Şuanda 69 konuk çevrimiçi
BugünBugün4036
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11760
Bu ayBu ay11760
ToplamToplam10480184
açlık grevleri ve kırgınlık PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 26 Ekim 2012 06:54


Açlık grevleri artan oranda ölüm sınırına yaklaşıyor.

AKP iktidarı durumun ciddiyetini nihayet anladı ve bu nedenle de beceriksiz bir çabayla eylemi bölmeye yöneldi.

“Bir süre sonra vazgeçerler” ya da “pek aldıran olmaz” umuduyla günlerce eyleme karşı duyarsızlığını sürdüren iktidar, şimdi, olumsuz yönde de olsa, tepki göstermek zorunda kaldı.

Bu yazıda asıl üzerinde durmak istediğim konu ise, Türk toplumundaki ve Türk solundaki önemli duyarsızlıktır.

Açlık grevlerine destek yok değil, var, ama bu destek beklenenin gerisindedir.

İki önemli nedenden söz edilebilir.

Birincisi: Türkler iç savaş ve bunun değişik görünümleriyle birlikte yaşamaya alıştı ve eski olumlu ya da olumsuz tepkilerin yerini büyük bir duyarsızlık aldı.

Hamaset edebiyatına bakmayın; çok kişi Kürt sorununun askeri yoldan çözülebileceğine inanmıyor. Daha fazla bombalama, sınır ötesi operasyon, öldürme, hapse atmakla çözülebileceğine inanmıyor.

Bu yöntemlerle çözülebilecek olsaydı bugüne kadar çoktan çözülebilmiş olması gerekirdi.

Kürt halkının her konudaki isteklerine karşı direnmek, baskı uygulanmak ve ardından da bundan vazgeçmek zorunda kalmak; sürekli tekrarlanan bu fasit daire, milliyetçileri bile bıktırmış durumda…

Son örnek, mahkemede Kürtçe savunma yapmanın önündeki engelin kaldırılacağının açıklanmasıdır.

Madem böyle yapacaktınız, yıllardan beri neden tersi yönde direniyorsunuz?

Baskı yap, reddet; tutarsa iyi, tutmazsa vazgeçersin!

Politika budur.

Bu politikanın inandırıcılığını kaybettiğini ve inanmaya en hevesli milliyetçilerde bile umutsuzluk ve aldırmazlık yarattığını belirtmek gerek…

Büyük bir boşluk var: neye inanmadıklarını biliyorlar, ama neye inanacaklarını bilmiyorlar.

Çok değil 15 yıl önce Kürtçe duyunca tüyleri diken diken olanlar, bugün Kürtçeye alışmış durumdalar…

Bu kez de sadece serbestçe konuşulmasını ve seçmeli ders olmasını istiyorlar; eğitim dili olmasını istemiyorlar.

Direniyorlar, geriliyorlar, yeniden direniyorlar, tekrar geriliyorlar…

Ve bu direniş gerileme sarmalı karşılıklı olarak ağır bedel ödenerek gerçekleşiyor.

Bu bedel sadece gerilla ve asker ölümlerinden ibaret değil…

Türk toplumunda artan oranda çürüme var ve artık çürümeye bile aldırılmayacak düzeye gelinmiş durumda…

Kendini “efendi ulus” olarak görmeye alışmış bir halk; dış politikadan futbola kadar uzanan geniş bir alanda ardı ardına ancak kepazelik olarak adlandırılabilecek durumlara düşüyor.

Buna rağmen eski efendi söylemini bırakmak istemiyor, ama artık kendisi bile buna gittikçe daha az inanıyor.

 

NE YAPILABİLİR?

Toplumdaki derin çürümeye karşı uygulanabilir seçenek bulunmuyor.

CHP bir şey yapamaz.

Öncelikle ne yapacağına karar verip, o kararda ısrar edemez; dolayısıyla bir şey de yapamaz.

Türk solunun durumu ise hiç iyi değil…

Burada kullanılan kavramı iyi açıklamak gerekir.

Türk solu denilince, hangisi, diye sorulması gerekir.

Bu sol, ulusalcılarla ulusalcı olmayanlar arasında parçalanmıştır.

