Şuanda 120 konuk çevrimiçi
BugünBugün4066
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11790
Bu ayBu ay11790
ToplamToplam10480214
1982'de örgüt mü vardı? (1) PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 29 Ocak 2013 18:21


1982 yılı Ağustos ayında bir örgütten, THKP-C (Acilciler)’den ayrıldığımı sanıyordum. Örgütün tepetaklak aşağıya gittiğinin, Politik Büro adı verilen organda bulunanların ise genelde çapsız ve yeteneksiz kişiler olduklarının farkındaydım. Muhabarat ilişkisiyle oldukça tehlikeli bir yöne hızla gidildiğini de görüyordum, ama yine de örgüt var ve ben bu örgütten ayrıldım diye düşünüyordum.

Son birkaç yıldır öğrendiklerim beni bu değerlendirmeyi yeniden ele almaya götürdü.

Şu sonuca ulaştım: 1982’de ayrıldığım yapı örgüt olarak adlandırılamazdı. Öyle gibi görünüyordu ama gerçekte öyle değildi. 1977 Ağustosundaki İstanbul yakalanmasıyla birlikte düşüş başlamıştı, 1977-1982 için uzatmaların oynandığı dönem demek daha doğru olur.

Bunu daha önce de yazmıştım. 1977 Ağustosunun ardından örgütün hızla geriye gittiğini, kuşkusuz çaba gösterildiğini ve değişik eylemler yapıldığını ama bütün bunların devrimci hareketin genel gelişme çizgisinin gerisine düşmemizi engellemediğini belirtmiştim.

Şimdi söyleyeceğim ise, bu belirlemenin biraz hafif kaldığıdır.

Hapishanedeyken yazdığım mektuplarda sık sık dışarıdakilere güvenilmesi gerektiğinden söz ediyorum. Bu saptamanın açık bir yanılgı olduğunu kabul etmem gerekir. Örgütü önceki politik-askeri gelişme çizgisinde tutabilecek kimse kalmamıştı. Bunun sonucunda örgüt önce dernekleşir, ardından değişik kişiler bağımsızlıklarını ilan ederler ya da kendi örgütlerini kurmaya yönelirler ve örgüt giderek bir çeşit feodal beyliklere bölünür.

Böyle bir silahlı mücadele örgütü yapısının da fazla ileri gitmesi mümkün değildir.

Belirtmek gerekir: Acilciler-HDÖ ayrılığı feodal beyliklere bölünmenin özel halidir. Başlangıç değil, sonuçtur. Ayrılığın esasını halk savaşı üzerindeki anlaşmazlık oluşturuyor gibi görünüyordu ama bu ayrılık fiiliyatta bölgecilik temelinde gerçekleşti.

Aşamaları ayrı ayrı ele alayım:

 

DERNEKLEŞME AŞAMASI

Mihrac Ural, benim yakalandığım Ağustos 1977’den kendisinin yakalandığı Mart 1978’e kadarki sürede örgütü dernekleştirdi. Önceki dönemde bölgeler arasındaki bağlantı oldukça kısıtlıydı. Bir bölge ötekini tanımazdı. Darbe yenildiğinde de en fazla bir bölge çöker, başka bölgelere sıçrama olmazdı.

Beylerderesi darbesi sonucu o bölgedeki örgütlenmemiz çöktü. Sonraki aylarda ancak Maraş ile yeniden bağ kurabildik. Malatya’da kimi bulacağımızı bilmiyorduk ve bilmediğimiz yerde ilişki aramak da oldukça tehlikeliydi.

Bu durum daha sonra değişir. Mihrac Ural benim bile yapmadığım şeyi yapar ve bütün bölgeleri gezerek herkesi tanır. Yalnız da gitmez, yanında Ali Fuat ve başka kişilerle birlikte gider. O bölgelerden insanları başka bölgelere götürür ve sonuçta ortaya Antakya’daki dernekteki gibi ilişkiler çıkar.

Ankara’daki örgüt evinde yakalanan zamanın İzmir sorumlusunun anlattığına göre, bu eve Antakya’dan toplu halde insanlar geliyor, gidiyordu. Gelenlerin büyük bölümünün örgüt sempatizanı hatta bu özelliği bile bulunmayan ama hemşeri olan kişiler olduğu söylenebilir.

Böylece yukardan aşağıya ilişkinin yerini çapraz ilişkiler alır. Çok kişi bilmemesi gereken çok kişiyi bilir duruma gelir.

