Şuanda 71 konuk çevrimiçi
BugünBugün4038
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11762
Bu ayBu ay11762
ToplamToplam10480186
illegalite ne kadar vardı? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 26 Nisan 2012 17:50


12 Eylül öncesinde ve uzun bir dönem için de sonrasında sosyalist hareketteki örgütlerin tamamına yakınını yasadışı ya da illegal olanlar oluşturuyordu.

Belki TİP ve TEP’te bu yapı yoktu, ama yasal bir parti olan TSİP’te vardı. Darbe sonrasında çok sayıda insanlarını değişik yollardan ülke dışına çıkardılar. Bunun için de en başta iyi sahte kimlik yapabilmek gerekiyordu. Öteki örgütlerde illegal yan daha da güçlüydü ya da böyle olduğu iddia ediliyordu.

12 Eylül öncesi örgütlerini biraz olsun tanıyan herkes, gösterilmek istenilenle gerçeklik arasındaki büyük farkı hemen görecektir.

Birçok örgütte illegalite lafta vardı, pratikte yoktu demeyeyim ama gösterilmek istenilenin epeyce gerisindeydi.

Bunun nedeninin sadece disiplinsizlik, umursamazlık olduğunu sanmıyorum.

Düşünün, küçük bir yerleşim birimindeki sosyalistler arasında illegalite hangi boyutta olabilir?

Çocukluktan beri birlikte olmuş, birbiriyle sürekli görüşen ve genellikle de çok konuşan, ulusal bir karakter olarak da hava atmayı seven insanlar arasında illegalite ne kadar olabilir?

Herkes herkesi bilir, ötekinin ne yaptığını da bilir. Ek olarak, içlerinden bazıları başka kentlere gitse bile, ona nasıl ulaşabileceklerini ve gidenin orada ne yaptığını da aşağı yukarı bilirler.

İnsanların bu kadar çok konuştuğu, birbirine sürekli bilgi aktardığı bir ülkede illegalitenin en sıkısı bile ne kadar olabilir?

İstanbul’dan biliyorum; Avukat Cemil, illegal yapının bütünüyle dışında bulunmasına karşın, askeri eylemleri bildiği gibi, bunlara kimin girdiğini de bilirdi. Ve hatta askeri eylemlere giren bazı kişileri tanırdı da… Gerçekte hiçbir ilişkisi olmaması gereken kişileri ona bir hemşerisi tanıştırırdı.

Peki bir yerden bir sakatlık çıkarsa ne olacak, o sırada bunları düşünen yoktu.

Küçük kentlerden gelen insanlar arasında bu tür bir ilişki vardı ve bu ilişki sadece bize özgü değildi, bütün örgütlerde vardı.

Anladığımız anlamda illegalitenin büyük kentlerde ve ancak herkesin dikkat etmesiyle oluşabileceğini anlayabilmem zaman aldı.

Ankara’da ben Yusuf Ziya Güneş’i tanımazdım, oysa ki aynı okuldan ve hatta aynı bölümdenmişiz.

Rıza ve Ömür, İlker’i tanımazdı. Yüksel’i de ancak Beylerderesi’nden sonra tanıdılar.

Bu isimlerin hepsi Ankara’da idi, ama herkes birbirini tanımazdı.

Bu sadece benim marifetim değildi, hepimiz dikkat ediyorduk. Zaten bir yerden işi gevşetirseniz, önünü alamazdınız.

Antakya’da illegalite hangi boyutta uygulanabilirdi?

Herkes birbirini biliyor, herkes dernek çevresinde ve bu ilişki anlayışı başka kentlere de taşınıyor. Örneğin Ankara’daki iki “örgüt evinin” dernek gibi olduğunu, girenin çıkanın belli olmadığını 1978 yakalanması sırasında bu kentte bulunan bir yoldaştan yıllar sonra öğrendik.

İstanbul’da askeri kadronun ne mahalle çalışmalarıyla ne de açık çalışma yürütülen alanla sözüm ona bağı yoktu. Ama gerçeklikte böyle değildi…

Kural koymak yetmiyor, o kuralı sürekli denetlemek zorundasınız ve her şeyin peşinden koşmanız, her yere yetişmeniz de mümkün olmuyor.

Yaşadığım ilginç bir deneyi anlatayım…

1987 ya da 1988 yılıydı. TKEP’in İsviçre örgütlenmesinde –kenti hatırlamıyorum- bir sorun var. Yanlış hatırlamıyorsam Adıyaman’ın küçük yerleşim birimlerinden olan bir kişi çevresine sürekli olarak devrimciler aleyhine propaganda yapıyor, ama kurnazca yapıyor: darbe geldi herkes dağıldı, ülkede hiçbir şey yok gibisinden konuşuyor.