İki taraf arasındaki çelişki o kadar derindir ki, bir taraf solcu ise öteki taraf değildir, saptamasının yapılabileceği düzeye ulaşmıştır.

Burada sözü edilecek olan ulusalcı olmayan ya da başka bir deyişle kendisini Ergenekonculara yakın hissetmeyen, Kürt halkının taleplerine olumlu yaklaşan soldur.

Bu solda, bütün bileşenlerinde aynı düzeyde olmamakla birlikte, Kürt özgürlük hareketine karşı kaybolmamış bir kırgınlığın bulunduğunu belirtmek gerekir.

20 Ekim 2000 yılında çok sayıda hapishanede F tipi ya da hücre tipi cezaevini  engellemeyi hedefleyen açlık grevleri başladı.

Bu eylem kamuoyunda büyük yankı yarattı.

Açlık grevcilerinin dışarıdaki büyük hareketlilikle yeterince uyumlu hareket edebildikleri söylenemez.

F tipi cezaevlerine karşı esaslı bir kamuoyu oluşmuştu, ama bunun yeterince değerlendirilebildiği söylenemez.

Bunlar eylemin iç zaaflarıdır.

Ardından, 19 Aralık tarihinde, “hayata dönüş” operasyonu adı altında çok sayıda cezaevi basıldı.

Baskının sonucu 30 tutsağın öldürülmesi, çok sayıda tutsağın yaralanması ve F tipinin hayata geçirilmesi oldu.

Baskında kullanılan yanıcı ve zehirleyici maddeler çok sayıda tutsakta kalıcı hasara yol açtı.

Türk solunun tarihinde önemli bir gün olan 19 Aralık 2000’de Kürt devrimcilerinden ve Kürt halkından önemli denilebilecek destek görülmemesi kolay unutulmayacak bir olay olarak hafızalara yerleşti.

Tam sayı bilinmiyor ama cezaevlerindeki uzun açlık grevlerinin sonucu olarak birkaç yüz sol görüşlü eski tutsak halen vernicki korsakof hastalığının değişik düzeydeki sonuçlarıyla birlikte yaşıyor.

Bunların önemli bir bölümü artık hapishanede değil, bir bölümü ülke dışında tedavi olmaya çalışıyor ama gösterilen bütün çabaya karşın sağlıkları eski haline döndürülemeyecek kadar bozulmuş durumdadır.

Şimdiki açlık grevlerinin sonucu ne olursa olsun, benzeri bir durum bazı tutsaklar için de söz konusu olacaktır.

12 Eylül sonrasında cezaevlerinde uzun süren açlık grevlerine katılmış bir eski tutsak, bana, 30-40 sonra su içmek isteseniz bile zorlanmanın başladığını, vücudun suyu kabul etmediğini anlatmıştı.

Açlık grevi aynı zamanda insanın kendi bedenine karşı verdiği bir savaştır.

Beden alışkanlıklarını dayatıyor ve grevi sürdürebilmek için buna karşı durmak zorunda kalıyorsunuz.

Uzun açlık grevinde sahip olunması gereken psikolojik direnç, kısa süre sonra idam edilecek durumda olanın psikolojik direncinden daha uzun ve zordur.

Kendinizi psikolojik olarak hazırlarsınız ve bu iş kısa sürede bitecektir; amaçlarınız için hayatınızı vereceksinizdir.

Uzun açlık grevinde ise psikolojik direnç daha uzun ve zordur.

Burada sorulması gereken soru şudur:

İki halkın devrimcilerinin direnişlerini, kahramanlıklarını, başarı ve başarısızlıklarını sürekli olarak ayrı ayrı mı yaşaması gerekiyor?

Bunların daha fazla birlikte olması gerekmiyor mu?

Bu amaçla geçmişi değerlendirmek ve gereken sonuçları çıkarmak gerekmiyor mu?

Benzetme yaparak sonuca gelirsek…

Kadınların eşit haklar mücadelesinde bir noktadan sonra kadından çok erkeğin değişmesi gerekir.

Kürt halkının özgürlük mücadelesinde de Türk halkının değişmesi gereken noktaya gelindi ve hatta geçiliyor bile…

Buna birlikte daha iyi katkı sunabilmemiz gerekir…