Şuanda 276 konuk çevrimiçi
BugünBugün4145
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11869
Bu ayBu ay11869
ToplamToplam10480293
başladım... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 17 Ekim 2012 18:52


Bu hafta üniversite açıldı. Felsefe Bölümü'nden iki ders alıyorum ve ikisi haftada 12 saat tutuyor. Benim durumumdaki bir insan için biraz fazla aslında ama bir derse  (Felsefeye Giriş) dönemde de girmiştim, ama yan bölüm olduğu için çalışma grubuna katılmam gerekmiyordu. Sonra bölüm değiştirmeye karar verdiğim için bu dersin sınavına girmedim. Sonuçta yan bölüm dersi ana bölüme sayılmayacağı için girmemin gereği yoktu. Bu dersi şimdi ana bölüm dersi olarak alıyorum ve her şeye katılmak zorundayım. Toplam olarak 1,5 ders alıyorum denilebilir bu nedenle…

Öteki dersi ilk kez alıyorum ve genellikle hoşlanılmayan bir ders : mantık.

Bugün ilk derse girdim ve dinlerken oturduğum yerde eridim diyebilirim, o kadar hoşuma gitti.

Benzer bir durumu 1968 yılında İngilizce öğrenilen Hazırlık Okulu’ndan ODTÜ birinci sınıfa geçtikten sonra girdiğim klasik mekanik dersinde de yaşamıştım. Zaten çok değil iki yıl sonra “ne halt etmeye kimyayı seçtim” diye kendi kendime söylenmiştim

Bu nedenle de yüksek lisansı deneyin olmadığı teorik kimyada yaptım. Teorik Kimya fizik, kimya ve matematik karışımı bir alandı ve tam bana göreydi.

Bu arada felsefeyi yan bölüm olarak okurken almış olduğum ve sınavlarından geçtiğim bir dersi de saydırdım. Zira bu ders için ana bölüm-yan bölüm ayrımı yoktu.

Bu yarı yılda iki dersten de geçersem felsefede temel dersler bölümü bitmiş olacak. Bunun ardından hayli ağır seçmeli derslerle dolu olan Vertiefung (derinleşme) bölümü geliyor.

Tabii yan bölüm tarihten de daha sonra gerekli dersleri almam gerek…

Neyse bakalım işte…

Bu arada sizlere iyi olmayan bir haberim var:

Hem üniversite ve hem de hazırlayacağım kitap nedeniyle haftalık yazı sayımı azaltmak zorundayım. Haftada iki kez yazacağım. Belki arada bir üç de olabilir.

İki tane de İbrahim yazacak ve en az bir başka yazı yazan da herhalde bulunur.

Bu nedenle sitede önümüzdeki aylarda normalde haftada beş yazı yer alacak, bazen fazla olabilir tabii…

Şimdiye kadar genellikle altı yazı yer alıyordu ve bazen da yedi oluyordu.

Normal olarak ve bu haftadan başlayarak cumartesi ve pazar günleri yeni yazı olmayacak…

Yeniden belirteyim, normal olarak böyle olacak…

Fazla yazı gelirse tabii ki yayınlayacağım.

Bu arada başıma galiba bir iş daha çıkacak.

Önceden belirtmiştim sanıyorum, bu bölüm için birisi İngilizce olmak üzere iki modern yabancı dil bilmek şartı var.

İngilizce biliyorum ve elimde zaten Almanya’da alınmış bir de üniversite diploması bulunduğu için ODTÜ diplomalarına gerek bile kalmaz.

Ama ikinci yabancı dil olarak Türkçeyi saymayabilirler.

Eskiden beri Fransızca öğrenmek isterdim zaten ve az buçuk biliyorum da…

Önümüzdeki üç yılda Fransızca ya da Latince öğrenmem gerekebilir anlayacağınız…

Fransızcaya karar verirsem hızlı öğrenirim çünkü bu dili seviyorum.

Almancayı sevmem hayli uzun sürdü ve bu dili öğrendikçe kullanılan dil ile o dili kullanan halkın kafa yapısı arasındaki bağlantıyı açık olarak görebildim. Ve garibim Türkçenin kötü durumunu eskiden de biliyordum ama iyice gördüm.

