Şuanda 258 konuk çevrimiçi
BugünBugün4134
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11858
Bu ayBu ay11858
ToplamToplam10480282
jigololar kahvesi PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazartesi, 11 Şubat 2013 20:14


Jigolo, yaşlı kadın parasıyla geçinen erkeklere verilen addır. Burada yaşlı dediğim zaman bunu çok yaşlı olarak anlamayın. Genç erkeğe göre orta yaş kadın da yaşlı sayılabilir ve başlıkta sözü edilen kahvede bulunan erkekler de bu tür kadınlara takılırlarmış.

Mışlı anlatıyorum çünkü ben görmedim, duydum. Gidip kahvede oturup konuşmaları dinlemek isterdim ama beni tanırlar ve konuşmazlardı, bu nedenle vazgeçtim.

Yıl 1980’li yılların ortaları, kent Paris, yer de Cumhuriyet Meydanı civarında bir kahve…

1982 sonlarına doğru Paris’ten ayrılıp Almanya’ya geldiğim zaman bu kentteki politik mülteci sayısı azdı ama 1983 yılından başlayarak akın akın gelmeye başladılar.

12 Eylül faşist diktatörlüğünden kaçmak zorunda kalan çok sayıda insanın ilk uğrak yeri genellikle Paris olurdu. Neden, çünkü iltica hakkı almak zor değildi. Başka ülkeye gidecek olanlar bile ilk olarak Paris’e gelirlerdi. Almanya’da iltica başvurusu hem uzun sürüyor hem de genellikle tanınmıyordu. Almanya’dan red alanlar da Paris’e geliyordu.

O yıllardaki Türkiyeli politik mülteciler Paris’te büyük bir sefalet yaşadılar. Kalacak yer yok, para yok, iş yok ve iş olsa bile devrimciler çalışmaya alışmadıkları için çalışmak zor geliyordu.

Devrimcilerin büyük bölümü 25 yaşın altındaydı ya da en fazla 25 yaşındaydı.

Serbest pazar ne de olsa, talep varsa, talebi karşılayan da ortaya çıkar.

Bir bölüm genç devrimci orta yaş Fransız kadınlarına takılmaya başlar. Orta yaş dediğim 40-50 arası… Çalışan, ekonomik durumu iyi ve yalnız yaşayan kadınlar… Genç ve eski devrimcilerle yaşadıkları sürece onları paraya boğarlarmış.

Bu kahve bu erkeklerin buluşma yeriymiş ve birbirlerine yaşadıkları kadınların kendilerine neler aldıklarını anlatırlarmış.

Gidip, bir köşede oturup sadece dinlemeyi çok isterdim, ama beni tanıyıp konuşmayacaklarını düşündüğüm için böyle yapmadım.

Niyetim kimseye, “olur mu, bu da yapılır mı, siz buraya devrimci geldiniz” gibisinden ders vermek değildi. Sadece durumu somut olarak öğrenmek isterdim, o kadar.

Mülteci devrimcilerin nasıl büyük bir sallantı içine girdiklerinin değişik örneklerini görmüştüm, bu nedenle de jigololar kahvesi benim için şaşırtıcı değildi.

1982 yılında fazla bir varlığı olmayan TKP hızla büyüyordu ve bu büyümede bürokratik ilişkileri sayesinde insanların kağıt ve kalacak yer sorunlarını çözebilmeleri etkili oluyordu. Türkiye’de iken İGD’lilere silah çekecek duruma gelmiş olanlar, sorunlarının çözümüne yardımcı olacağı umuduyla hemen saf değiştiriyorlardı.

Paris’te her şey satılıktı; satan vardı, alan vardı ve mesele de yoktu.

Kişi yıllardır alıştığı ortamdan uzaklaşmak zorunda kalıp bambaşka bir ortama gelmiş. Sarsıntı geçirmesi normal… Sonuçta küçük yerlerde büyümüş, ayakları üzerinde durabilen ve kimseyi de pek takmayan kadınları da pek görmemiş; şaşırmayıp da ne yapsın?

