Şuanda 78 konuk çevrimiçi
BugünBugün4042
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11766
Bu ayBu ay11766
ToplamToplam10480190
barış hareketi: karışıklık ve çelişki PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 11 Ekim 2012 16:59


Barış hareketinin geçmişi bakımından zayıf bir toplumuz.

1950’li yılların başlarında Kore savaşına karşı çıkan küçük bir grup aydından sonra 1970’li yıllarda Barış Derneği kuruldu. Derneğin amacı bloklar arasında silahsızlanmaydı ve etkili de olamadı.

Uzun bir aradan sonra ülkede 28 yıldır süren iç savaşa yönelik olarak bir barış hareketi küçük de olsa son yıllarda oluştu. Bu hareketin özelliği ülke dışına değil içine yönelik olmasıdır.

1990’lı yıllardan sonra Türkiye’nin konumu da değişti. Ülke artık sadece NATO’nun güneydoğu kanadı değil, dünyanın çeşitli ülkelerinde asker bulunduran, Afganistan’da savaşa katılan, silah sanayisi olan ve silah ihraç eden bir ülke durumuna geldi.

Türkiye ile komşu bir ülke arasında (Suriye) savaş çıkmasını önlemek amacıyla ortaya çıkan barış eylemcileri de yine ülke tarihinde bir ilki oluşturuyorlar denebilir.

Çok renkli, fazlasıyla kozmopolit barış hareketi hakkında değişik saptamalar yapıldı.

Bunların üzerinde durmaya çalışacağım.

Geçerken belirteyim; 1999-2005 yılları arasında Avrupa’da güçlü barış hareketine sahip olan ülkelerden birisinde, Almanya’da, Demokratik Sosyalizm Partisi’nin (PDS) Frankfurt’taki barış sözcüsüydüm. Frankfurt bir finans merkezi olmasına karşın solun sesini duyurabilecek kadar güçlü olduğu bir kenttir. Almanya 68’inin bir kenti Batı Berlin ise ötekisi Frankfurt’tur. Yeşiller bu kentte kurulmuştur ve son olarak finans merkezlerinin bloke edilmesi konusunda New York ile Frankfurt en önemli iki kent olarak öne çıkmıştır.

Almanya’da yıllardan beri gelenekselleşen Paskalya barış yürüyüşlerinin bazı organizatörleri de bu kenttedir.

Birinci saptama:

Barış hareketi çok renklidir ve duruma göre de bileşimi değişir.

Bu nedenle bizde yeni oluşan barış hareketindeki çelişkili çok yönlülüğü “kirlenme” olarak görmemek gerekir.

Örneklemek için Almanya’da 1990 sonrasında barış hareketinin üç evresini kısaca inceleyelim.

Almanya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Yugoslavya’ya yönelik savaşta NATO kuvvetleri içinde yer aldı. İktidarda SPD-Yeşiller hükümeti vardı.

Bu savaşı protesto edenler ise bu partilerin dışında kalanlardı ve tümüyle sosyalist soldan ve bazı küçük gruplardan oluşuyordu.

İkinci evre, Afganistan savaşıdır. Yeşiller ve SPD bu savaşa katılmak gerektiğini savundu ve Alman ordusu NATO bünyesinde bu savaşta yer aldı. Hatta o dönem Savunma Bakanı olan SPD’li Stuck’un “Almanya’nın savunması Hindukuş dağlarında başlar” sözü neredeyse tarihe geçti denilebilir.

Afganistan savaşını protesto edenlerin bileşimi de yaklaşık olarak Yugoslavya savaşındaki gibiydi.

Üçüncü evre, Irak savaşıdır. SPD ve Yeşiller bu savaşa karşı çıktılar ve Almanya tarihindeki büyük barış gösterileri peş peşe geldi.

Irak’a ABD ve İngilizlerin müdahalesine karşı oluşan barış hareketinin bileşimi, önceki örneklerden farklıdır. Irak savaşına karşı çıkan SPD ve Yeşiller önceki görüşlerinden vazgeçmemişlerdi ve Yugoslavya ile Afganistan’a müdahaleyi savunuyorlardı.

Irak savaşı aleyhine yapılan büyük gösteriler –başka Avrupa ülkelerinde de yapıldı- savaşı önleyemedi, ama etkili oldu. Bugün İran’a saldırmanın zor olmasının nedenlerinden birisi de barış hareketinin aynı güçler koalisyonuyla bu savaşa karşı çıkmasıdır.

Buradan iki sonuç çıkarılabilir:

Birincisi: Barış hareketinin bileşeni olmak için her türlü savaşa karşı çıkmak gerekli değildir. SPD ve Yeşiller Afganistan savaşını haklı, Irak savaşını haksız görüyorlardı.

