Şuanda 238 konuk çevrimiçi
BugünBugün4124
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11848
Bu ayBu ay11848
ToplamToplam10480272
1982'de örgüt mü vardı? (2) PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 31 Ocak 2013 20:00


Paris’te bir yıl dört ay kaldım diyebilirim. Bir insanın beş yılda yaşayabileceği şeyleri yaşadım. Ayrıntısına girmeden şu kadarını söyleyebilirim: ayaklarımı yere bastım, ilişkilerimi kurdum ve bundan da ötesini yaptım… Paris ev işgalleri adımızı her tarafta duyurmuştu ya da kendini sadece Türkiye ile değil Avrupa’daki pratikle de tanımlayabilecek durumdaydım.

Bu arada Mihrac Ural’ın yeni teorik yönelimini öğrendim: siyasi mücadeleyi temel mücadele olarak görüyoruz ve buna da silahlı propaganda diyoruz.

Böyle bir yönelim eleştirilmezdi. Soytarılığın nesini eleştireceksiniz?

Anlayabildiğim kadarıyla örgüt artan oranda Suriyelileştirilmiş ve bana da yol görünmüştü. Suriye’deki iç muhalefetin varlığını bilmiyordum henüz.

Ne yapacaktık?

Ayrı örgüt olmayacaktık. İmkan vardı ama olmayacaktık. TKEP’i bir seçenek olarak görüyorduk ve bunu da çevremizdeki herkese söyledik.

1982 yılı Ağustos ayı geldiğinde ayrılmanın eşiğindeydik ve nasıl ayrılacağımız ya da ayrılıp ayrılmayacağımız karşı tarafın tutumuna bağlı olacaktı.

Konferans adını verdikleri toplantıya Mihrac Ural ile ilgili olarak ağır bir suçlama yazısı göndermiştim. Bakalım cevap ne olacaktı? Beklemiyordum ama uzlaşma yoluna da gidebilirdi. (Daha sonra küfürlü bir cevap gelecek ve Mihrac bütün gücüyle saldırıya geçecekti.)

Bu arada Almanya’ya iki kere gitmiş, bu ülkedeki ilişkilerdeki derin hoşnutsuzluğu görmüş, Mihrac’ın benim hareketlenmem nedeniyle kapıldığı panikten de bu işin bitmiş olduğunu anlamıştım.

İkinci gidişimde dönmeden kısa süre önce Hanna’yı gördüm. Hanna o sırada keskin Mihraccı idi ve dediğine göre düzenlenmiş olan benim katılmadığım konferansta İdeolojik Büro’ya seçilmişti. Öteki üyeler Mihrac ve bendim.

Fesuphanallah dedim kendi kendime…

Paris’te iken Hanna ile sürekli mektuplaşırdık ve bana sürekli olarak, “biz şimdi neyi savunuyoruz? Görüşlerimiz nasıl bir değişme gösterdi?” diye sorardı, ben de uzun mektuplar yazarak cevap verirdim.

Şimdi ideolojik büro üyesi olması ne kadar göstermelik iş yapıldığının göstergesiydi.

Hanna, Salih’e hele de Zafer’e beş basardı; ama bu başka, daha yeni öğrendiğiniz örgüt görüşleriyle teorik olarak bir örgütün en üst ideolojik organı olan bir yerde yer almak başkaydı.

Tabii şunu da anlamıştım: Mihrac’a Mihraccı birisi gerekliydi ki çoğunlukta olsun!

Her şey göstermelik olmuş, umurunda mıydı?

Paris’e döndüm ve Almanya’dan günü gününe haberler almaya başladım.

Salih ve Zafer gelmiş, insanları dolaşıyorlardı. Ben de bekliyordum.

Mihrac gelmemişti. Korktuğu başına gelmiş, ben ayaklarımı yere basmışım, ilişkilerimi kurmuşum ve bu durumda karşıma çıkması mümkün değildi.

Salih ve Zafer geldiler. Yazılı özeleştiri vermemi istediler, derhal reddettim.

MK kararıymış, kim takar sizin MK’nızı!

Amaç belli. Devrimci harekette tanınan bir kişiyim ve ek olarak Paris ev işgalleriyle 12 Eylül sonrasında yapılan büyük çıkışın da mimarı durumundayım. Bu konuda çıkardığımız Tek Yol Devrim Özel Sayısı’nı da Suriye’deki arkadaşlara gönderip dağıtılmasını sağlamışım. Şimdi bu tip aklı sıra beni yıpratacak. Yazılı özeleştiri yapsaydım ertesi gün her yere dağıtılacağını iyi biliyordum.

Özeleştiri yapacaksa o yapsın, ben değil…

“O zaman ayrılırız” dediler, ben de “gayet tabii” dedim ve arkası geldi.

Burada biraz duralım…

Ayrılık konusu öyle gökten zembille inen bir konu değildi. Daha önce konuşulmuş ve hatta seçenek olarak TKEP üzerinde de durulmuştu. Somut olarak ne zaman ayrılık olur, bu belli değildi ama bu işin uzun sürmeyeceği de pekala görünüyordu.

Karşı taraf açık bir saldırıya geçmişti ve böyle bir durumda beklenmezdi.

Ben de beklemedim.

Şundan son derece emindim: benim yaratacağım boşluğu dolduramazlar, bu mümkün değildir. Bu nedenle de kaç kişi benimle davranır diye kafa yormadım. Yalnız kalmayacağımı biliyordum, ama kalacak bile olsam gelecekte ne olacağından son derece emindim.

