Şuanda 278 konuk çevrimiçi
BugünBugün4147
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11871
Bu ayBu ay11871
ToplamToplam10480295
sen yükseldin, ben ise buralarda kaldım! PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 09 Kasım 2012 18:01


1982 sonbaharında Almanya’ya geldiğimde TKEP ya da Birlik Yolu’nun iki tane derneği vardı: birisi Köln’de öteki Frankfurt’ta idi. Aradan bir yıl geçmeden Köln’dekilere yollarımızı ayırdığımız için önce tek dernek kaldı, sonra Lübeck, Krefeld, Bad Hersfeld ve Münih’te açılan derneklerle sayı çoğaldı.

Frankfurt’ta zamanın Acilcilerinin de bir derneği vardı ve iki dernek aynı binada, aynı katta ve neredeyse karşı karşıya idi. Bizim ayrılmamızdan ve Acilcilerin Almanya kadrosundan da az ama önemli kişilerin de aynı yolu izlemesinden sonra ilişkiler limoniydi. Böyle olması normaldi. Almanya’da Mihrac Ural ve Muhabarat bulunmadığı için de ilişkiler soğuk düzeyde duruyor, başka bir olay olmuyordu.

Her iki dernekte bulunanlar da birbirlerini tanıyan insanlardı.

Acilcilerin arasında Amerikalı olarak tabir edilen bir Hataylı vardı. (Tahmin edilebileceği gibi çoğunluk ve belki de dernekte kaç kişi varsa hepsi Arap kökenliydi.)

Bu arkadaşın özelliği ABD’li bir sevgilisinin olması ve bir süre sonra da ABD’ye gidecek olmasıydı. Bir ya da iki kere kısaca gördüm sanırım, aklı başında birisine benziyordu. Bir süre sonra da gerçekten ABD’ye gitti.

Acilcilerin derneği bir süre sonra kapandı.

Amerikalı hakkında yıllarca bir şey duyulmadı ya da belki duyanlar vardı ama bana ulaşmadı.

Yıllar sonra ABD’de yüksek lisans yaptığını ve ardından da Şam’a gittiğini duydum. Orada üniversiteye girmişti.

Aradan yine yıllar geçti. Amerikalı yükseldi, üniversitede profesör oldu ve daha da önemlisi Beşir Esad’ın Türkçe çevirmeni de oldu. Esad Türkiye’ye gittiğinde yanında çevirmen olarak Amerikalı bulunuyormuş.

“Bunları neden anlatıyorsun?” diyeceksiniz, şimdi anlarsınız.

Mihrac Ural bir de bakar ki eski sempatizan Amerikalı devlet başkanının çevirmenliğine kadar yükselmiş. Ne yapar, hemen bulunduğu yere davet eder, bir güzel ağırlar. Ve sorar:

“Sen yükseldin, ben ise buralarda kaldım. Bu nasıl oldu?”

Amerikalı nereden bilsin nasıl olduğunu…

Sende kabiliyet yoksa başkası ne yapsın?

Sen yükselmek istedin de yolunu kesen mi oldu?

Bu konuşma olduğu zaman Mihrac Ural yaklaşık 25 yıldır Suriye’de idi.

Para sorunu yok; örgüt parasını çalarak, insanları dolandırarak servet yapmış.

İstese Şam Üniversitesi’nde okuyabilirdi, yapmadı.

Kim bilir, belki de sanat okulu mezunu Mihrac Ural’ın diplomasını kabul etmediler.

Baas Partisi’ne girip orada bir şeyler yapabilirdi.

Kendi anlattığına göre babası Uruba hareketinin önde gelenlerinden imiş…

Oğlunda iş olmayınca baba ne yapsın!

Bu işi de beceremedi ya da onu bunu dolandırmaktan, cebini doldurmaktan ve bu arada da kendisine karşı olanları öldürmekten zaman bulamamış da olabilir.

Bana yansıyan bir şey olmadı ama Mihrac Ural’ın Amerikalıdan kendisine torpil yapmasını istediğinden eminim.

“Yolumu aç, yükseleyim!”

Yine bana yansımadı ama Mihrac Ural’ın adeti olduğu üzere kafalayacağı adama ölçüsüz övgüler yönelttiğini de düşünüyorum.

Hep böyle yapmaz mı?

Adana’dan İstanbul’a gidip orada kadın pazarlamacılığı alanında “çalışan” zata “Acilcilerin Dede Korkut’u” der; bir başka tipi “Türkiye devriminin önderi” ilan eder.

Amerikalıya da “çağımızın İbni Haldun’u” filan dediğinden eminim.

Dedim ya, bu konularda somut bilgim yok.

Ama daha sonra Amerikalının ortak bir tanıdık vasıtasıyla bana ilettiği haberi biliyorum:

“Söyle Engin’e, bu puştla ilişkisini keserek iyi yapmış.”

Mihrac Ural okumadı mı, okuyamadı mı?

Galiba okumak istemedi…

“Ben, Mihrac Ural, puştluğun kitabını yazmış adamım. Okuyup da ne yapacağım?” diye düşünmüştür.

Kendince haklıdır tabii…