Şuanda 174 konuk çevrimiçi
BugünBugün3286
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11010
Bu ayBu ay11010
ToplamToplam10479434
dışarısının tarihi (1) PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 16 Kasım 2011 21:26


Dışarının tarihinden kastettiğim ülke dışında geçirdiğim yılların tarihidir.

Bu tarihin 1986 yılının sonuna kadar olan bölümünü değişik vesilelerle anlatmıştım.

Bu dönemin kısa bir özetini yapıp, 1987’den başlayarak devam edeceğim.

Dikkatinizi çekmiştir sanırım, yıllarca ülke dışında yaşayan insanlar büyük çoğunlukla bulundukları ülkedeki tarihlerini anlatmazlar.

12 Eylül 1980’e ya da bu tarihten biraz sonrasına takılıp kalmışlardır.

Hep daha öncesini anlatırlar. Sonrasını anlattıklarında ise anlatılan çok azdır.

Nedeni belli: aradan geçen otuz yılda yapılan dişe dokunur pek bir şey yoktur. Bu durumda neyi anlatacaksınız?

Benim durumum ise değişik: Fransa ve Almanya’da değişik bir tarih yaşadım.

1 Ocak 1980’i sembolik bir tarih olarak alırsam şöyle diyebilirim:

Bu tarihte bir Engin vardı, şimdi üç Engin var.

Dördüncüsü de gelebilir, bakalım…

Ülke dışında geçirdiğim yıllar benim için son derece verimli oldu.

Kendimi kısa bir dönem dışında sürgün gibi hissetmedim.

Sosyalist her yerde sosyalisttir ve hangi ülkede olursa olsun yapabilecekleri vardır.

Hele de Almanya gibi üç milyon Türkiyelinin arasına gelmiş iseniz…

Doğup büyünen, sosyalize olunan ülkeden oldukça farklı bir ülkede yıllarca yaşamak kolay değil… Kolay olsaydı bu kadar çok sayıda devrimci kaybolup gitmezdi.

Şöyle de denilebilir tabii: Türkiye’de olsalardı kaybolmayacaklarının garantisi mi var?

Orada da bir sürü eski devrimci kaybolup gitti.

Eskiden beri “Avrupa insanı çürütür” diyen insanlara gülerim.

Bu durum insanına göre değişir. Çürümeye yatkın olan Türkiye’de de çürüyor ve hem de nasıl çürüyor.

1981-1985 arasında yaklaşık 30 bin kişinin politik nedenlerle Avrupa ülkelerine geldiği tahmin ediliyor.

1985’e kadar 12 Eylül rejiminin etkisiyle ayakta kalan insanlar, daha sonra durgunlaşmaya başladılar. Bunların bir çoğu 1992’de ya ülkeye döndü (Özal infaz yasasıyla) ya da iyice çöktüler.

Devrimci hareketin ülke dışı tarihi, ki bu tarih büyük oranda Avrupa tarihidir, hiç de iyi bir tarih değildir.

Bu tarihte sivrilen, büyük başarı gösteren insanlardan birisiyim, ama bunun da nedenleri var.

Ben önce Fransa ardından da Almanya’ya büyük avantajlarla geldim. Aynı avantajlara sahip olmayan insanlardan benim gösterdiğim performansı göstermelerini beklemek doğru değildir.

Avantaja sahip olmak kendi başına yetmez, onu kullanabilmek de gerekir, ama yine de avantajlar önemlidir.

Çok işime yarayan birkaç önemli avantajım vardı:

Birincisi: Türkiye’de iken hayatım büyük kentlerde geçmişti. Bu durum bende ülke özlemi duygusunu oldukça köreltti.

Büyük kentler dünyanın her yanında birbirlerine benzerler. Küçük bir kent, kasaba ya da köyden gelmiş olsa idim, özlemim yoğun olurdu. Zira o küçük yerlerin benzerini bulmak zordur ve hatta mümkün değildir. Büyük kent ise her yerde büyük kenttir.

Tek kelime Fransızca bilmeden kendimi Parisli gibi hissetmem için iki ay yeterli oldu.

Moskova’da kayboluruz korkusuyla kimse yerinden pek kıpırdayamazken, ben metro ile kenti gezerdim. Metro duraklarının adlarını kağıda yazıyordum, zira Kiril alfabesini okumam mümkün değildi. Ama bir bakışta metro sistemini anlamış iseniz, kaybolmanız da mümkün değildi.

Bir bakışta anlamanız için büyük kent insanı olmanız gerekir.

İkincisi: Türkiye’de iken üniversite bitirmiş olmak bana çok yararlı oldu.

Burada söz konusu olan diploma değil, üniversitenin size kazandırmış olduğu kafa yapısıdır. Yeniyi daha çabuk kavrıyorsunuz.

Üçüncüsü ve belki de en önemlisi iyi İngilizce bilmemdi. Bu nedenle hiçbir yerde dilsiz kalmadım diyebilirim. Her yerde İngilizce anlayan, konuşabilen birileri mutlaka bulunuyordu.

Paris ev işgalleri sırasında Le Monde gazetesinden gelen bir kadın muhabir benimle İngilizce uzun bir söyleşi yapmıştı. Söyleşinin altına da iyi İngilizce konuştuğumu eklemişti her nedense…

Herkesin çat pat Fransızca konuştuğu bir yerde iyi İngilizceyi beklemiyordu herhalde…

Dördüncüsü: sosyal çevre sorunum hiç olmadı çünkü tanınmış bir kişi olarak buraya gelmiştim. Benim aramama gerek yoktu, duyan geliyordu zaten…

Bunlar önemli avantajlar…

1981-1986 arasında kısaca şunlar oldu:

1982 yılı başında Paris’te yapılan üç apartman işgali bizi Türkçe ve Fransızca gazetelere konu yaptı.

Aynı yılın Ağustos ayında iyi bir karar vererek Mihrac Ural’ın da bulunduğu ve artık pislik yuvasına dönmüş örgütten ayrıldım.

TKEP beni hemen Paris’ten Almanya’ya gönderdi.

Ayaklarım geri geri giderek gittim.

Paris’ten ayrılmak zordu ama Avrupa’da iyi bir mücadele tecrübesi olan kişi olarak asıl bulunmam gereken yer Almanya idi.

Yeni kurulan Almanya örgütünün sorumlusu oldum.

1983-1986 arasını kapsayan TKP ayrılığında partinin Almanya örgütü Avrupa’daki örgütlenmenin büyük bölümünü tutmak gibi bir işlevi yerine getirdi.

1986 sonunda MK üyesi ve Avrupa sorumlusu oldum.

1982 Ekim ayından başlayarak Emek dergisini aylık olarak yayınlıyorduk.

O sırada Direniş adıyla yayınlanan bir kültür dergisi de vardı.

Birkaç sayı sonra bu işi götüremeyen arkadaşlar dergiyi benim yürütmemi istediler.

Dergi Yazın adını aldı ve benim editörlüğümde yaklaşık 26 yıl daha sürdü.

Bunun on bir yılında hem Almanya’da hem de Türkiye’de yayınlandı.

Hem ülke dışında en uzun süre yayınlanan dergi olarak, hem de yazarlarının çoğunun Avrupa’da yaşayan kişilerden oluşması nedeniyle Türkiye edebiyat tarihinde yer aldı.

 

Sürecek…

 

 

 

Son Güncelleme: Çarşamba, 16 Kasım 2011 21:32