Şuanda 152 konuk çevrimiçi
BugünBugün4079
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11803
Bu ayBu ay11803
ToplamToplam10480227
30 yılın ardından... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 16 Eylül 2012 08:27


1982 yılının Eylül ayının sonlarına doğru Almanya’ya sürekli olarak geldim.

12 Eylül 1982’de Paris’teydim. Oradaki protesto yürüyüşüne Birlik Yolu pankartı arkasında katılmıştım.

Aynı protesto yürüyüşü Almanya’da 30 bin işinin katılımıyla Frankfurt’ta yapılmış ve hatta Nazilerle de kavga çıkmış…

Ayaklarım geri geri giderek Eylül sonlarında Paris’ten Almanya’ya sürekli olarak kalmak üzere geldim. Paris’ten ayrılmak zor oldu. Bu kentin benim hayatımda büyük bir yeri vardır. Hepsi bir yıl üç ay kalmıştım bu kentte ama yoğun ve acayip işler yapmıştım:

Elli civarında bildiri çıkarmış, sayısını hatırlamadığım kadar seminer düzenlemiş, üç atölyeyi işgal etmiş; Paris ev işgallerini yaparak günlerce Fransız televizyonu, basını ve Türkçe basında konu olmuş; Tek Yol Devrim dergisini üç sayı ve bir de Ev İşgalleri Özel Sayısı olarak yayınlamış; 1 Mayıs 1982’ye TKP’nin derneği, TKP-İşçinin Sesi’nin derneği ve Acilcilerin derneği olarak üç dernek ortak imzalı bildiriyle katılmış ve CGT ile yürümüştük.

TKP’lilerin dediği gibi, siz olmasaydınız bu iş olmazdı. Bizim dışımızdaki iki örgüt de FKP ve CGT yanlısıydı ama kavgalı oldukları için bir araya gelemiyorlardı.

Acilciler yaklaşık bir yıl içinde birkaç taraftardan başlayarak Paris’in o zamanki koşullarına göre kitlesel sayılan örgütlerden birisi olmuştu.

Bu arada politik iltica hakkı almış ve derdimi anlatacak kadar da Fransızca öğrenmiştim.

Paris metrosunun o sırada 200 tane kadar olan istasyonlarının tamamına yakınını ezbere biliyordum.

Bu kenti acayip sevmiştim.

Bana, sen nerelisin diye sorulsa, aklıma Adana gelmez.

Orada doğup büyüdüm ama bu kentte iyi anılarım yoktur.

Ankara, İstanbul, Paris, Frankfurt’luyum derim.

Beni Almanya’ya gönderen TKEP MK’sı da haklıydı. Türkiyeli göçmenlerin yüzde 80’i bu ülkedeydi ve Avrupa’da çalışma konusunda benden daha tecrübeli kimse de yoktu.

Almanya’da Köln’e geldim, bir yıl kadar burada kaldım, sonra Frankfurt’a gittim.

Aradan 30 yıl geçmiş…

Genel bir değerlendirme yapacak olursam, bu ülkede bulunduğum için mutlu olduğumu söyleyebilirim.

Ülke özlemi neredeyse hiç duymadım. Bir ara 1983’de İstanbul’u fena özlüyordum, bu özlemim de Cenevre’de Leman Gölü’nü kayıkla gezerken fena halde yükselmişti. Sonra geçti.

Bunun nedeni büyük kentte büyümüş olmak olsa gerektir. Bütün büyük kentler birbirine benzer. Hele Frankfurt birçok yönüyle sevdiğim kent Ankara gibi…

Bir diğer önemli nokta da “sürgünde yaşıyorum ama bir gün geri dönüp mücadeleme devam edeceğim” düşüncesine hiç sahip olmamak oldu.

Mücadele her tarafta var. 1982-85 arasında Türkiye devrimci hareketinin merkezi Köln sayılırdı. Hemen her örgütün merkezi insanları Almanya’da idi.

O zamanki sayıyla iki milyondan fazla Türkiyeli işçi vardı ve bunların küçük olmayan bir  bölümü de politik insanlardı.

Bu kadar olanağın içinde yaşayıp da ülkedeki mücadeleye özlem duymak bana yabancı geliyordu.

Kişisel olarak sağladığım gelişme üzerinde fazla durmayacağım. Bunun yerine geneli ilgilendirenler üzerinde durayım.

Birincisi: Ülkenin tanınmış bir silahlı mücadele hareketinin, Acilciler'in en tanınmış kişisinin buradan ayrılıp, silahlı mücadele örgütü olmayan başka bir politik yapıda tutunabilmesi ve giderek de önemli başarı kazanması dikkat çekicidir.

Bunu yapabildim. Genelde bir örgütün merkezinden ayrılıp da başka bir örgütte başarılı olmak pek rastlanılan bir durum değildir. Hele de ayrıldığınız bir silahlı mücadele örgütü ise…

1983-86 arasında TKEP’in iki ana örgütü vardı denilebilir: İstanbul ve Almanya. Birisi Türkiye’yi öteki Avrupa’yı tutuyordu.

İkincisi: Türkiye sosyalist hareketi politik göçmenlikte kötü sınav verdi. Çok kişinin dökülmesinin yanı sıra, dökülmeyenler de en az on yıl hatta daha fazla yaşadıkları ülkelerde pek bir iş beceremediler. Türkiye özlemiyle yaşamakla yetindiler.

