Şuanda 296 konuk çevrimiçi
BugünBugün3351
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11075
Bu ayBu ay11075
ToplamToplam10479499
savaşmasını bilmek... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 04 Aralık 2011 14:12


Savaş kelimesini sık kullanmam bazı arkadaşları rahatsız ediyor, biliyorum. Arkadaşlar diye sözünü ettiklerim genellikle ne Acilciler ile ne de bu site ile ilişkisi olan insanlar değiller.

Muhtemelen burasıyla ilgisi olan bazı arkadaşları da rahatsız ediyordur.

İnsanlar arasındaki ilişkilerde savaş kelimesini sık kullanan birisiyim.

Bu lafın gelişi bir kullanma değildir.

O ilişkileri savaş çerçevesinde ele almaktan kaynaklanan bir kullanımdır.

Ya da kullanılan kelime, olanın adıdır. Olana uygun olduğu için kullanılmaktadır.

Küçük yaşlarda henüz bilincinde olmasam bile şunu öğrenmiştim:

Bu toplumun insanı iyi bir insan değildir, hatta kötü bir insandır.

Burada yapılan saptama bir ortalamayı gösterir. Herkes böyle değildir, yapılan saptama ortalamayı gösterir.

Nedir bu insanı kötü yapan?

Hep görürsünüz: bizdeki en sert anlaşmazlıklar yakınlar ile olanlardır.

Geniş bir aile çevresinde bulunmaya görün; o ötekini çekemez, filanca falanca ile sorunludur ve hatta denilebilir ki, birbiriyle sorunu olmayan neredeyse yoktur.

Sorunlar da sorun olsa bari, eften püften sorunlardır, ıvır zıvır şeylerdir.

İnsanlar arasında bu tür sorunlar olur, olur ama bizdeki oldukça yaygındır.

Neden böyledir?

İnsanlarda büyük konularda ses çıkaracak cesaret, büyüğe yönelip bir şeyler yapmak anlayışı ve çapı olmayınca, küçük konularda kendilerini ispata yönelirler.

Kendini ispat etmenin en kolay yolu da, çevrende senden güçsüz olanı bulmaktır.

Belirttiğim gibi, bu tür tipler bütün toplumlarda vardır, ama bizde fazlasıyla vardır.

Açık vereyim deme, herhangi bir amaç için değil, sırf ezmek için seni ezmeye çalışır.

Seni ezmesi kendini tatmin içindir, kendi komplekslerini tatmin içindir, başka bir şey için değil…

Bir de bildiğiniz gibi değil, çok korkaktırlar.

Havalarına bakmayın, kolayca rest çekerler ama çekilen resti gördünüz mü de ne yapacaklarını şaşırırlar.

Devrimci hareket bu toplumdan çıktığı ve önemli bir değişim geçirmek gerektiğini de sürekli ihmal ettiği için, bu toplumda egemen olan birçok özelliği almıştır.

Sırf kendini ispat etmek için ön planda görünen tiplere saldıranları bilirim.

Yanına al, sırtını biraz sıvazla, kelimenin gerçek anlamında köpeğin gibi olur…

Yanına almazsan, sana düşman olur…

Bu tür tipleri hem de birkaç kez büyük bir zevkle ezdim.

Hep aynı yöntemi kullanırlar. Önceleri yöntemdeki benzerlik nedeniyle şaşırırdım.

Bu iş nasıl oluyor, anlayamazdım.

Birbirini tanımayan, birbiriyle hiç ilişkisi olmamış insanların, benimle mücadelede hep aynı yöntemi kullanmaları bana garip gelirdi.

Daha sonra bunun nedeninin insanların aynı özelliklere sahip olmasından kaynaklandığını anladım.

Çapsız, beceriksiz, düzeysiz insanlar… Dışarıdan bakıldığında havaları iyi ama alt taraf boş… Kağıttan şato bile değiller.

