Şuanda 148 konuk çevrimiçi
BugünBugün3271
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10995
Bu ayBu ay10995
ToplamToplam10479419
dışarısının tarihi (4) - 1988'de büyük ayrılık PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 02 Aralık 2011 19:20


1988 yılında iki önemli gelişme oldu:

İlk olarak, Almanya’da var olan dernekleri bir araya toplayan bir federasyon kurduk. Federasyonun yasal formalitelerinden ziyade programı bizi hayli uğraştırdı. Bu federasyon, Türkiye’deki politikanın Almanya’daki uygulayıcısı olmamalıydı. TKEP’te her zaman Avrupa örgütlenmesi ve bunun alt birimleri olan ülke örgütlenmelerinin özerk bir yapıya sahip olmaları gerektiğini, partinin genel çizgisi içinde kalmak koşuluyla kendi programlarını oluşturmaları gerektiğini savundum ve bunu da uyguladım. Avrupa ülkelerinde bu alana uygun politikalar uygulanmak zorundaydı ve bunun için de öncelikle parti programı çerçevesinde kalan ama alana özgü ayrı saptamaları olan bir program gerekliydi.

Elinizde ayrıntılı bir program olmadan şu veya bu hedef koymak kolaydır. Ancak ayrıntılı bir programla bulunulan alanın özgünlüğüne uygun bir çalışma yürütebilirsiniz.

Federasyon programının temelini göçmenlerdeki ayrışma oluşturuyordu.

Göçmen belirlemesi yetersizdi, hangi göçmen diye de sorulması gerekirdi.

İşveren göçmen mi, işçi göçmen mi gibi örneğin…

1970’li yıllarda oldukça az olan bu ayrışma daha sonra gelişmiş ve göçmen kitlesi sınıflara ayrışmıştı.

Göçmenlerin öncelikle göçün en eski olduğu ülke olan Almanya’da kalıcı oldukları saptamasından yola çıkıyorduk. Bu saptamayı o yıllarda TKP’nin yan kolu olan Federal Almanya İşçi Dernekleri Federasyonu (FİDEF), Devrimci Yol’un Avrupa örgütlenmesi olan Devrimci İşçi ve biz yapıyorduk.  Bunların dışındaki Türk ve Kürt örgütleri için o yıllarda sadece Almanya’da 2.5 milyon kadar olan Türkiyeli kitle kalıcı değildi, ileride dönecekti.

Bu kitlenin artık bulunduğu yere yerleştiğini herkes biliyordu, ama bu kitleye kalıcı dediğiniz zaman ne yapılacağı bilinemediği için, dönecektir demek daha kolay geliyordu.

Bir bölüm devrimci için Almanya’da sosyalist mücadele düşünülemez bir şeydi. Sanıyorlardı ki, sosyalist mücadele sadece Türkiye’de olur. Bu inanç temelinde hareket ettiğinizde ise, sürekli olarak Türkiye’ye göre yaşamak, oradaki politikaları bulunduğunuz yerde uygulamaya çalışmak ve bunun için de ajitasyona başvurmak zorunda kalırdınız.

Sonuçta bu tür örgütlenmeler o zaman da vardı, bugün de var, ama içine düşülen umutsuzluğu yöneticilerin yüzlerinden bile okumak mümkündür.

İkinci önemli gelişme yıl sonunda ortaya çıkan Acilciler’deki büyük ayrılıktı.

Yaz aylarından itibaren Paris’te Mihrac Ural ve çetesinin dehşet saçtığını, mafya yöntemleriyle insan kaçırdığını, “burasını da Suriye gibi yapacağız” diye konuştuğunu duyuyordum.

Paris’teki arkadaşlar “müdahale edelim mi?” diye sordular.

Müdahale edebilirdik ve kısa sürede hepsinin tepesine binerdik.

Kesinlikle karışmamaları gerektiğini söyledim. Eğer içerden birileri bu uygulamaya itiraz etmiyorsa, sineye çekiyorsa, bize de karışmak düşmezdi.

Orada ne olup bittiği Almanya’da bile duyuluyor ise, Fransız polisi durumu çoktan öğrenmiş olsa gerekti…

Fransız polisinin tipik taktiğidir: sesini çıkarmaz, haberi yokmuş gibi davranır ve bekler…

Polis yakında bu şaşkın ördeklerin, Fransa’yı Muhabaratlı Suriye sanan Mihrac Ural ve çetesinin tepesine binecekti.

Nitekim de öyle oldu…

Mihrac Ural, Malak Fadal ve iki Muhabarat elemanı yakalandı ve sınırdışı edildiler.

Mihrac Ural, Fransız polis belgelerine de Muhabaratçı olarak geçti…

Öyle ya, iki Muhabarat elemanıyla birlikte Paris’te adam kaçırıp sorgulama yapıyorsanız, bunun adına başka bir şey denilemez.

Bu olayın hemen ardından Paris’te ayrılan arkadaşların çağrısı üzerine bu kente gittim. Kalabalık bir toplantıydı. Hatırladığım kadarıyla 40-50 kişi kadar vardı.

Örgütsel ayrılıklarda bilinen kuraldır: İnsanlar ayrılırlar, bir bölümü o hızla bir süre devam eder, ardından köşesine çekilmeler, kopuşlar gelir… Burada da aynısı olacaktı. Ek olarak, bir yıl boyunca Paris’te yaşadığım için bu kentteki örgütlenmenin özelliklerini biliyordum. Paris, yapı olarak, dağıtıcı bir kenttir. Bu kentte kalıcı örgütlenme çok kişiyle oluşturulmaz. Sağlam bir çekirdek kurarsınız, geriye kalan ise sürekli değişir, insanlar gelirler ve giderler.

