Şuanda 228 konuk çevrimiçi
BugünBugün3309
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11033
Bu ayBu ay11033
ToplamToplam10479457
dışarısının tarihi (3): ekim devrimi'nin 70. yıldönümüydü PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazartesi, 21 Kasım 2011 22:24


Yıl 1987, Ekim Devrimi’nin 70. yıldönümüyle ilgili kutlamalara katılmak üzere Sol Birlik bileşenleri olarak Moskova’ya gittik. Yalçın Yusufoğlu, Kemal Burkay ve ben vardık. Daha sonra Haydar Kutlu ile de orada karşılaştık.

Burada konu iki bölümdür:

TBKP kurulmuştu ve Haydar Kutlu ile Nihat Sargın komünist partisini yasal olarak kurmak amacıyla Türkiye’ye döneceklerini ilan etmişlerdi. Dönüşün anlaşmalı olduğu herkes tarafından biliniyordu. Başbakan Turgut Özal idi. Kutlu-Sargın ile hükümet arasında arabuluculuk yapan ise Adnan Kahveci idi.

Konunun Sol Birlik içinde hiç konuşulmadan açıklanması epeyce soğuk bir rüzgar estirmiş ve SB artık son günlerini yaşar duruma gelmişti.

Biz parti olarak dönüşe değil ama bunun hükümetle anlaşmalı olarak yapılmasına karşıydık. Kaldı ki, dönüşün yaklaştığı günlerde devlet olaya el koymuş, Kutlu ve Sargın’ın gelir gelmez gözaltına alınacakları ve hiç de iyi muamele görmeyecekleri belli olmuştu.

Haydar Kutlu ile birlikte orada bulunan SB bileşenleri arasında kısa bir toplantı oldu. Kutlu, dönüşte gözaltına alınacağını biliyordu ve oldukça gergindi. Gelişecek olaylar konusunda bizden destek istedi. Böyle bir durumda bir insana yüklenip sert eleştirmek olmazdı. Kibar bir dille böyle bir dönüşe karşı olduğumuzu söyledim.

Haydar Kutlu’yu takdir de ettim. Söylediğini yapan insanı takdir ederim… Yaptığı düşünce olarak benimkine uymasa bile takdir ederim. Kutlu’nun yerinde İsmail Bilen olsaydı kırk dereden su getirir gitmezdi.

Kutlu bunu yapmadı. Yapsaydı, TBKP doğar doğmaz ölmüş olacaktı. Başına geleceklerden çekindiği belliydi ve bu da insani bir duygudur. Söylediğini yaparak, döndü.

Haydar Kutlu ile ne o zaman ne de şimdi görüş olarak hiç anlaşamadım, ancak kişilik olarak kendisini takdir ederim.

İsmail Bilen’i hiç tanımadım ve bunun da eksiklik oluşturduğunu düşünmüyorum.

TKP tarihinde 50 yıl üye, bilmem kaç yıl genel sekreter olmanın ve birkaç ucuz broşür yazmanın ötesinde bir işlevi olmadı. Sosyalist harekette ise sürekli olarak birilerini ajan ilan eder, bunun için de Bizim Radyo’yu kullanırdı.

Partinin 1973 sonrasında canlanmasında kendisinin herhangi bir rolü bulunmadığını 1970’li yıllarda partiye giren TKP’liler açıkladılar.

1960’lı yıllarda sosyalist olan bir bölüm kişi 1970’li yıllarda TKP’ye girmeye karar veriyor. İsmail Bilen’in yerinde kim olsa gelenleri büyük hoşnutlukla karşılardı. Nitekim o da öyle yapıyor. Durum bundan ibaret…

Partiye 973 atılımını yaptıranlar Türkiye’den partiye girenler, İ. Bilen değil…

Aslında bu insanların TKP’li olmaktan çok SBKP’li oldukları sonraki yıllarda iyice ortaya çıktı. SBKP’yi sosyalistlerin üzerinde baskı aracı olarak kullandılar.

1991 yılında SBKP dağılınca da bu partinin –daha doğrusu TBKP’nin- büyük hızla dağılması kaçınılmazdı.

Bir süreden beri TKP’yi toparlamak adına İsmail Bilen’i övenler görüyorum da gülmekten kendimi alamıyorum.

Konunun ikinci bölümünü Ekim Devrimi’nin 70. yılını anma toplantısı oluşturur.

Önceki yazıda da sözünü etmiştim: ÇHC ve Arnavutluk Emek Partisi dışında dünyanın bütün komünist partilerinin önderleri gelmişti. Çavuşesku, Gorbaçov’a da çatan uzun bir konuşma yaptı. O sırada Glasnost ve Perestroyka ilan edilmişti ve çok değil, iki yıl sonra Berlin Duvarı’nın çökeceği, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyalist rejimlerin yıkılacağı, bundan iki yol sonrasında da aynı gelişmenin SSCB’de ortaya çıkacağı o sırada kimsenin aklına gelmiyordu.

Tehlikeli gelişmeler vardı, çatırtı sesleri duyuluyordu ama bu sorunların çözülebileceği düşünülüyordu.

Burada Haydar Kutlu’nun ilginç bir cümlesini aktarmam gerek:

O ve Nihat Sargın gözaltından sonra tutuklanarak cezaevine girdiler. Onlar cezaevinde iken önce Berlin Duvarı, ardından da sosyalist blok ve son olarak da SSCB yıkıldı.

Haydar Kutlu, “cezaevine girdiğim sıradaki dünya ile çıktığım sıradaki dünya çok farklıydı” derken, bütün projelerinin nasıl boşa çıktığını da belirtiyordu aslında…

Bütün hesaplarını başka bir dünya temelinde yapmışlardı, ama böylesi bir gelişme kimin aklına gelirdi ki…

(Sosyalist ülkelerin yıkılışıyla ilgili olarak çok sayıda yazı  ve bir de kitap yazdım. Burada konuyu yeniden ele almıyorum.)

Toplantıya katılım yaklaşık 200 kişiydi ve aralarındaki kadın sayısı 20 bile değildi.

Almanya Yeşiller’den Jutta Ditfurth da toplantıya çağrılı olarak katılmıştı. Konuşmasında salonda neden bu kadar az kadın olduğunu da sordu.

Dünya komünist hareketinin erkek bir hareket olduğu salondan da belliydi.

Ertesi gün birkaç gazetenin ilk sayfasının yanı sıra gördüğüm bütün kadınların dilinde bu konu vardı. Jutta’nın konuşmasına ve hele de Politik Büro karşısında böyle konuşmasına çok sevinmişlerdi.

Küçük örneklerden genelleme yapmak doğru olmaz. Sonuçta benim görüp konuşabildiğim kaç tane kadın vardı ki…

Ama benim görebildiklerimin yaşadıkları büyük sevinç, konunun sadece bu kadınlarla ilgili olmadığını da düşündürüyordu.

Evet, SSCB’de kadınlar önemli haklar kazanmışlardı, ama hala ciddi eksikler de vardı.

SBKP Politik Bürosu’nun tarihinde kadın yoktu. Değişik ülkelerdeki partilerin yönetim organlarında da kadın sayısı oldukça azdı.

Kadınların yasal olarak eşit haklar elde etmesiyle, bu eşitliğin fiilen uygulanması birbirinden farklıydı.

Bu kez Rusya Federasyonu’nun başkenti olan Moskova’ya altı yıl sonra yeniden gidecektim.

 

Sürecek…

 

 

 

Son Güncelleme: Cumartesi, 03 Aralık 2011 09:04