Şuanda 502 konuk çevrimiçi
BugünBugün3460
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11184
Bu ayBu ay11184
ToplamToplam10479608
örgüt ve önderlik PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 22 Kasım 2011 23:05


New York, Frankfurt ve başka kentlerde yapılan işgal eylemlerini biliyorsunuz. Bazı kentlerde çadırlar polis tarafından boşaltılıyor, bu kez başka yerde kuruluyor. Bazılarına ise herhangi bir müdahalede bulunulmuyor.

 

Önceki yazımda söz konusu işgal eylemlerinin gerçekleştiği ülkelerdeki insanların yapısı dikkate alınmadan, bu eylemleri Türkiye’ye taşımaya kalkmanın anlamsız olduğunu açıklamaya çalışmıştım.

 

Bu durum eylemleri yürüten ve olmadığı iddia edilen örgüt ve olmadığı iddia edilen önderlik konusunda daha da açıktır.

 

Değişik gazetelerde ve internet sitelerinde çıkan değerlendirmelere göre bu eylemler kendiliğindendir, herhangi bir örgüt tarafından yürütülmemektedir.

 

Toplantılarda kararlar tartışılarak ve karşılıklı ikna temelinde alınmaktadır. İşgal eyleminin önderleri yoktur.

 

Ve bu durum bizdeki sola örnek olarak gösterilmektedir…

 

İşgal ve benzeri türü hareketlerin yapısını anlayabilmeniz için öncelikle Batı ülkelerindeki sosyal hareketler hakkında gerekli teorik bilgiye sahip olmanız gerekir.

 

Bunun ardından, kısa sayılamayacak bir dönem bu hareketlerin içinde olmanız ya da yakından gözlemleyebilmeniz gerekir.

 

Teori ile pratiğin bilgisi birleştiğinde tümüyle doğru olmasa bile doğruya oldukça yakın sonuçlara ulaşırsınız.

 

Sadece iyi bir gözlemci olmak fazla anlam taşımaz. Gerekli teorik bilgiye önceden sahip değilseniz, görürsünüz ama yorumlayamazsınız ya da yanlış yorumlarsınız.

 

Örgüt ve önderler konusu yanlış yorumların kendilerini en fazla gösterdiği konulardır.

 

Bu hareketlerin gerçekleştiği toplumlar, örgütlü toplumlardır.

 

Örgütlü olmaktan kastedilen şudur:

 

Çok sayıda insan bir ya da birkaç derneğe, kuruluşa vb. üyedir ve bunların faaliyetlerine katılır.

 

Politik olmasa bile sürekli faaliyet içinde bulunmak, bu insanların gerekli durumlarda gösterilmesi gereken tepkilerini canlı tutar.

 

Herhangi bir konuda çabucak bir araya gelmeleri, imza toplamaları, protesto gösterisi yapmaları bu nedenledir.

 

Türkiye’den bu ülkelerdeki hareketlere bakanlar, “yoksa devrim mi oluyor?” diye düşünebilir, ama bu hareketler bu ülkelerde olağan şeylerdir.

 

 

YENİ SOSYAL HAREKETLER

 

Batı ülkelerinde 1968 ile birlikte ortaya çıkan ve açık bir sınıf karakterine sahip olmayan hareketlere yeni sosyal hareketler adı veriliyor.

 

Bunlar herhangi bir sınıfın ön planda bulunmadığı ve değişik sınıf ve zümrelerin bir arada bulundukları hareketlerdir.

 

Çevre hareketinden kadın hareketine, eşcinsellerden göçmen hareketine, nükleer enerji karşıtı hareketten öğrenci hareketlerine ve barış hareketine kadar çok sayıda hareket ortaya çıkmış, kimisi yıllarca sürmüş, kimisi sürmemiştir.

 

Bu hareketleri inceleyen bilim insanları şu soruyu sordular:

 

Birbirine çok benzer koşulların bulunduğu yerlerden birisinde sosyal protesto hareketi ortaya çıkarken, ötekinde kıpırdanma bile olmayabiliyor. Bunun nedeni ne olabilir?

 

Araştırma derinleştirildiğinde bazılarının hoşuna gitmeyecek bir sonuçla karşılaşıldı:

 

Ön plana çıkan, protestonun gerekliliğini çevrelerine anlatan ve hareketi küçük çapta da olsa başlatan insanların bulunduğu bölgelerde sosyal hareketler daha kolay oluşuyor. Bu özelliklere sahip insanların bulunmadığı bölgelerde ve hatta ülkelerde ise sessizlik bozulmayabiliyor.

 

Bunun adına, “dışarıdan bilinç iletmek” de denilebilir.

 

Söz konusu olan işçi sınıfı olmayabilir, anlatılması gereken de burjuvazinin iktidarının devrilmesi olmayabilir.

 

İnsanlar bazı konuları doğrudan kavrayamazlar ve hatta farkında bile olmayabilirler. Birilerinin konuyla ilgilenmek gerektiğini onlara anlatması gerekir.

 

Almanya’da Yeşiller hareketi nasıl başladı ve dışlamaların, küçümsemelerin arasından geçerek toplumu nasıl sardı sanıyorsunuz?

