkın sosyal yaşamının gittikçe daha fazla daraltıldığı ülkelerde belirli merkezlerin, bölgelerin, caddelerin işgal edilmesi söz konusu…

İngilizce adıyla Occupy olarak adlandırılan bu eylem türü hakkında görsel ve yazılı medyada çok sayıda haber ve yorum yayınlanıyor.

“Komünizmin yeniden gündeme gelmesinden”, “yeni bir sol hareketin doğuşuna” ve “öndersiz örgütsüz hareketten”, “kendiliğindenciliğe” kadar çok sayıda görüşle karşılaşıyoruz.

Başlangıç olarak iki önemli noktaya dikkat çekmek gerekir:

Birincisi: Bu tür hareketler uzaktan anlaşılmaz. Az çok sürekli olduğu görülen bir protesto eylemi vardır, ama bu hareketin itici motiflerini, kitlesini, örgütlenme tarzını anlayabilmek için, bu hareketin içinde olmak gerekir.

New York, Frankfurt ya da başka bir kente yapılacak turistik geziler de harekete dışarıdan bakışın bir başka çeşididir.

İkincisi ve daha da önemlisi: Yeterli teorik arka plana (sosyal hareket nedir, nasıl oluşur) sahip olmadan bu hareketlere baktığınızda, isterseniz yakından gözlemleyin, görüntünün ilerisine geçmeniz oldukça zordur.

Görüntülere takılıp kaldığınız zaman, sosyal hareketlerin içinden çıktıkları toplumun ürünü olduklarını, onun yapısını yansıttıklarını ve dolayısıyla da bir toplumdaki sosyal hareketin başka bir topluma monte edilemeyeceğini unutursunuz.

Bu saptamayı, New York ve değişik kentlerdeki işgal hareketlerini Türkiye soluna örnek gösterenler için yapıyorum.

Yıllara dayanan bir deneyimi aktarmaya çalışayım:

Almanya solunun değişik çevrelerinde farklı bir tartışma ve örgütlenme geleneği vardır.

Konu açıkça tartışılır, herkes fikrini söyler, karşıt görüşler ortaya çıkar, tartışma sürer ama gereğinden çok fazla konuşan insan sayısı genellikle azdır. Sonunda uzlaşma sağlanır. Görev bölümü yapılır ve harekete geçilir.

Yıllardan beri Türkiye solunun Almanya’da bulunan değişik grupları bu çalışma ve örgütlenme anlayışını taklit etmeye çalışırlar, ama bir türlü başarılı olamazlar.

Bir kere toplantılar çok uzun sürer ve başlangıçta hevesli olan kitlenin önemli bir bölümü bıkar. Konuş konuş konu bir türlü bitmez. Birbirine yakın gibi görünen görüşler arasında bile ortak noktalar bir türlü bulunamaz. Toplantı sonuç alınamadan dağılır ya da sert ve kırıcı tartışmalar başlar ve katılımcıların bir bölümü bir daha bir araya gelmemeye karar verir.

Neden böyledir?

Sosyal hareketleri (işçi sınıfı hareketi, işgal hareketi, ATTAC vd. hepsi sosyal hareket kapsamındadır) belirli bir doğrultuda sosyalize olmuş insanlardan alıp, başka türlü sosyalize olmuş insanlara monte edemezsiniz.

En az 20-25 yıldır Almanya’da yaşayan Türkiye solu gibi uzun zamandır farklı bir toplumun içinde yaşıyor olsanız bile, o toplumdaki sosyal hareketleri kendi bünyenize adapte etmeniz oldukça zordur.

Almanya toplumu içinde, bu toplumun değerleriyle sosyalize olmuş insanlarda etkinlik, verimlilik, sonuç almak anlayışı ön plandadır.

Sosyalizasyon, toplumsal değerlerin, küçük yaşlardan başlayarak bilinçsiz biçimde içselleştirilmesi demektir. Bu değerlerin sorgulanması ancak sonraki yaşlarda gerçekleşebilir. Gerçekleşebilir, diyorum, çünkü çok sayıda insanda böyle bir sorgulama hiç gerçekleşmeyecektir.