Bu insanların genel özelliği uzun erimli iş yapamamalarıdır.

Birisiyle mücadele ettiklerinde işi çabuk tarafından bitirmeleri gerekir, zira iş uzarsa götüremeyeceklerdir ve bunu kendileri de bilir.

Bu nedenle ellerindeki bütün imkanlarla saldırırlar, zaten az olan cephanelerini harcarlar. Başka çareleri yoktur, zira iş uzarsa kaybedeceklerdir.

Yoğun saldırıyla kısa sürede karşı tarafı yıkabilirlerse ne iyi, yoksa kaybetmişlerdir.

Ardından saldırının ne olduğunu görmeye başlarlar. Feryatları yükselir, yapabilecekleri hiçbir şey kalmamıştır, ama yağma yok, yapabildiklerinin olmasa bile yapmayı istediklerinin hesabını vereceklerdir. Faturayı ödeyeceklerdir, ben faturayı ödetirim.

Mücadeleyi savaş terimleriyle düşünürüm ve savaştaymış gibi yürütürüm.

1 Ocak 1980 tarihini sembolik bir tarih olarak ele alırsak, o günden beri girdiğim hiçbir mücadeleyi kaybetmedim. Benimle mücadeleye girenleri de bu mücadeleye girdiklerine pişman ettim.

Burada mücadele olarak sözünü ettiğim, teorik mücadele değildir, sanıyorum herkes bunu anlıyordur.

Politik ve teorik olarak mücadele ettiğim insanlarla aramın her zaman iyi olmasının önemli bir nedeni, bu mücadeleye kişisel faktörleri asla karıştırmamış olmamdır.

Teorik olarak birisinin karşısında zayıf isem, yapmam gereken, kendimi zayıf olduğum konuda güçlendirmektir. Örneğin kişinin aile hayatını kullanarak onu vurmayı düşünmem. Bunu yapmak mümkündür ve belirli bir sonuç da alınabilir.

Asla yapmadım ve yapmam da…

Bana yapmaya kalkanları ise yaptıklarına pişman ettim.

Mücadele bir kez başladı mı, elimden kurtulamazlar. Ve kurtulamadılar da…

Ne yapalım, bu ülke insanı böyle…

Burada doğmayı ben seçmedim ve biraz geç de olsa insanımızla nasıl mücadele edilmesi gerektiğini öğrendim, üstelik de iyi öğrendim.

Önceden de belirtmiştim, insanları ezmeyi sevmem…

İnsanlarla özellikle mücadeleye girmeyi sevmem ya da bu mücadele hep politik-teorik düzlemde kalsın isterim.

Sonuçta insanın üreterek, yaparak bir şey olabileceğine inanırım. Başkalarını ezerek bir şey olunmaz… Olunsa bile geçici olarak olunur.

Bunu zayıflık olarak yorumlayanlar az değil… Olsun, ben yine de kimsenin üstüne gitmemeyi tercih ederim.

Benim üzerime ısrarla gelen ise, bunun sonuçlarına katlanmak zorundadır. Dünyanın kaç bucak olduğunu görecektir.

Benim için sorun artık eskisinden daha kolay, çünkü büyük bir geçmişe ve tecrübeye yaslanıyorum. Malum tiplerin ilk adımlarını görünce gelecekte neler yapacaklarını söyleyebilecek kadar tecrübem var.

Bırak yapsınlar, bekle, biraz büyüsünler ki ezmenin zevki çıksın…

“Sen de çok kötüsün” diyeceksiniz, biliyorum, ama bunların anladığı yöntem budur.

Bana çatan, çatmadan önce düşünmek zorundadır, düşünmüyorsa da, kendisi bilir…

Şunu da eklemezsem haksızlık yapmış olurum:

Çok iyi, çok kaliteli insanlar da var, sayıları az, ama var. Bazılarıyla her zaman anlaşabildiğimi söyleyemem, ama kendilerine karşı yüksek takdir hissimi her zaman korudum.