Politik göçmenlikteki ön plandaki insanlardan birisi oldum diyebilirim.

Bunun başlıca kıstası yaşadığın ülkedeki teorik ve pratik üretimdir. Bu konuda hiç fena değildim.

Hem Fransa’da hem de Almanya’da asla Türkiye’deki geçmişime, sol içinde tanınmış bir insan olmama sığınmadım. Bir dönem bunlarla idare edebilirdim, asla yapmadım. Bilmediğim alanlara girdiğimde yeterlilik ve üreticilik belirleyici kıstaslardı ve bu konularda iyiydim.

Üçüncüsü: Yaşanılan ülkedeki sol hareket içinde yer almak ve aktif olmak konusunda 1999-2006 arasında oldukça iyiydim. Almanya’nın en büyük sol hareketinde, Demokratik Sosyalizm Partisi’nde Frankfurt il yönetimindeydim, partinin kentteki yayın organı Frankfurter Kurier’in sorumlusuydum ve partinin bu kentteki barış politikası sözcüsüydüm.

Dördüncüsü: 30 yılda yaptığım büyük işlerden bir tanesi yayınını 28 yıl sürdüren ve bunun 11 yılında Türkiye’de de yayınlanan Yazın dergisidir.

Bu dergi Avrupa’da çıkan en uzun ömürlü dergi oldu. Dahası, Genç Osmanlılar’dan beri bir Avrupa ülkesinde yayınına başlayıp da daha sonra bir dönem ülkede de çıkan ilk yayın organıydı.

Beşincisi: Sosyalist hareketle örgütsel tarihle ilk ve açık olarak hesaplaşma konusunda önemli başarı kazandık.

Bunun için Almanya’da olman şart mıydı diye sorabilirsiniz. Evet, zira bu ülkedeki 30 yılım politik mücadele içinde geçti ve çok şey öğrendim. Bunları öğrenmeseydim, bu başarı da olmayabilirdi.

30 yılda birisi Almanca on tane kitap yazdım. Almanya’da yeniden üniversite bitirdim. Özgür Gündem’den başlayarak Özgür Politika’ya kadar Kürt basınında en çok yazanlardan birisi oldum. Emek, Emek Dünyası, Yöneliş, Toplumsal Dayanışma, Siyasi Gazete, Ekmek ve Özgürlük, Kızılcık ve adını hatırlamadığım başka dergilerden tutun da; Fırat Haber Ajansı ve başka internet sitelerinde sayısını bilmediğim kadar yazı yazdım.

20. Yüzyılın Büyük Düşünürleri dizisi ile İletişim’in ansiklopedik yapıtlarında uzunca yazılarla yer aldım.

Birleşik Sosyalist Parti ile Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin Almanya yönetimlerinde yer aldım.

Avrupa Barış Meclisi’nin kuruluşunda bulundum ve dört yıldır yönetim organında yer alıyorum.

Kaç tane panele, televizyon programına katıldım; hatırlamıyorum.

MEDYA TV, MED TV, Sterk TV ve başka kanallarda çok sayıda programa katıldım.

Pazartesi günü akamı yine programda olacağım, bu nedenle sitede yeni yazı yer almayacak, belirteyim bu arada…

Her şeyi hatırlamam da şart değil herhalde…

Ama unutmadan, 1982’den başlayarak adı önce EMEK, daha sonra AVRUPA’DA EMEK olan dergiyi 70 sayı çıkardım. Bu dergi TKEP’in Avrupa yayın organıydı.

Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi ve Sol Birlik’te sorumlu düzeyde yer aldım.

Ve evin her tarafını dolduran kitaplara bakıyorum, moralim bozuluyor.

Ne kadar çok konu var daha…

Yapılacak ne kadar çok şey var daha…

Bazan kendi kendime; yeter be, otur oturduğun yerde artık, diyorum, ama sonra bunu unutuyorum.

Benim hayatım böyle geçecek anlaşılan…

62 yaşındayım ve sağlığım iyi…

Ekonomik olarak iyi durumda değilim ama ne yapayım, her şey birlikte yapılamıyor.

Otuz yıl sadece iyiliklerle dolu değildir. Yetersizlikler, yanlışlar ve hatta yapılmış aptalca işler de vardır.

Zamanımı daha da verimli kullanabilirdim, kaynaklarımı daha rasyonel harcayabilirdim. Bazı konularda her zaman akıllıca davranmadım açıkçası…

Eski huyum, kendini kaptırmak, azaldı ama ortadan kalkmadı. Bir işe girdim mi, sonuna kadar giderim. Birisiyle mücadele ettiğinizde bu özellik iyi bir özelliktir ve karşıdaki sizin uzun solukluluğunuz karşısında şaşırır. Ama bir işe girdiniz ve planlarınızın değişmesi gerekiyor, içinde bulunduğunuz durum ya da karşınızdaki kişi önceden tahmin ettiğiniz gibi değil çünkü… Burada hep geç kalırım, gereğinden fazla eski yönde devam ederim. Bu da benim için iyi olmamıştır.

Sonuç olarak ulaşılan genel ortalamayı pekiyi değil ama iyi olarak görüyorum.

Almanya’ya bir Engin gelmişti, üzerine en az bir Engin daha geldi…

Belki de iki geldi, bilemiyorum…

Geleceğe ait planlarım var…

Becerebilir miyim, bakalım, göreceğiz…

 

 

 

 

 

Son Güncelleme: Pazar, 16 Eylül 2012 08:30