İnanır mısınız Türkçe felsefe kitabı okuyamıyorum. Çeviri yapılırken türlü çeşitli terimler kullanılmış. Çok sayıda felsefe teriminin Türkçede üzerinde anlaşılmış karşılıkları yok. Bu nedenle okuyunca ne demek isteniyor anlamıyorum. Bir sürü terimi Almancada anlamak daha kolay keza İngilizcede de…

Türkçe gelişmiş bir dil imiş deniyor ama keşke öyle olsa…

Gelişmiş dil, dünya kültür hazinesini olabildiğince fazla barındıran dil demektir.

Sadece gramer yapısıyla gelişmiş dil olmaz. Gelişmiş dil, anlatım gücü yüksek ve çok sayıda kavramı barındıran dil demektir.

Bu kavramları ya bu dili konuşanlar bulur, ki Türkçede böyle bir şans hayli zayıf, ya da çeviri yapılır. Ama değişik alanlarda çok sayıda bilinen kitap çevrilmemiş durumda…

Bu durumda o kitapların çevirisinde kullanılması gereken yeni kavram karşılıkları konusunda da ciddi sıkıntıya düşülüyor tabii…

Dün kızıma yeni çıkan bir kitabı aldım: Biz Kimiz?

Kitap, Nazilere karşı Almanya’da gösterilen direnişin bilinen tüm kişilerini içeren bir roman… Bilimsel bir çalışma değil, roman ama kişiler ve olaylar gerçek…

Yayınevi romanı yakın Almanya tarihi üzerinde çalışanlara inceletmiş ve onaylarını aldıktan sonra yayınlamış.

Kitap dışarıdan bakılınca bin sayfa gibi görünüyor ama pelür kağıdı olmayan ama ince ve özel bir kağıda basılmış ve tam 2037 sayfa…

Ömür okur sonra da bir ara ben okurum.

Nazilerin tarihte eşine az rastlanan bir terör estirdikleri 1933-1945 yılları arasında bile ülkede kim ne oranda muhalefet yapmış, belli…

Bizde olsa polis el koydu, kayboldu filan denir…

Bunun da rolü var tabii ama yapılan her şeyi kaydetmek ve saklamak ulusal kültürün önemli bir parçası aslında…

Hiçbir şey kaybolmuyor…

Böyle olmasaydı bu kadar ayrıntılı bir roman yazılamazdı.

Yazar kaynaklarının bir bölümünü kitapta belirtmiş, geri kalan asıl bölüm için ise bir site adresi vermiş; kaynaklar o kadar çok yani…

Anlatılan herkes için kaynak var ve tarih dediğin işte böyle olur.

Bir örnek vereyim:

Demokratik Almanya Cumhuriyeti Federal Almanya’ya katıldıktan sonra, 1960’lı yıllarda Berlin Duvarı’nda nöbetçilik yapan ve Batıya kaçanları vuran birkaç asker yargılandı ve ceza aldı. Konu epeyce tartışmaya yol açtı çünkü DAC ayrı yasaları olan bağımsız bir ülkeydi.

Ben konunun başka bir tarafını belirteceğim:

Otuz yıl kadar önce Berlin Duvarı’nın hangi noktasında, hangi gün, saat kaçta ve kimin nöbet tuttuğu nereden biliniyordu?

Öyle ya, bunu bilmeden somut olarak kişileri yargılayamazsınız.

O zaman bilgisayar da yoktu.

Bunun tek açıklaması nöbet çizelgelerinin duruyor olmasıdır.

Başka türlü kimin, nerede ve ne zaman nöbet tuttuğu bilinemez.

Sosyalist ya da kapitalist, ikisi de Alman ve yazılı olanı saklama alışkanlığı var.

Bu alışkanlık sadece Almanlarda bulunmuyor.

Birkaç yıl önce İsviçre’de yazılmış ilk günlükler yayınlandı. 1647 yılından el yazısı olarak kalmışlar…

Pes yani, başka ne denir ki!

Son Güncelleme: Çarşamba, 17 Ekim 2012 18:53