Almanya’nın kültürel değerlerini içselleştirmiş insanlardan oluşan bir sosyal harekette “Leistungsgesellschaft” (verimlilik toplumu) anlayışının bütün izlerini görebilirsiniz.

Toplantı saatinde başlar, gereksiz konuşanlar bu toplumda da vardır ama dinlenilmediklerini görünce sözü kısa keserler, tartışılır, farklılıklar ortaya çıkar, ortak noktalar bulunur ve sonuca gelinir.

Birkaç saatlik toplantıda sizin birkaç aylık tartışma sonucu ulaşamayacağınız sonuçlara ulaşılır.

İster sol olsun isterse olmasın her şey verimlilik ve sonuç almak anlayışına göre yürümektedir.

Solun da verimliliğe ve somut sonuçlara ihtiyacı vardır.

Hiç kimse zamanını ve enerjisini boşuna harcamak istemez. Saatler süren ve somut herhangi bir sonucu olmayan tartışmalardan hoşlanmaz.

Bizde ise tartışma ve sonuç alma değil, didişme esastır.

Didişme, sonucu olmayan, herkesin kaybettiği mücadele demektir.

Büyüğe kafa tutamadığınız için birbirinize kafa tutarsınız. Kendinizi birbirinize karşı ispatlamaya yönelirsiniz. Önemli bir kişilik ispatı sorununun bulunduğu bir toplumda, bu durum, her yerde kendini gösterir.

Bu kısa açıklamadan hemen çıkan sonuç, New York, Frankfurt ve öteki kentlerdeki işgal eylemlerinin toplumumuza monte edilemeyeceğidir.

Bu eylemler güçlü bir sosyal hareket geleneği olan toplumlardan doğdular. Büyük tarihsel arka planı olan bir sosyal hareketin özelliklerini alıp bambaşka bir topluma monte edemezsiniz.

Ederseniz de sonuç alamazsınız.

Bunu katılımcı sayısında görmek de mümkündür.

İstanbul’daki eyleme yüz kişi kadar katılmış.

Londra ve Paris ile birlikte Avrupa’nın banka merkezlerinden birisi olan Frankfurt küçük bir kenttir. Nüfusu 700 bin kişidir. Ve böyle bir eylem için yüz kişi komik bir rakamdır.

Dün (13 Kasım) yapılan işgal eylemine binlerce kişi katıldı ve daha da önemlisi eyleme çağıran kuruluşlar arasında Alman Sendikalar Birliği de vardı.

Kiliselerden de eyleme yönelik artan bir ilgi bulunuyor.

Bu, günlük eylem…

Bir de Avrupa Merkez Bankası çevresinde kurulmuş çadırlarda kalan ve eylemi süreklileştirenler var…

Bu sürekli kitle bile yüz kişiden fazla…

ATTAC’ın Almanya merkezi Frankfurt’ta ve ATTAC kadroları her gün oradalar…

İşgal eylemine katılanlarla ATTAC arasında tam bir görüş birliği olduğu söylenemez, ama ATTAC on bir yıl önce bankaların gücünün sınırlandırılmasını, para transferleri için vergi konulmasını savunmuş ve bunu da sürekli kılmıştı.

Şimdiki hareket bir yerde de on bir yıldan beri gelen bu sürekliliğin üzerinde yükseliyor.

Örgütsüz, öndersiz bir hareket mi dediniz…

Yapmayın, güldürmeyin insanı derim…

Örgüt ve önder denildiğinde ABD ve Almanya’daki bir şey anlıyor, bizdeki başka bir şey anlıyor.

Mesele budur…

Bu hareketlerin tümünün önderlikleri var, örgütlenmeleri var.

Sadece onlar bundan başka bir şey anlıyorlar ve bu anlayış da yeni değil…

Gelecek yazıda bu konuyu ele almaya çalışacağım…