Belma ile artık iyice seyrekleşmiş telefon konuşmalarımızdan birinde bana, “Yalnız mı kaldın diye düşündüğüm oldu ama sen yalnız kalınca büsbütün girersin” demişti.

Kadın beni tanıyor. Beni yalnız bırakarak karar verdiğim bir şeyden vazgeçirmek mümkün değildir. Yalnız kalırsam büsbütün girerim.

Bu konu mektuplarda sık sık yer alıyor. Tek başıma kaldığım zamanlar en iyi olduğum zamanlar ve bunun bana kazandırdığı olumsuz özellikler de var. Bunlardan söz ediyorum.

Burada beni iyi tanıyan Belma’nın da anlayamadığı, doğal olarak anlayamadığı bir noktayı belirtmek gerekir. 1977 yılındaki kişi değildim. Çok şey öğrenmiş ve yaşamıştım. Zaten önce Salih ve Zafer’in ardından Mihrac’ın gelişmeler karşısında fena halde şaşırması da buradan geliyordu.

1977’den iki tane önemli ders almıştım ve bu dersleri sonraki hayatım boyunca unutmadım:

Birincisi: Asla bütün gücünü ortaya sürerek mücadeleye girmeyeceksin, daima önemli bir güç yedekte duracak.

Söylemesi kolay ama yapması o kadar kolay değil. Bir kere büyük bir güce sahip olmanız gerekiyor ki, bunu iki önemli parçaya bölebilesiniz. 1977’de çok şey bana kaldığı için yedekte tutabileceğim güç kalmamıştı diyebilirim. Ama en azından buradan öğrendim.

İkincisi ise; Belma’ya yazdığım mektupları okuduğumda ona “kendi insanlarımızı yetiştirmeye önem vermemekle hata ettik” dediğimi gördüm. Gerekçesi var tabii; olaylar çok hızlıydı, büyük yükün altına girmiştim ama bu durum yapılan hatayı ortadan kaldırmaz.

Bir mektupta Rıza için, “sürekli kendi kopyası olan insan yetiştirmeye çalışır” demişim. Aslında aynısı Mihrac için de geçerlidir.

Ben ise başka bir yoldan gittim ve iyi sonuçlar da aldım: insanlarla pratik içinde daha yakından ilgilenmek… Birlikte işler yapıyoruz, sürekli konuşuyoruz, giderek kafa yapılarımız birbirine benziyor. Ondan sonra bu kişi hiçbir yere gitmez ya da ihtimal düşüktür.

Neden gitsin ki! Birlikte başarı kazanıyoruz ve başarı herkesin hoşuna gider. Başaramamış isek, nedenlerini konuşuyoruz ve öğreniyoruz.

Örgüt değiştirirken yaptığımın tehlikeli bir iş olduğunu biliyordum. Devrimci harekette tanınan birisiyim, Avrupa’daki mücadelede de deyim yerindeyse rüştümü kanıtlamışım, ama başka bir örgüte gidiyorum. Burası Türkiye değil ve bu örgüt de devrimci şiddeti savunmakla birlikte silahlı mücadele örgütü değil…

MK’dan filan başlamak beni hiç ilgilendirmiyordu, aday üyelikten bile başlayabilirdim. Ben yukarı çıkarım, yeter ki birileri engel olmaya kalkmasın. Hakkım olmayan hiçbir şeyi de istemem.

Ve oldu da…

TKEP Almanya örgütü birkaç yıl sonra bir bölümü TKP’ye katılan partiyi ayakta tutan iki örgütten (diğeri İstanbul) birisi durumundaydı.

Bu onur sadece bana değil, Almanya örgütüne aitti.

İnsan bulunuyor, sadece siz bulmuyorsunuz, onlar da sizi buluyor.

Kişi çapsız ve beceriksiz insanlardan, gevezelikten bıkmış, kenarda duruyor. Sizi görünce geliyor, çok hızlı öğreniyor ve o kadar ki bazı konuları kendisine bırakıyorum.

TKEP’te politik yaşam oldukça fırtınalıydı. Bitmeyen iç sorunlar, sürtüşmeler ve artık aklınıza ne gelirse…

Karşıtını polis ilan etmek, öldürmeye kalkmak gibi Mihrac Ural yöntemleri söz konusu değildi. Bunun dışında parti içi yaşam hiç de sakin değildi.

1983-1996 arasında epeyce iç mücadeleye girdik ve hepsinde Almanya örgütü hiç fire vermeden birlikte hareket etti. Bir keresinde karşımızda MK’nın yarısı, başka bir keresinde Genel Sekreter vardı. Hiç fire verilmedi.

1982’de ben ayrıldım, 1988’de büyük bir ayrılık daha oldu. Bu altı yıl içinde Acilciler’in Avrupa’da iki merkez komitesi üyesi vardı. Zafer ve Salih’in altı yılda yaptıklarını toplayın, onla çarpın, 1982’de Paris’teki performansımızın yanına bile yaklaşamaz.

Aynen Mihrac Ural gibi, bir şey yapmaya niyetleri yoktu. Kazara niyetleri olduğunda da yapacak yetenek yoktu.

1982 Ağustosunda ayrıldığımda geride kalan yapı örgüt değildi. Örgütümsü bir şeydi ve böyle olduğu da kısa sürede ortaya çıktı.

Avrupa’da Acilciler’in kadro sayısı TKEP’e göre hayli fazlaydı ve sonuç ortada…

İnsanları soymaktan, Oral Çelik’e para karşılığı iltica pasaportu almaya kadar her çeşit pis işi yaptılar.

Sadece devrimcilik yapmadılar…

 

Sürecek…