Irak savaşının petrol için yapıldığını söyleyenler, Afganistan savaşındaki stratejik hesapları ise es geçiyorlardı.

İkincisi: Sosyalist solun bileşimi de önemli farklılıklar barındırır. Genel olarak şiddete karşı olanlar bulunduğu gibi, şiddet kullanılmasını “duruma göre” değerlendirenler de vardır.

Bunların tümünün bir arada olması barış hareketinin genel özelliğidir ve buradan hareketle barış hareketinin “kirlendiğinden” söz edilemez.

Sadece Almanya’da değil başka ülkelerde de benzeri bir durum vardır.

İkinci saptama: Herkes barış hareketine katılabilir mi?

Hayır!

Almanya’da neo Naziler de Irak’a yönelik savaşa karşıydılar. Dahası, Naziler, Filistin davasının savunucusu durumundadır. Nedeni basit: İsrail’e karşı olan bizim dostumuzdur.

Barış hareketi Nazilerle arasına açık çizgi çeker ve bunlarla birlikte eylem yapmaz.

Bazı eylemlere Naziler ille de katılmak isterler ve böylesine durumlarda genel kitleyle Naziler arasında belirgin mesafe bırakılır. Bu mesafeyi de genellikle polis kavga çıkmaması için doldurur.

Almanya’da barış hareketi sola özgü değildir. SPD ve Yeşiller’i sol saysanız bile, bunlara ek olarak kiliseler, sendikalar ve bazı durumlarda Hıristiyan Demokratların bir bölümü bile barış eylemlerine katılır.

Türkiyeli göçmenlerin Irak savaşına yönelik tutumu denildiğinde öncelikle Kürtlerin tutumunun dikkate alınması gerekir.

Özgürlük Yolu ya da başka bir isimle Burkaycılar olarak bilinen kesim Irak savaşını destekliyordu. ABD’nin Saddam’ı devirerek bu ülkeye demokrasi getireceğini savunuyordu ve bu nedenle de eylemlere katılmadılar.

PKK’nin durumu ise ilginçti.

Yayınlarında savaşa karşı çıkıyorlardı ama eylemlerde pek yoktular.

Hepsinin aklında Halepçe vardı ve Saddam’ın zorla devrilmesinden yanaydılar. Ülkeye Birleşmiş Milletler gücü gönderilmesi, askeri müdahale yapılmaması gibi taleplere sıcak bakmıyorlardı.

“Evet, ABD emperyalist, bunu biliyoruz, ama herhalde biz Kürtleri de zehirli gaz kullanarak öldürmez.”

Şunun da unutulmaması gerekir: Kurtarılmış bir bölge olarak Kandil’in ortaya çıkmasında Irak’a yapılan müdahalelerin, birinci ve ikinci Körfez savaşlarının önemli payı vardır. Bunlar müdahalenin tahmin edilemeyen yan sonuçlarıdır.

Tıpkı Beşar Esad’ın otoritesini zayıflatmak için her yolu kullanan Türkiye’nin, otoritenin zayıflamasının istenmeyen bir sonucu olarak Batı Kürdistan gerçeğiyle karşılaşması gibi…

Üçüncü saptama: Başka ülkelerdeki barış hareketlerinde de çok renklilik ve çelişkili birliktelik bulunmakla birlikte, bizdeki durum feci denilebilecek kadar kötüdür.

Suriye ile savaşa karşı çıkıp, 28 yıldır süren iç savaşta PKK’ye yoğun olarak saldırılmasını savunan ulusalcılar da bu barış hareketinin içindedir.

Bazı sendikalar da aynı görüştedir: Suriye ile savaşacağınıza PKK’yi bitirin!

İçerde yıllardır süren ve ülkenin en önemli sorunu olan çatışmada savaş yanlısı olup, Suriye ile savaşa karşı çıkmak katlanılabileceğin ötesinde bir çelişkidir.

Burada safların ayrılması gerekir.

Bu ayrışma da ancak Batı Kürdistan konusuna dikkat çekilerek, Suriye ile savaşın önemli bir hedefinin de bu ülkede özerk yönetime kavuşmak isteyen Kürtler olduğu vurgulanarak yapılabilir.

Böylece içerdeki savaşla dışarıdaki savaş birbirine bağlanmış olur.

Burada “savaşa karşı çıkmak yetmez, seçenek önermek gerekir” konusuna girmeyeceğim.

Önceki yazılarda bu konu üzerinde biraz durmuştum ve üstelik normalin daha ötesinde kozmopolit olan bir barış hareketinde bu konuyu daha fazla açıklayabilmek mümkün değildir.

Asıl ayrışmayı Kürtlere karşı tutum sağlayacaktır.