Şuanda 286 konuk çevrimiçi
BugünBugün4152
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11876
Bu ayBu ay11876
ToplamToplam10480300
22 Temmuz, Kemal Türkler ve... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 22 Temmuz 2012 09:45


22 Temmuz doğum günüm, aynı zamanda da 32 yıl önce Kemal Türkler’in öldürüldüğü gün…

32 yıl öncesini iyi hatırlıyorum. Normalde insan, özel bir olay olmamışsa eğer, bu kadar geçmişte kalmış bir günü hatırlamaz.

21 Nisan 1980 günü bir grup arkadaşla birlikte Sağmalcılar Cezaevi’nden kaçmıştık. İdamla yargılanıyordum ve en az müebbet alacağım da kesindi (nitekim 1983 yılında biten davada İstanbul Bir Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde gıyabında müebbet ceza alacaktım).

Gazetelerde fazlasıyla afişe olduğum ve kaçtıktan sonra da ard arda iki kez yakalanma tehlikesi atlattığım için yaklaşık iki ay dışarı çıkmadım. Kaldığım yer Boğaz sırtlarında bir gecekonduydu. Kaçtıktan bir süre sonra bir kere yürüyerek sahile inmiş, kaldığım yere yakın olmasın diye ve çevirme olur diye de dolmuşa binmeden hayli yürümüş, bir fotoğrafçı bulup acele şipşak çektirmiş, sonra da fotoğrafı kimlik yapılması için ilgili arkadaşla göndermiştim. Bir kimliğim vardı ama dikkat bakan bir göz için sahteyim diye bağırıyordu. Neyse bir süre sonra sağlam bir kimlik geldi ve ben de dışarıya çıkmadım.

Olay geliyor sizi buluyor…

Bir akşam yemek yerken silah sesleri duyduk. Arkadaş çıkıp baktı. Bizden biraz ilerideki bir evin önünde duran gence bir arabadan ateş açılmıştı. Gencin solcu olduğu, öldürenlerin de MHP’li olduklarını duymuştu.

Evin hemen terk edilmesi gerekiyordu. Polisin çevrede arama yapması ve bu arada gecekonduyu da basması ihtimal dahilindeydi.

Evden çıktık, ama nereye gideceğiz, gidecek yer yok…

Arkadaşın bildiği bir öğrenci evinde kaldık. Burada kalmak tehlikeliydi ama dışarıda kalmaktan iyiydi. Anladığım kadarıyla ev deşifre bir evdi, gelen giden belli değildi. Böyle evler kolay kolay basılmazdı ama aradan zaman geçmiş olmasına karşın tek korkum birisinin beni tanımasıydı. Televizyondan ya da gazetelerden yüzümü hatırlarsa durum hiç iyi olmazdı. Doğal olarak korkarlardı ve haklı da olurlardı.

Neyse tanıyan çıkmadı. Sabah evden çıktık. İlgili arkadaşla temas kurabildik ve o da beni hapisten birlikte kaçtığım arkadaşlardan birisinin yanına götürdü.

Şirinevler’de bir ev, arkadaş eşi ve çocuğuyla yaşıyordu. Genç değildi ve tip olarak da sokakta her gün gördüğünüz insanlardan birisi gibiydi. Kimsenin akınla bu kişinin siyasi olabileceği gelmezdi.

Arkadaşın eşi kuafördü. Saatlerce uğraşıp saçlarımın rengini açtı. Saçlarımı kulaklarımı kapatacak kadar uzatmış, bir de bıyık bırakmıştım. Böylece insanın yüzü de bir oranda kapanmış oluyordu.

Bir süre sonra İncirli’de bir arkadaşla buluşmaya gittim. Buluşma yerinde karşı karşıya duruyoruz ve beni tanımadı. Bu durum bir hoşuma gitti ki sormayın… Artık dışarı çıkıp dolaşabilir, politik çalışmaya kıyısından da olsa katılabilirdim.

Yıllar sonra Zürih’te karşılaşacağım Kurtuluşçu bir arkadaştan bu anlayışın benim hüsnü kuruntum olduğunu öğrenecektim.

“İncirli’de kaldığım evin önündeki durakta birisiyle buluştun. Pencereden bakıyordum, seni hemen tanıdım.”

Neyse, şimdiye kadar sokakta tanındığı için yakalanan olmamıştır düşüncesindeydim, halen de bunun doğru olduğuna inanırım.

22 Temmuz 1980 günü öğleye doğru evden çıktım. Amacım İstiklal Caddesi’nin arka sokaklarında bulunan Hacı Abdullah lokantasına gidip, hapse girmeden önce de arada bir bu lokantaya giderdim, kabak dolması ve ekmek kadayıfı yemekti. 1980 sonlarında Adana’ya gittiğimde de aynısını yapmış, ilk işim bir lokantaya oturup şalgam suyuyla birlikte 1.5 şiş yemek olmuştu.

Öleceksek iyi yemek yiyelim de öyle ölelim, değil mi efendim!

Topkapı’ya kadar dolmuşla geldim, oradan otobüse bindim. Şehre giderken olabildiğince çok kişinin bindiği araçları tercih ederdim. Derken dolmuşa bindiğimden beri hissettiğim garip durumu iyice hissetmeye başladım. Bu şehirde bir şey olmuştu. Ne olmuştu, bilmiyordum ama günlük hayatta normal olmayan bir gariplik vardı. Sayısı iyice artmış polis arabaları mı, hissedebildiğim ölçüde yoğun bir gerginlik mi; garip bir durum vardı.

Görünürde anormal bir şey yoktu, ama havada hissedilebilir bir gerginlik vardı.

Otobüsten indim ve hemen karşı tarafa geçip geldiğim yöne giden bir dolmuşa bindim. Ne olduğunu hala bilmiyordum ama acele olarak buradan uzaklaşmam gerektiğini hissediyordum. Bu durumda şehrin daha iç kısımlarına gidilmezdi.

Eve geldim, radyoyu açtım, bir süre sonra Kemal Türkler’in öldürüldüğü haberi yeniden verildi. MHP’lilerin öldürdüğünü anlamak için fazla düşünmek gerekmezdi.

Şehirde hissedilebilir oranda yüksek gerginliğin nedeni anlaşılıyordu.

Bir hafta kadar evden çıkmayacaktım.

22 Temmuz 1980’de böyle olmuştu…