 

Başlangıçta az sayıda kişi ortaya çıktı ve insanlara nasıl zehirlendiklerini, çevreyi nasıl mahvettiklerini anlattı.

 

Yirmi beş yıl kadar sonra çevrecilik günlük yaşama kadar girmişti ve arkası da geldi.

 

İnsanları çevrenin korunmasının bilincine vardırmak dışarıdan verilmiş olan bilinçtir.

 

Esasen araştırmayı yapıp bu sonuca ulaşanlar da, “Leninist örgüt teorisine geldik” demişlerdir, ama bu saptama doğru değildir.

 

Bilincin birçok konuda dışarıdan iletilmesi gerektiği ilk kez Kautsky tarafından savunulur. İşçi sınıfı kendiliğinden sosyalist bilince ulaşamaz, bu bilinç ona dışarıdan iletilmelidir.

 

Bu saptama başka sınıf ve zümrelerle başka konular için de genelleştirililebilir.

 

Burada bilinç iletme teorisi vardır ve Lenin de bu teoriyi ''Ne Yapmalı?'' adlı yapıtında Kautsky’ye referans vererek kullanır.

 

Leninist örgüt teorisi, demokratik merkeziyetçiliği içerir. Dışarıdan bilinç iletilmesini esas alır ve örgüt teorisini de bu temelde inşaa eder.

 

Biz bu iki ayrı konuyu sürekli olarak birlikte ele aldık, ama hayat böyle olmaması gerektiğini sürekli olarak gösteriyor.

 

Bilincin dışarıdan iletilmesi gerekliliğinden, mutlaka Leninist örgütün de gerekli olduğu sonucu çıkmaz.

 

 

BİLİNÇ KİME İLETİLİYOR?

 

Hangi konuda olursa olsun dışarıdan iletilen bilinç, çeşitli konularda örgütlü, tepki göstermeye alışık olan bir kitleye iletiliyor. Bu kitlenin örgütü ile, tepki göstermeye alışık olmayan bir kitlenin örgütü birbirinden farklı olacaktır.

 

''İşgal eylemlerinde örgüt yok'' diyenler, işgal için gerekli çok sayıda faaliyetin günlük olarak nasıl bu kadar düzenli yürüdüğünü hiç merak etmediler mi?

 

Bizde değme örgütün yapamayacağı kadar düzenli bir çalışma var ve bu çalışma aylardır sürüyor.

 

İşbölümüne, ekip çalışmasına alışmış insanların belirli deneyimlere de dayanan çalışması, bizim gibi ülkelerden bu hareketlere bakanlara örgüt yokmuş gibi bir izlenim veriyor.

 

Bir değil çok sayıda örgüt var, bireysel katılımlar da var.

 

Ayrılıklarını koruyarak uzlaşabilmek, birlikte iş yapabilmek alışkanlığı, bu insanlarda yıllardan beri bulunuyor.

 

Aynı durum önderlik için de geçerli…

 

Bizim insanlarımız önder denilince; yanılmaz, karizmatik, sürekli ön planda görünen kişiyi anlıyorlar. Bunu bulamadıkları yerde de bir hareketin, bir eylemin önderleri yok sanıyorlar.

 

Önderleri sözleri en fazla dikkate alınan, bilgi ve tutumlarına değer verilen insanlar olarak düşünürseniz, bu hareketlerdeki önderleri hemen bulabilirsiniz.

 

Kendi kafamızdaki önderlik anlayışına uygun örnekleri başka yerlerde ararsak, bulamayız ve orada önderler yok sanırız…

 

Siz işgalden daha pasif bir eylemi uygulamak için birkaç örgütü ve kişileri bir araya getirin…

 

Ardından ne olacağını söyleyeyim: Eylemin düzenlenmesi amacıyla yapılan toplantı bir türlü bitmez ve sonunda da muhtemelen kavga çıkar.

 

Bizde örgütler vardır, önderler vardır, ama örgütsüz ve öndersiz dediğiniz kitlenin birkaç saatte aldığı ve uygulamaya koyduğu kararları siz bir haftada alamazsınız.

 

Tersini düşünürsek daha doğru olur:

 

Bizdekiler ne önderdir ne de örgüttür, onların taklididir.

 

 

KISA TARİH

 

Çok sayıda insanın, hükümetlerin bankaları kurtarmak için  yüksek miktarda kredi açmalarının yanlışlığını yeni öğrendikleri sanılıyor.

 

ATTAC, neredeyse on yıldır, bankaların denetlenmesi ve uluslararası finans hareketlerinin vergilendirilmesini savunuyor.

 

İşgal hareketi de bu bilgi temelinde yükseliyor.

 

Dışarıdan bilinci iletenle, harekette ön planda olanın aynı olması gerekmiyor.

 

Bankalara karşı tepki hiç de yeni değildir…

 

Bugün değişik olan, değişik ülkeleri saran ekonomik kriz nedeniyle, konunun her gün gündemde olması ve tepki göstermenin de kolaylaşmasıdır.