Mihrac Ural çapsız bir kişidir ve hayatında dernekten başka şey görmediği için de oradaki ilişkilerin benzerini bir silahlı mücadele örgütünün bünyesinde yaratmaya çalışmıştır. Antakya küçük bir yer, herkes herkesi bilir ve aynı anlayış bu kez örgüt çapında hayata geçirilmeye çalışılır.

Sonuçta Mart 1978’de polisin örgütün bir ucundan girip öteki ucundan çıkması, bölgeden bölgeye sıçrayabilmesi ve yüz civarında kişinin yakalanmasının şaşılacak yanı yoktur.

Bu sonuca iki ekleme yapmak gerekir:

Birincisi, Mihrac Ural’ın örgütü Muhabaratlaştırmasıdır. Muhabaratlaştırma, Araplaştırma, olmazsa Alevileştirme olarak kendini gösterir.

Mihrac Ural’ın örgütün bütün yapısını tasfiye ederek bölgelere gönderdiği insanlar ya Araptır ya Alevidir ya da denetim altında tutulabilecek kişilerdir.

Mihraccı olmak belirleyici kıstastır.

Bu politikaya karşı dışarıdaki arkadaşlar arasında tepki gösterenler olmuş ama alternatif bir tutum alınamamıştır.

İkincisi, Mihrac Ural’ın 1978 Mart operasyonu sırasında polis ile anlaşmasıdır. Bu durum; Mihrac Ural’ın polis tarafından düzenlenen ve ortadan kaybolan ifadesinden, herkes Samandağ banka soygunu nedeniyle Antakya’ya götürülürken kendisinin –en azından açık olarak- götürülmemesinden, kendisiyle İstanbul emniyetinden adliyeye birlikte getirilen başka örgütten bir arkadaşın “o işkence falan görmedi” bilgisini iletmesine kadar defalarca kanıtlanmış durumdadır.

Yakalanan yaklaşık yüz kişiden ne kadarı Mihrac Ural tarafından doğrudan polise verilmiştir, ne kadarı örgütün dernekleştirilmesinin sonucudur, bilemeyiz. Ancak kesişen her iki olumsuzluğun da baş mimarı aynı kişidir.

1979 Aralık darbesiyle örgüt tam anlamıyla yere serildi.

Benzeri bir durum birkaç ay sonra HDÖ tarafından da yaşanacaktır.

Devrimci Savaş ise büyük tren soygunuyla ekonomik sorunu tümüyle çözmüş ama daha ileriye gidememiş ve ardarda gelen yakalanmalarla sessizliğe bürünmüş durumdaydı.

Kendi açımızdan ortaya çıkan durumu 1980 yılının sonlarında iki hafta kadar kaldığım Adana ve Antakya’da açık olarak görebildim. Kuşkusuz çok kişiyi görmedim ve görmem de gerekmezdi. Durumu anlamak için birkaç kişinin durumunu gözlemek yeterliydi.

Burası, sözüm ona, örgütün en güçlü olduğu alandı ve 12 Eylül sonrasında büyük bir dağınıklık yaşanıyordu. 12 Eylül sonrasındaki ilk eylemi Ali Çakmaklı’yı öldürmek olan Mihrac Uralcılar için beklenen bir durumdu denilebilir.

Suriye’ye gittiğimde ve burada kaldığım dört ay içinde de ülkedeki bu durumun uzantılarını ve sonuçlarını açık olarak görebildim. En güçlü olduğumuz söylenilen bölge boşalıyordu ve örgüt sorumluları da işte öylesine kişilerdi.

Artık açıkça görülen Muhabarat ilişkisi de buna eklenince, buradan bir an önce gitmek en iyisi olacaktı. Başka bir yere git, ayaklarını yere bas, sonra bakalım ne olur…

Suriye’den ayrılmamın Mihrac ile aramızda gerçekleşen konuşulmamış bir anlaşma temelinde yükseldiğini söyleyebilirim. Kendisi ben orada olduğum sürece başka siyasetler tarafından ciddiye alınmayacağını gördüğü için bir an önce gitmemi istiyordu. Ben ise Suriye’de bir şey yapılabileceğine inanmadığım için ilk fırsatta gitmek istiyordum.

Bu düşüncelerle Suriye’den ayrıldım.

1981 Nisanının son günleriydi…

 

Sürecek…

 

NOT: Yarından başlayarak 15 Şubat’a kadar pek yazı yazmayacağım. Nedeni bu arada iki sınav var, onlara hazırlanmayı yoğunlaştırmam gerekiyor.