Şuanda 107 konuk çevrimiçi
BugünBugün3633
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11357
Bu ayBu ay11357
ToplamToplam10479781
politika yapamayan sol, suriye ve ortadoğu PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 09 Şubat 2012 22:38


Politika, verili koşullarda, ulaşılmak istenen hedef doğrultusunda mümkün olanı yapmaktır.

Bu tanımı negatif tarafından yaparsak:

Politika, ne istediğini ilan etmek değildir. Politika yapmaktır. Bol miktarda konuşuyor, eleştiriyor, hedefler gösteriyor, ama onlara ulaşılması doğrultusunda somut adım atamıyorsanız; sizden politikacı değil, ancak geveze olur.

 Bu durumu Ortadoğu’daki gelişmeler temelinde somutlamaya çalışayım:

Tunus’ta başlayan, ardından Mısır’a yayılan ve öteki Arap ülkelerini de etkileyen, son olarak da Suriye’de süren kitle ayaklanmalarına “Arap baharı” deniliyordu.

Baharın ömrü kısa sürdü. Tunus ve Mısır’da eski iktidarlar yıkıldı, ama bunların yerini dinciler aldı. Suriye’de de ya gerici iktidar yerinde kalacak ya da yerini Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir yönetim alacaktır.

Bu durum şöyle bir düşünceye yol açtı:

Ortadoğu ülkelerinde halk ayaklanmaları yoktur, emperyalizmin oyunu vardır. Emperyalizm bu ülkelerdeki yönetimleri değiştirmek ve kendi istediği yönetimleri iş başına getirmek için karışıklık çıkarmaktadır.

Böyle bir analize, kısaca “vay be!” demekten başka söylenebilecek fazla bir şey bulunmuyor.

Yine de bir şeyler söylemeye çalışıp, öncelikle şunu soralım:

Ortadoğu’nun en büyük ve belirleyici ülkesi Mısır’dır.

Hüsnü Mübarek yönetiminin ABD ile nasıl bir çelişkisi vardı?

Yine aynı yönetimin İsrail ile nasıl bir çelişkisi vardı da emperyalizm bu yönetimi değiştirmek ve yerine dinci bir yönetim getirmek istedi?

Bu sorulara cevap verilemez.

Mısır’ın İsrail ile olan ilişkisi eskisi gibi değildir, açık bir kötüleşme vardır.

Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Gazze’deki kardeş örgütleri olan Hamas’ın El Fetih ile –geçici de olsa- barışmasını sağlamış ve bu örgüt de merkezini Şam’dan taşımıştır.

Mısır’da yıllardan beri süren ve ülkeyi soyup soğana çeviren Hüsnü Mübarek yönetimine karşı biriken öfke patlamış, ancak ortada tercih edilebilir sol bir seçenek olmayınca dinciler kazanmıştır.

Yukarıdaki belirleme pek de doğru değil aslında…

Zira Müslüman Kardeşler yıllardan beri Mısır’da en örgütlü güçtü. Toplumsal alanda özellikle örgütlüydüler. Ülkenin en büyük partisi olmaları sürekli yasaklamalar ve tutuklamalarla engelleniyordu.

İslamın büyük ideologlarından birisi sayılan Seyyid Kutub, Müslüman Kardeşler’in önde gelen kişilerinden iken idam edilir, ama ne yapılsa bu örgütün güç kazanması engellenemez.

Bu örgütün ülkenin en büyük partisi olması için ABD desteğine ihtiyacı yoktur, zira yıllardan beri –yasaklamalara karşın- bu durumdadır. Mısır’da Müslüman Kardeşler, Mısır Komünist Partisi ile birlikte çalışmaktadır.

Son seçimde, rakamları tam hatırlamıyorum ama Müslüman Kardeşler oyların yaklaşık yüzde 45’ini aldı. Ardından gelen ve oyların yüzde 20 kadarını alan ise tam anlamıyla şeriatçı bir partidir.

Halk ayaklanması mutlaka solcuları iş başına getirir diye bir kural yoktur.

Mısır’da Mübarek devrilince yerine Müslüman Kardeşler gelecekti ve bu durum daha önce herkesin bildiği bir gerçekti.

Halk ayaklanması sol bir seçeneğin yokluğunda toplumdaki dinci örgütlenmenin önünü tümüyle açmıştır, demek daha doğru olmaz mı?

Müslüman Kardeşler ülke KP’sini bile yedeklemiş durumdadır.

Benzer bir saptamayı Türkiye için de yapabiliriz.

AKP manipülasyon yapmaktadır, ama halktaki islamcı eğilimi o yaratmamış, tersine onun sonucu olmuştur.

Politik islamı reddetmek bir şeydir, onun nereden ve nasıl geldiğini anlamaya çalışmak başka bir şeydir.

Anlamadığınız, gücünü nereden ve nasıl aldığını bilmediğiniz bir iktidarla nasıl mücadele edeceksiniz?

Emperyalizme karşı olununca iş bitiyor mu?

Ortadoğu’nun Müslüman ülkelerinde başlıca iki politik aktör bulunduğu zaten biliniyordu: Türkiye ve İran.

Buna bir süre sonra Mısır da katılırsa şaşmayın.

