Şuanda 23 konuk çevrimiçi
BugünBugün4010
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11734
Bu ayBu ay11734
ToplamToplam10480158
benim yaşım kemale hiç ermeyecek galiba... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 13 Haziran 2012 18:00


Hepimiz yaşlandık. Bunu söylemekle yeni bir şey söylemediğimi biliyorum. Gençleşecek değildik herhalde, yaşlandık. Her insan gibi bizler de yaşlanacağız ve öleceğiz.

Mesele şudur: ileri yaşlara vardığınızda hayatınızı istediğiniz gibi yaşadığınızı hissedebiliyor musunuz? İçinizde derin pişmanlıklar, şunu da yapsaydım gibi arzular var mı?

Hatalardan söz etmiyorum, hatayı herkes yapar ve hatasız hayat da olmaz. Önemli olan içinizde gerçekleştirilememiş, sizin için önem taşıyan isteklerin hala bulunup bulunmadığıdır.

Hayatta bir insanın başına gelebilecek en acı şey, ileri yaşlarda “ben yaşadım mı” ya da “şunları da yapabilseydim” diye düşünmesidir.

İnanır mısınız bilmem, birkaç yıldan beri bu türlü düşüncelere sahip değilim.

İçimde doygunluk var, psikolojim son derece rahat ve 19 yaşındayken karar vermiş olduğum gibi yaşamış olduğumu hissediyorum.

Bu, büyük bir mutluluktur. İstediklerimi yaptım, yapabildim duygusu büyük bir mutluluktur.

Burada söz konusu olan insanın içinde bulunduğu ortamın imkanları dahilinde istediklerini yapabilmesidir. Bu ülkede devrim yapmayı isterdim ama bu sadece bana bağlı bir şey değildi. Sadece şu veya bu örgüte de bağlı değildi ve hatta devrimci hareketin geneline bile bağlı değildi. Uluslar arası çapta çok çeşitli faktörlerin bir araya gelmesi ve bizim de buradan doğan uygun ortamı kullanabilmemiz gerekiyordu.

Elimde olsaydı daha geç değil 5-10 yıl kadar daha erken doğmayı isterdim.

20. yüzyıl için, insanlığın büyük rüyasını gerçekleştirmeye yaklaşıldığının sanıldığı ve bu çabanın başarısızlıkla sonuçlandığı yüzyıl denilir.

Bu büyük çıkış ve düşüş özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşandı. 1950 değil de 1945 doğumlu olsaydım, bu büyük yüzyılı daha fazla yaşamış olurdum

Dahası, 1960-1972 dönemi, bizler için bu ülkenin en güzel dönemidir.

Özellikle 1965-1971 dönemi…

Daha erken doğmuş olsaydım, bu dönemi daha büyük yaşta ve daha iyi yaşamış olurdum.

Yine de uygun koşulları, bilinçli olmaktan ziyade içgüdülerimle kaçırmadım diyebilirim.

Hayat beni cangılın ortasına attı ve ben de hiçbir şekilde köşeme çekilmedim.

1967-1974 arasında dönemin en önemli üniversitelerinden birisi sayılan ODTÜ’de idim. ODTÜ’de olabilmeniz için önce oraya girebilmeniz gerekiyor. Ya da o yıllarda ayrı olan ODTÜ seçme sınavında yeterli puan alabilmeniz gerekiyor.

Sosyalist Fikir Kulübü üyeliğinden sonra hayat bana “yürü aslanım” dedi diyebilirim.

20 yaşında bir gençken İleri dergisinin yazı işleri sorumlusu olarak dönemin önde gelen kadrosunun büyük bölümünü tanıma fırsatım oldu. Ardından THKP-C’nin gayrı resmi yayın organı sayılan Kurtuluş’u çıkardık.

1974 sonrasında kurulan çok sayıda örgüt bugün hatırlanmıyor.

