Şuanda 201 konuk çevrimiçi
BugünBugün4103
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11827
Bu ayBu ay11827
ToplamToplam10480251
thkp-c (acilciler) tarihi 2 PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 24 Mayıs 2012 21:09


Bu tarihi 1974’te örgütün kuruluşundan 1982’de ayrıldığım Ağustos ayına kadar yazmayı düşünmüyorum. Bu sekiz yıllık yazım gerekli de değil… Sadece bu örgütü örgüt yapan yılları, 1974-1977 dönemini yazacağım. Önceki yazılarda da değişik kereler belirtmiştim: 1977 sonrasında da hem örgütlenme ve hem de silahlı propaganda eylemleri olarak boş durulmadı. Ne var ki, devrimci hareketin genel gelişme hızı bizimkinin üzerindeydi. 1977’ye kadarki dönemde ayrıcalıklı bir örgüt sayılırdık. Devrimci hareket içinde dikkat çeken bir örgüttük. Daha sonra bu özelliğimiz kalmadı. Genelin içinde kaybolup gittik. 1977 sonrasındaki yıllarda esas olarak önceki dönemde sahip olunan büyük ismin gölgesinde idare ettik. Ayrıcalıklı bir özelliğimiz artık yoktu.

Dört yıldan beri bu sitede yayınlanan yaklaşık 25 kişinin yazılarından anlaşıldığı kadarıyla, yakalanmam öncesi ve sonrası arasında örgütlenme anlayışı bakımından önemli fark bulunuyor. 1977 Ağustos sonrasında örgüt, bir silahlı mücadele örgütü olmanın özelliliklerinden hızla uzaklaşıyor. Örgüt giderek dernekleşiyor ve Mihrac Urallaşıyor.

Silahlı mücadele örgütü demek, silah ve silahlı eğitimden çok ötede özelliklere sahiptir. Her şeyden önce apayrı bir örgüt yapısına sahiptir. Oligarşinin en fazla saldıracağı örgüt durumundasınız ve bunu dikkate alarak baştan itibaren önlem almak zorundasınız. Bu önlem, öncelikle bölgelerin ayrılması ve sıkı bir gizlilik demektir.

Örgütün dernekleşmesi ve Mihrac Urallaşmasıyla birlikte bölgeler iç içe geçtiği gibi gizlilik kurallarına da büyük oranda uyulmaz.

Gizlilik konusunda eksiklere sahip olmak, hata yapmak bir şeydir; gizliliğin kurallarına uymamak başka bir şeydir.

Mehmet Avan bir yazısında Mihrac Ural için 250 kişinin ifade verdiğini söylemişti.

Bunun anlamı şudur: bölgeleri dolaşmış, olabildiğince fazla insanla tanışmış (ve “ben liderim” demiş, ama burasını geçelim).

Bu örgütte hiçbir zaman 250 kişi benim hakkımda ifade veremezdi, çünkü beni tanımazdı. En fazla duymuş olurdu, ama herhangi bir şekilde ilişkisi olmazdı.

Örgütün kuruluş döneminde bırakın bölgeleri dolaşıp mümkün olduğu kadar insanla tanışmayı, aynı kentte (örneğin Ankara’da) bile herkes herkesi tanımazdı.

Mihrac Ural gibi üstelik de Antakya’da deşifre olmuş bir ismin o bölge senin bu bölge benim dolaşması örgütsel açıdan anlaşılamaz, ama kendisi açısından anlaşılabilir.

Örgüt Muhabaratlaşıyor, örgüt Araplaştırılıyor.

Sadık elemanlar, öncelikle Hataylı olmaları koşuluyla sorumluluk noktalarına getiriliyorlar. Bunların yanına başka bölgelerden ama Mihraccı olan tipler ekleniyor.

O güne kadar örgüte sadece bölgesel darbe indirmeyi başaran polisin, 1978 operasyonunda örgütün bir ucundan girip öteki ucundan çıkması hiç şaşırtıcı değil. Polis bir bölgeden ötekine sıçrıyor çünkü eskiden bulunmayan bölgeler arası ilişkiler var. Buna Mihrac Ural’ın polisle anlaşmasını da ekleyin, örgütsel olarak yaşadığımız büyük düşüşü anlarsınız.

Acilciler giderek silahlı mücadele örgütü yapısından uzaklaştı. Benzer bir durum HDÖ’de de yaşandı. Eskiden polis örgüte darbe indirdiğinde darbe alanında kalır ya da biraz yayılabilirdi. Daha sonra ise bir uçtan girip ötekinden çıkmaya başladı.

