Şuanda 20 konuk çevrimiçi
BugünBugün4008
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11732
Bu ayBu ay11732
ToplamToplam10480156
taner akçam ve devrimci yol PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 29 Mart 2012 19:53


Taner Akçam’ın Taraf gazetesinde Neşe Düzel ile yaptığı söyleşide söyledikleri değişik tepkilere neden oldu. Burada beni ilgilendiren Taner Akçam’ın AKP, PKK, Abdullah Öcalan ve başka konulardaki görüşleri değildir. Üzerinde durmak istediğim, kendisinin 1980’li yılların başlarında Türk ve Kürt devrimcileri arasındaki işbirliğini engellediği gibi Devrimci Yol’u da tasfiye ettiğidir.

Her iki saptama da doğru değildir ve büyük bir abartmayı barındırmaktadır.

Taner Akçam ile Abdullah Öcalan arasında kişisel olarak neler konuşulduğunu bilmiyorum. Ama 1982 yılının yaz aylarında Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin (FKBDC) kurulmasıyla birlikte çeşitli Türk ve Kürt devrimci örgütleri arasında bir dönem devam eden işbirliğinin başladığını çok kişi gibi ben de biliyorum.

FKBDC şu örgütlerden oluşuyordu: Devrimci Yol, PKK, TKEP, TEP (Türkiye Emekçi Partisi), İşçinin Sesi, Acilciler, Devrimci Savaş, Kıvılcım.

Taner Akçam, FKBDC’nin kuruluş toplantısına katılır. Hemen ardından gelen süreç ise kendisinin Devrimci Yol içinde fazla etkinliğinin bulunmadığını gösteren bir süreçtir.

Devrimci Yol’un Avrupa örgütlenmesinin adı Devrimci İşçi idi.

FKBDC’nin ve bu örgütün Avrupa örgütlenmesi demek olan BİRKOM’un (Birlik Komitesi) toplantıları birkaç kez Almanya’da yapıldı. 1982 sonlarından başlayarak bu toplantılara TKEP’i temsilen katıldım ve Taner Akçam’ı da hiç görmedim.

Toplantılara Devrimci İşçi adına Taner’in görüşlerine karşı olmasıyla bilinen Ali Dayı (İbrahim Sevimli) katılırdı.

1982-83’de Devrimci İşçi içindeki ayrılık iyice ortaya çıktı. Tanerciler olarak da bilinen kesim sosyalizme karşıydı ve neredeyse tümüyle Yeşiller’e yakındı. O dönem bildiğim kadarıyla Devrimci İşçi kitlesinin büyük bölümü kendisinin görüşlerini benimsemedi.

Taner Akçam, 1982’de Suriye’de bulunan Devrimci Yolcuların bir bölümünün Avrupa’ya gelmesinde belirleyici rol oynamış olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, çok sayıda örgüt hemen olmasa bile zaman içinde Suriye’yi terk edecektir.

Bunun başlıca nedeni, Suriye hükümetinin kendi çıkarları gereği bu örgütleri kullanmak için çalışmasından öteye, bu ülkede yapılabilecek bir şey bulunmamasıdır.

1982 yazında İsrail’in Lübnan’a saldırısının ardından Filistin kampları Türkiyeli devrimciler için barınılamaz duruma geldi. Çok sayıda kamp artık mevcut da değildi ve Suriye’den dışarıya akın başladı.

“Bu insanlar neden askeri eğitim görüp de Türkiye’ye dönmediler?” sorusu bence ayakları havada bir sorudur.

Ülke içindeki yapıları büyük oranda dağılmış olan örgütler silahlı militanlar aracılığıyla geri dönseler ne yapacaklar?

Kalacak yer, irtibat elemanları vb. gibi destekler olmadan silahlı gücün kendi başına fazla anlam taşımadığı bilinir. Ülkedeki yapıları büyük oranda dağılmış olan örgütler için gerekli olan öncelikle bu yapının yeniden kurulmasıydı. Bu yapı olmadan silahlı gücün fazla anlamı yoktur.