1982 yılında yaşadıklarımdan çıkardığım bu sonuç, ilginçtir, yıllardan beri Paris’te yaşayan ve başka siyasetlerden olan insanlar tarafından bugün bile onaylanıyor.

Almanya ya da İsviçre’deki yapıyı Paris’te kuramazsınız.

Neyse, bu arada bu kadar çok Acilcinin Paris’te bulunmasına da şaşırmıştım doğrusu…

1982 yılında ayrıldıktan sonra arkamda bıraktığım örgütle hiç ilgilenmemiştim.

İşim başımdan aşkındı ve ek olarak da geride ilgilenmeyi hak eden bir şey kaldığını düşünmüyordum.

1982 sonrasındaki yıllarda tek tek epeyce insan Acilciler’den ayrıldı, şimdi ise büyük bir ayrılık vardı.

Bu insanların büyük bölümü devrimci harekette kalıcı olmayacaktı, ama, her durumda, Mihrac Ural ve çetesiyle devam edemeyeceklerini görmüşlerdi.

Her örgütün hatası olur, eksiği olur, ama bu çetenin yaptıkları artık işi zıvanadan çıkarmıştı. Korku, tehdit ve şantaj temelinde iş yapıyorlardı ve mafyadan herhangi bir farkları kalmamıştı.

Üçüncü sınıf bir mafyaydı üstelik…

Fransız polisi önünde mafyacılık oynuyorlar…

Bu ülkede Muhabarat’ın hükmünün geçmediğini polis tepelerine binince öğrendiler.

Paris’teki sorumlu arkadaşlarla ayrılan arkadaşların ilişkisini düzenleyip Almanya’ya döndüm.

İnsan altı yıl önceki görüşlerindeki isabet payını görünce ister istemez memnun oluyor.

1982’de birlikte ayrıldığımız arkadaşlara, kesinlikle Acilciler ile uğraşmamaları gerektiğini, yeni örgütün içinde başarılı olmanın asıl işleri olması gerektiğini anlatmıştım. Sadece geride bıraktıklarımız değil, bütün devrimci hareket bize bakıyordu.

Yaşanılan 12 Eylül sonrasının ilk büyük örgütsel ayrılığı idi.

Devrimci harekette tanınan bir isimdim ve yaşayacak olduğum pratik iki yönden önemliydi:

Acilciler’den Politik Büro üyesi olarak ayrılmıştım ve TKEP’te daha alt kademeden başlamıştım. Devrimci harekette böylesi bir duruma az rastlanır. Politbüro düzeyinden ayrılan yeni örgütte en azından MK’dan başlar.

Böyle bir düşünce hiç aklıma gelmedi, zira alanı biliyordum ve yükseleceğimi de biliyordum.

TKEP’te de böyle bir anlayış yoktu zaten… Varsa bir marifetin göster ve yüksel…

Bana da bu kadarı yeterdi, zira kimse beni engellemeye kalkmıyordu.

Önceki örgütte gittikçe artan en büyük sorunum, Mihrac Ural ve çetesinin ben bir şey yapınca neredeyse kriz geçirmeleri ve beni engellemeye çalışmalarıydı. Enerjimin ve zamanımın neredeyse yarısı, kendisi iş yapamayan ama başkalarını engellemeye çalışan insanlarla uğraşmakla geçecekti hatta geçiyordu.

Çapsız, beceriksiz, kalitesiz ve üstüne üstlük de pislik insanlar…

Kendi pislikleri içinde kalsınlardı…

İkinci konu ise, Acilciler bir silahlı mücadele hareketiydi ve ben de bir dönem silahlı eylemlerde öne çıkmış kişilerden birisiydim.

Böyle bir kişinin, silahlı mücadeleyi temel almayan bir örgütte hem de daha alt düzeyden başlayarak dikiş tutturması pek olacak iş değildir.

Bu nedenle herkesin bana bakacağını, ne yapacağımın dikkatle izleneceğini gayet iyi biliyordum.

Acilciler’in fazla gitmeyeceğini de biliyordum. Geride kadro kalmamıştı. Hapisten çıkacak olanların da dışarıdaki rezalete karşı sessiz kalacaklarını sanmıyordum.

Ayrılmışsın, gittiğin örgütte yükselmişsin, hem de öyle bir yükselmişsin ki, bu kadar olur, bu durumda ne olacağı bellidir.

Acilciler’den ayrılanlar için tek seçenek TKEP olacaktır…

Demek ki yapılabiliyormuş, nitekim örnekler de ortada diye düşünülecekti…

Bunu tahmin etmiştim ve tahminimin çıkmasından dolayı da memnundum.

1982’deki ayrılığın ardından can çekişme dönemine giren Acilciler, 1988 ayrılığıyla fiziki olarak da bittiler.

İsim olarak varmış gibi görünmeleri herhangi bir anlam taşımıyordu.

1988 yılından sonra araya 19 yıllık sessizlik dönemi girdi. 2007 yılına kadar Acilciler’in adı duyulmadı. Mihrac Ural da ortadan çekilmişti.

2007 yılında tam anlamıyla karanlık bir örgüt olarak ortaya çıktılar.

1981-1988 arası Muhabarat Acilcileri dönemiydi, 2007 sonrası Ergenekon Acilcileri dönemi oldu…

Bu vesileyle Mihrac Ural’ın bu dönemdeki temel kadrolarından olan ve Mehmet Ağar ile olan yakın ilişkisini açıklayan Mehmet Yavuz’a yeniden teşekkürlerimi sunarım.

Bu kadarını biz düşünemezdik doğrusu…

 

 

Son Güncelleme: Cumartesi, 03 Aralık 2011 09:36