Silahlı mücadele örgütünün yapısı, legal ve yarı legal örgütlerden ve hatta gizli bile olsalar klasik politik kitle çalışması örgütlerinden farklıdır. Silahlı mücadele örgütü, silah ve silahlı eğitim görmüş militandan çok fazla bir şeydir. Her şeyden önce farklı örgüt yapısıdır.

Örgüt yapısın ne kadar önemli olduğunu, TSİP yapısından gelen bir örgütün, TKP-B’nin Silahlı Devrim Birlikleri örneğinde gördük. Büyük bir başarısızlık yaşandı. Örgüte başka tipler sızmış mıdır, dışarıdan bilinemez. Sadece örgütsel yapının bu mücadeleye hiç uygun olmadığı görülebiliyordu.

Benzer bir deneyimi yıllar önce Latin Amerika ülkelerindeki komünist partileri yaşamıştı. Ülkede gerilla hareketinin yükselmesi üzerine (bizde de PKK vardı) ana yapıya bağlı olan ve silahlı eylemler yapacak bir yapı kurmuşlardı. İstediği kadar ayrı olsun, ilk yapı kendi özelliklerini ikincisine geçiriyor. Sonuç doğal olarak başarısızlıktı. Kendilerinden küçük silahlı mücadele örgütlerinin başarısını bile gösteremediler.

1977 Ağustos’undan sonra Mihrac Urallaşmaya başlayan yapımız da bizi ancak geriye düşmeye ve artan oranda başarısızlığa götürebilirdi.

Bu dönemin tarihini yazma hazırlığını yaparken değişik çevrelerden gelen bazı sorular ve yaklaşımlar dikkatimi çekti. Bazı arkadaşlar Acilciler’i Hatay örgütü ya da Hatay’ı merkez alarak gelişen bir örgüt sanıyorlardı.

Onlara durumu açıkladım. 1982’den sonra geçen yıllar boyunca bu yönde propaganda yapıldığını biliyordum ve işin bu tarafı da beni ilgilendirmiyordu.

1987’de yapılan Birinci Kongre’de ya da Hz. Ali Kongresi’nde yedi kişilik MK’nin beşinin ülke dışında olması, ülke içindeki iki üyeden birisinin hapiste ötekisinin ise yıllar önce ilişkisini kesmiş birisi olması durumu yeterince gösteriyordu.

Öncesinde ise, 1974-1977 döneminde ise örgütte bölgecilik yoktu. Ama isteniyorsa şu söylenilebilir: Mihrac Ural’ın örgüt açısından özel bir önemi yoktu. Yüksel ve Ömür ölüp Rıza da yakalanmasaydı Genel Komite’ye de giremezdi.

Antakya ile ilişkimiz 1976 yılının yazında başlar ve oraya giden arkadaşın yapması gereken de dernek yapısını değiştirmek olmalıydı. Dernek gerekli, ama ayrı olmalıydı.

Küçük bir kentte bunu yapabilme olanağı sınırlıdır. Herkesin herkesi bildiği yerde gizlilik büyük kentlerdeki gibi olmaz. Ama yapılabildiği kadar yapabilmemiz gerekirdi. Ve bunu da ancak dışarıdan gelenler yapabilirdi.

1980 yılı sonlarında Adana ve Antakya’nın durumunu kısaca görmek fırsatım oldu. Faşizm karşısında o çok lafı edilen kitlesellik işe yaramamış ve ya yakalanılmış ya da Suriye’ye gidilmişti. Sanki Adana’nın en kitlesel örgütü olan Devrimci Yol çok mu farklı durumdaydı?

Sonraki yıllarda da durum değişmedi, çünkü ilişkiler Muhabarat’ın hizmetinde olabildikleri ölçüde değer kazanıyordu.

O bölgeden ve Arap kökenli çok arkadaş bu gelişmeye itiraz etti. Müntecep Kesici bu nedenle öldürüldü.

Arapça bilen arkadaşların Mihrac Ural ile Muhabarat arasındaki ilişkinin boyutunu zamanında anlamamasına sürekli şaşırdım. Mihrac Ural ile Suriye’de mücadele etmeye kalktılar. Gerçekte ise Suriye’de devletin gizli örgütü Muhabarat ile mücadeleye girmek zorundaydılar ve bu mücadeleyi kazanmaları mümkün değildi.

Acilciler tarih yazımının özellikleri ve konunun nasıl ele alınması gerektiği üzerinde gelecek yazıda duracağım.

 

Son Güncelleme: Pazartesi, 28 Mayıs 2012 19:55