Bunlar üreten insanlar, ben de üreten bir insanım ve bu nedenle de –her zaman anlaşamasak bile- ilişkimiz hep iyi olmuştur.

Çok olmak önemlidir, ama bunu abartmamak gerekir.

500 kere sıfır, sıfır yapar…

Çokluk önemlidir ama kalitesi olmayan çokluğun fazla önemi yoktur.

Bunun için hep 1971 ve 1980 örneklerini veririm.

1971’deki devrimci hareket, 1980’dekine göre oldukça küçüktü.

1980’deki kitlesellik, 1971’dekine göre oldukça yüksektir.

1971’in insanları direndiler ve yenildiler.

1980’dekiler ise direnmeyi bile hayata geçiremediler.

Yenilmediler çünkü yenilmeyi bile hak edemediler.

Kalite meselesi…

1971’de de kalitesiz insanlar vardı, ama genele oranla 1980’e göre daha azdılar.

Sanmayın ki, 1970-72 döneminde sergilenen büyük direniş birkaç bilinen ismin işidir…

Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Hüseyin Cevahir ve birkaç isim daha…

Sanmayın ki o dönem sadece bu insanların eseridir.

Bu insanların içinde hareket ettikleri bir çevre vardı, onlar da bu çevrenin öne çıkan isimleriydi.

O çevre olmasaydı, bu insanlar da bu kadar öne çıkamazlardı.

Kartal-Maltepe cezaevinden firar gerçekleşince, ODTÜ’de bizi bulup, “bunların paraya ihtiyacı vardır, neden para toplamıyorsunuz” diyen asistanları bilirim.

Okulun her tarafı jandarma doluydu, bu asistanların adlarının ortaya çıkması durumunda akademik kariyerleri biterdi. Bunu biliyorlardı ve insani bir duygu olarak korkuyorlardı da…

Ve o dönem okulda büyük bir miktar topladık. Makbuz kullanmıyorduk. Böyle bir iş yapıp arkada iz bırakmak aptallık olurdu. Herkesin birbirine tam bir güveni vardı. Bu kadar tehlike içinde iş yapan insanlara istersen güvenme…

Benim bildiğim sadece ODTÜ’dür ama tanımasam bile bu tür insanlar başka yerlerde de vardı.

Hapishaneden kaçan ve görüldüğü yerde vurulmak üzere aranan bu insanlara evlerini açanlar vardı. Bunlardan bir bölümü daha sonra yakalandılar ve ağır işkence gördüler.

Evet, 1971’de de dönenler vardı, çekilenler vardı, ama sağlam duranlar da az değildi.

O dönemin kahramanlarını kahraman yapan bu çevredir.

O dönemi, o insanları hatırlıyorum ve şu duruma hep hayret ediyorum: anlaştıklarımız da vardı, anlaşamadıklarımız da vardı, ama aramızdaki karşılıklı saygı ilişkisi hiç kaybolmadı.

Sonraki dönemde olduğu gibi o dönemde de soytarılar vardı, bunların iki tanesinin haddini fena bildirmiştim. Bir tanesinde biraz fazla ileri gittim ve arkasından geri adım attım. Karşımdaki kötü birisi değildi, üzerine gitmenin gereği de yoktu. Bu nedenle geri çekildim.

Açıkçası o dönemki eksiklerim bugünkünden fazlaydı.

Teorik yönüm her zaman iyiydi. Politik yönüm de hiç fena değildi. İnsanlarla savaşma yönüm ise baştan beri vardı ama özellikle 1980 sonrasında gelişti.

Yine de mecbur kalmadıkça insanlarla savaşa girmem…

Kazanacak bile olsanız size zaman ve enerjiye mal olacaktır…

Bu nedenle girmeyi tercih etmem…

Girmeye mecbur kalırsam, artık karşımdaki düşünsün…