Mısır’daki yönetim AKP’nin güdümünde olmayacağını gittikçe daha açık olarak gösteriyor. Mısır halkı, Türkiye halkına göre belirgin oranda daha fazla dincidir.

Buradan Suriye’ye geçelim…

Bu ülkedeki iktidarın gerici karakteri, ülkede işsizlik, rüşvet ve yoksulluğun ileri boyutlarda olduğu yeterince biliniyor.

Esat rejimi, İsrail için, kötünün iyisidir, zira İsrail, Mısır’da olduğu gibi Suriye’de de kaybetmek istemiyor.

Esat rejiminin devrilmesi, en başta İran için büyük darbe olacaktır. Hamas’ın uzaklaşmasından sonra, Suriye’de de rejim değişikliği durumunda, İran’ın Lübnan’daki Hizbullah’tan başka destekçisi kalmayacak…

Suriye’deki rejim değişikliği, Rusya Federasyonu’nun Tartus’taki üssünü de kaybetmesi anlamına gelecek…

Bu nedenle Suriye’deki halk ayaklanmasında İran’da yer alıyor, Türkiye de…

Her iki ülke de bu ayaklanmayı kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor.

Birisi bastırması için yönetime destek veriyor, öteki ise isyancıları destekliyor.

Manipülasyon, kışkırtmalar var; ama nüfusu 22 milyon olan bir ülkede bir yılda 6000 kişinin ölmesine yol açan çatışmalar esas olarak manipülasyonla ortaya çıkamaz.

Suriye’de Esat iktidarına yönelik büyük tepki yeni de değil… 1981 sonlarında şimdiki ayaklanmanın merkezi olan Hama kenti ordu tarafından yerle bir edilmiş ve en az 20 bin kişi ölmüştü.

Bugünkü ayaklanmanın önemli bir tarihsel arka planı vardır.

Peki biz ne yapacağız?

Emperyalizmin demokrasi gibi bir amacı yoktur.

Bunu kendisine sosyalistim diyen herkes biliyor, ama bunu söylemek cevap değildir.

Ben, Birleşmiş Milletler Barış Gücünün bu gibi iç çatışmaların olduğu ülkelere gönderilmesini, çatışan taraflar arasına girerek müzakereye zorlamasını savunuyorum.

Buna karşılık, BM’in büyük ülkelerin denetiminde bir örgüt olduğu söylenilerek karşı çıkılabilir.

Diyelim ki, böyledir. Peki seçeneğiniz nedir?

Yapılabilecek seçeneğiniz nedir?

“Biz halkın yanındayız, onu destekleriz” demek cevap değildir.

Daha doğrusu bu cevap içi boş bir cevaptır.

Türkiye evrimci hareketinin ne durumda olduğu ortada…

Ülkesinde kayda değer bir barış hareketi oluşturmakta bile başarılı olamayan bir devrimci hareket, kime destek olacakmış…

Bunun laftan öteye herhangi bir anlamı bulunmuyor.

Laftan öteye anlamı bulunmadığı için de, somut seçeneğe ya da emperyalist müdahaleye yolu iyice açıyor.

Seçenek yok ise, ne kadar kötü olursa olsun, var olan seçenek yolunu açar…

Politika, istemezük demekten ibaret değildir.

Politika, uygulanabilir seçenek savunmaktır.

Barış hareketinin bazı batı ülkelerindeki gücü, sürekli olarak uygulanabilir seçenekler savunmalarından ve bu konuda bastırmalarından geliyor.

Bazen sonuç da alıyorlar.

Ülkemiz devrimcileri Afganistan konusunda ne diyorlar, diye sorsak, somut cevap alamayız.

Hele Türkiye’nin de bu ülkedeki NATO güçleri bünyesinde savaşta yer aldığından pek haberi olan da yoktur.

İşgale son verilsin! Yabancı güçler Afganistan’dan çekilsin!

Bu kadarla kalırsanız, işgal güçleri çekilince başlayacak olan iç savaş karşısında çaresiz kalırsınız.

Bir savaşın bitmesini, başka bir savaşın başlaması için savunmak iş değildir, öyle değil mi?

İşgal bitince, ülkedeki hükümetin Taliban’a karşı koyabilmesi mümkün değil. Hükümet devrilecek ve ardından da çelişkili güçler koalisyonu olan Taliban birbirine girecek…

Bu nedenle, işgalin sona ermesi ve bu ülkeye BM barış gücü gönderilmesi savunuluyor.

Bunu savunanlar da –sayıları pek fazla olmayan- sol yönelimli Afganlar…

Burada duygusallık değil, gerçekçi bir hesaplama söz konusudur.

Politika böyle yapılıyor…

Sadece ABD’ye karşı değil bütün NATO güçlerine karşı savaşan Taliban, şu anda dünyanın en iyi anti emperyalist savaşçı gücüdür.

Şeriatçılığın en azılısını temsil etmekle birlikte, emperyalizme karşı savaş konusunda da şu anda en ileridedir.

Hamas ve Lübnan Hizbullah’ını emperyalizme karşıdırlar diye ilerici ilan edenler, Taliban konusunda ne derler, bilinmez.

Boş verin canım, bizdeki solun yaptığı politikaya kendi aklı eriyor mu acaba!

 

 

Son Güncelleme: Cuma, 10 Şubat 2012 07:23