Acilciler ise hatırlanıyor. Bu örgütün önde gelen kurucularından birisi oldum. 1974-80 döneminden yıllar sonrasına kadar kalan TDAS’ı yazabildim, hapisten kaçtım, Avrupa’da ülkenin en uzun ömürlü dergilerinden birisini (Yazın) 27 yıl çıkardım.

Almanya’da sol hareketin yükselişinde aktif yer aldım ve yedi yıl Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS)’in Frankfurt il yönetiminde bulundum.

Bir üniversite daha bitirdim, 11 kitap yazdım…

Daha devam edeceğim kuşkusuz, ama bu kadarı bile insana önemli bir doygunluk veriyor.

Geçen yıl ilkçağ felsefesi okurken Aristoteles’in de içinde bulunduğu çok sayıda filozofun hayatın anlamı ve amacı üzerinde düşündüklerini öğrenmiştim. “İnsan nasıl yaşamalı” sorusu ilkçağ felsefesinin temel sorusudur ve birbirine benzer cevaplar verilir: insan yaşamının amacı kendini gerçekleştirmektir. Kendini gerçekleştirmek, insanın sahip olduğu yetenekleri sonuna kadar geliştirmesi demektir.

Teoride ve pratikte bunu yapabildiğimi sanıyorum. İnsan bunu yaptığını hissedince oldukça rahatlıyor.

Bakın devrimci harekette ilk örgütsel hesaplaşmanın yapılması ve Muhabarat ajanı Mihrac Ural’ın çehresinin ortaya çıkarılmasını saymadım.

Bu konuda oynayacağım rolü önceden düşünmemiş, planlamamıştım. Hayat önümüze görev olarak serdi ve hep birlikte bu işi gerçekleştirdik.

Devrimci harekette bu da unutulmayacak bir olaydır.

Hayatımın en zor yılı 1976 idi, özellikle bu yılın ilk altı ayı…

Beylerderesi’nde büyük darbe yemiştik, ek olarak üzerimizde polis operasyonu vardı. Devrimci Gençlik de başka bir yandan yükleniyordu. Kısacası her taraftan kuşatma altındaydık. Kararlı olabilirsiniz ama bu durumda kararlılık tek başına çözüm olmuyor. Yanlış bir hareket neredeyse her şeyin bitmesine neden olabilirdi.

Toparlandık, ilişkilerimizi genişlettik, para bulduk ve bunlar hiç kolay olmadı.

Hayatımın en güzel yılı ise 1982’dir. Bu yılın büyük bölümü Paris’te geçmişti ve başarıdan başarıya koştuğum bir yıldı.

Keşke örgütün kurucu kadrosundan hayatını kaybeden yoldaşlar da bu günleri görebilseydi…

1971’in psikolojisini yaşamış insanlar olarak fazla yaşayacağımızı düşünmüyorduk, ama bazılarımızın savaşa girer girmez düşeceği de kimsenin aklına gelmemişti.

Ancak hapse girdikten sonra 50 yaşından uzun yaşayacağıma inanmıştım.

Gerçi şöyle de diyebilirsiniz: 1970’li yılların ikinci yarısında silahlı çatışmada ölseydin şimdi ikinci Mahir Çayan benzeri birisi olurdun. Pratik var, teori ve bunun somutlaştığı eser de var, daha ne!

Olabilir ama böyle olsun istemezdim. Benim için asıl önemli olan kafamdakileri yapabilmek, bunlar için en azından ciddi olarak teşebbüs etmekti. Bunları yaparken ölebilirdim, bunu zaten göze almıştım, hepimiz almıştık…

Tehlikeyi göze almadan hiçbir şey yapamazsınız…

Savaşmak istiyorsanız, savaşa girer girmez düşmek kötü bir şeydir. Elde olan bir şey değildir ama iyi bir şey değildir.

Böyle bir şey başıma gelmediği için memnunum açıkçası…

Son Güncelleme: Pazartesi, 18 Haziran 2012 18:48