O yıllarda konfeksiyon atölyelerinde Türklerin yoğun olarak çalıştıkları Strassbourg St. Denis semtinde kadınların yarı çıplak müşteri bekledikleri bir sokak vardı. Sanırım halen de vardır. Bizim insanların bu sokağa “kültür sokağı” adını taktıklarını öğrendiğim zaman çok gülmüştüm. Sahip olunan kafa yapısını bundan daha iyi anlatacak isimlendirme zor bulunur.

En hızlı dağıtanlar kimlerdi, diye sorarsanız; Türkiye’de ya da Suriye’de iken devrimci ahlak konusunda burnundan kıl aldırmayanlardı, diyebilirim. Uzaktan konuşması kolay tabii, gelince de aynı tutumu sürdürsene!

En hızlı dağıtanlar aşırı yasakçı olanlardı.

Bir şey savunuyor ama temeli yok…

Uzakta iken sürekli olarak “Avrupa insanı çürütür” derdi. Avrupa’ya gelince nedenini anlıyorsunuz. Bunu ona söyleten korku imiş, çünkü en hızlı çürüyenler bu tipler arasından çıktı.

1980’li yıllarda Avrupa ülkelerine gelenler ağırlıkla Türk devrimcilerdi. Kürtler fazla değildi. Gelenler büyük oranda bekardı, ama evli olarak gelenler de birkaç yıl sonra bekar kaldılar.

Kadın ve erkek bambaşka koşullar altında ve yoğun olaylar içinde evlenmişler ya da birlikte yaşıyorlar. Ortam değişiyor, eskisinden çok fraklı bir ortama geliyorlar ve ilk kez birbirlerini gerçekten tanıyorlar. Sonuç, “ben bununla mı evliyim?” sorusu ayrılık oluyordu. Ya da farklı ortam kadın ve erkeğin birbirlerinden farklı etkilenmelerini ve gelişmelerini gündeme getiriyor ve sonuç da kopuş oluyordu.

Benzeri bir durumu kabaca 1995-2005 arasında Kürtler de yaşayacaktı.

“Kürt aileleri dağılıyor” diye feryat edenlere, bunun normal olduğunu ve ilk defa da yaşanmadığını anlatmaya çalıştım. Ne kadar anladılar, bilmiyorum.

Sonuçta insan bazı konuları ancak yaşayınca anlıyor…

Yıllar sonra bu kahvenin ne olduğunu sordum, ama bilen ya da hatırlayan yoktu.

Dünyada sürgün yaşamayan devrimci hareket herhalde yoktur. Ülkede darbe olur, koşullar değişir, bir bölüm insan yakalanır ya da öldürülür ve kalanların bir bölümü de başka ülkelere gitmek zorunda kalır. Ne zaman dönerler, bilinmez. Bazılarının dönmesi oldukça uzun sürer, bazıları gittiği yerde bir hayat kurar ve dönmez.

Şu söylenebilir: Türkiye devrimci hareketi kadar sürgünde başarılı olamamış bir hareket az bulunur.

Dağılma, yozlaşma, en azından şaşkınlaşmayı yaşamak bize özgü değil; herkes yaşadı, ama 30 yıl sonra, üstelik de başka ülkeler devrimcilerine göre çok daha elverişli koşullarda sürgün yaşamalarına karşın Türkiyeli devrimciler sürgünde genellikle kaybolup gittiler.

Bunun suçunu sürgünde bulanlar da oldu. Evet, sürgün zordur ve bu zorluğu sadece biz yaşamadık. Bizden önce yaşayanlar da oldu, bizden sonra da oldu, ama başarısızlığın bu kadarına da pes doğrusu…

Türkiye’de iken enternasyonalist geçinmek kolay ne de olsa… O enternasyonalizmin içine gelindiğinde ise, uzakta iken yapılanın gevezelikten başka bir şey olmadığını görüyorsunuz. Kişi yıllarca dil bile öğrenmiyor.

Gerekçesi de hazır yani: ben döneceğim, dil öğrenenlerin ise gelecekte burada kalma planları var!

Bahane ararsanız, bulursunuz!

Bu da böyleydi işte!