Bu tür tiplere teorik cevap verilmez, ülkede üç tane yasadışı yayın çıkıyor (Komünist, Birlik Yolu, Denge Kurdistan) ama bunlarla da ikna olmaz. Bu tür tiplere pratik bir cevap gerek…

Yakında izin mevsimi başlayacak ve bu tip köyüne izne gidecekti. Bir arkadaş, bu tip izindeyken bir adet Komünist dergisinin kapısının altında içeriye atılmasını önerdi.

İyi fikir de bunu nasıl yapacağız?

Türkiye’deki yoldaşlar beni sık sık telefonla arıyorlar ama böyle bir konunun telefonda konuşulması uygun değildi.

O yıllarda internet ve cep telefonu yok, hatırlatırım…

Mektup yazsam, kim bilir ne zaman ellerine geçerdi? Birkaç haftadan fazla zamanımız yoktu.

Genel Sekretere telefon edip konuyu iletsem ve o bölgede acaba böyle bir şey yapılabilir miydi?

Ben iletirdim ama onlar içeridekilere ne zaman iletebilirdi, bilinmez.

O bölgede yasadışı yayını dağıtan yoldaşın adını bile bana iletmişlerdi ama onu nasıl bulacaktık?

Ben bu işin nasıl yapılabileceğini parti kanallarından düşünüyorum, meğer başka kanallar da varmış.

Benim “tamam yapılsın” demem bekleniyordu. Bölgedeki yasadışı yayın dağıtıcısı yoldaşın akrabaları İsviçre’deydi ve kendisine ulaşıp gereken bilgiyi iletmeleri 24 saat sürmedi. Parti o yoldaşı arasa bu kadar hızlı bulamazdı. Demek ki bir illegal yapı vardı, bir de fiilen işleyen başka bir mekanizma vardı.

Başlangıçta bu durum bana garip geldi, ama daha sonra insan, “başka nasıl olabilir, diye düşünüyor.

Küçük yer, kim nerede ve ne yapıyor, biliniyor. Hele de akrabaların birbirlerinden sürekli haberleri oluyor.

Böyle yapmayan ve bu tür ilişkilere dikkat edenler de vardı ama anlaşıldığı kadarıyla dikkat etmeyenler daha fazlaydı.

Sonuçta köyüne izne giden adamın kapısının altından bir gece Komünist dergisinin son sayısı içeriye atılır.

Adam İsviçre’ye gelince bir propaganda yapar ki, sormayın: çok gizli çalışıyorlar, her tarafta örgütlenmişler vb. vb.

Sonuç iyi ama sonuca yol açan işleyiş için aynısı söylenemezdi.

Sonuçta şu belirleme yapılabilir:

Ulusal özellikleri dikkate almadan başka ülkelerde uygulanan illegalite örneklerini kopya etmeye çalıştık ve pek de başarılı olamadık. Bu durum bütün sosyalist örgütlerde birbirine benziyor.

İnsanların bu kadar çok konuştuğu, mavranın bol olduğu, birbirine sürekli bilgi aktarıldığı bir toplumsal ortamda, devrimci hareket de gıdasını alacaktı ve nitekim aldı da…

Almanya’da iken dünyanın en gelişmiş kent gerillası kabul edilen Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun yapısını inceleme fırsatım oldu. Alman polisi gibi deneyimli ve son derece teknik çalışan bir polisin bile çözemediği gizli bir yapıya sahiptiler.

Yapının özelliklerine bakıyorsunuz, bizim yapmak istediğimizden çok farklı değil…

Biz yapmak istedik, onlar ise yaptılar.

Alman toplumunda kahve kültürü yok, toplanıp saatlerce mavra yapmak pek rastlanılan bir örnek değil, insanların birbirlerinin her şeyini bilmeleri gibi bir özellik yaygın değil…

Bu toplumsal özellikler devrimci harekete yansıyor, bizdekinin yansıdığı gibi…

Bizim kendi toplumsal yapımıza uygun bir illegalite anlayışı geliştirmemiz ya da en azından durumu bilip illegal yapımız var diye kendimizi kandırmamamız gerekirdi.

Gerçek kötü bile olsa, bilinmesinde büyük yarar vardır; planınızı ona göre yaparsınız ve kendinizi kandırmazsınız.