Türkiye devrimci hareketindeki çürüme ve dağılma Avrupa’ya gidildiği için ortaya çıkmadı. Bir Avrupa ülkesine gelir gelmez her şeyi bırakan insanlardaki bu psikoloji Suriye’de iken ortaya çıkmıştı, uygun ortamı bulunca hayata geçti.

Ek olarak, Türkiye içindeki çok sayıda devrimci de çürüdü ve dağıldı.

Hapishanelerde çok farklı bir süreç mi yaşandı?

Direnenler de oldu, ama daha içerdeyken bile her şeyden çekilenler de az değildi.

Bir başka deyişle çürümenin coğrafyası yoktur. Türkiye’de, Kürdistan’da, Suriye’de ya da Avrupa’da çürüyen çürümüştür ve aksi örnekler de görülmüştür.

Taner Akçam’ın Devrimci Yol’u tasfiye ettiğini söylemek aşırı bir abartmadır.

12 Eylül öncesindeki en büyük devrimci örgüt olan Devrimci Yol ve buradan hareketle bir ülkenin devrimci hareketi neden dağıldı diye merak ediyorsanız, 12 Eylül öncesine bakmanız gerekir.

Açıklama 12 Eylül öncesindedir, sonrasında değil…

12 Eylül öncesinde büyük bir kitleselliğe ulaşmış olan devrimci hareket, 12 Eylül sonrasında faşizme karşı kayda değer bir direniş sergileyemedi. Savaşıp yenilmedi, resmen bozguna uğradı.

12 Eylül’ün üzerinden 32 yıl geçti ama bu bozgunun gerçek nedenlerini sorgulamamak için elden gelen her şey yapıldı ve hala da yapılıyor.

12 Eylül öncesi efsaneleştiriliyor ve bu efsane dönem nasıl oldu da bozgunla sonuçlandı, sorulmuyor.

Filanca örgütü falanca kişinin dağıttığından söz ediliyor.

Bu anlayış bana “SSCB’yi Gorbaçov dağıttı” denilmesini hatırlatıyor.

Gerçek nedenlerin üzerine eğilmek istemediğinizde, kendinize kolay açıklamalar bulursunuz.

Türkiye devrimci hareketi, 12 Eylül öncesindeki yaygın sol içi şiddetin yarattığı derin tahribatı, kendisiyle bir türlü yüzleşemediği için halen aşamadı.

FKBDC’nin kuruluş bülteninde sol içi şiddetin özeleştirisi yapılır. Bu şiddetin halkın devrimcilere olan güvenini tahrip ettiğinden söz edilir.

Özeleştiri ilk adımdır, sorunun köklerine inilmesi gerekirdi, ama yapılmadı. Ve dahası, 1982’de yapılan önemli saptama da unutuldu.

Türkiye devrimci hareketinin 12 Eylül öncesiyle yüzleşmesi gerek… Bu yüzleşmenin önemli bölümünü sol içi şiddet oluşturur.

Devrimci hareketin 32 yıldır bir türlü ayağa kalkamamasında bu yüzleşmenin yapılamamış olmasının önemli payı vardır.

Açık faşizmi sadece biz yaşamadık, Latin Amerika ülkeleri bizden daha şiddetli yaşadılar. Oradaki devrimci örgütler de ağır bir yenilgi yaşadılar, ama kendilerini toparlayıp ayağa kalktılar.

Eski gerilla örgütleri Bolivya ve Uruguay’da ülkenin politikasını etkileyebilecek konumlara yükseldiler.

Geçmişi değerlendirmiş, kapatmış ve kendilerini yenileyebilmişlerdi.

Sorun da buradadır.

12 Eylül öncesi genel hatlarıyla iyi bir dönem idiyse, neden bozguna uğradık? sorusuna bile yanıt verilemezken, kendini yenilemekten nasıl söz edilebilir?