Şuanda 312 konuk çevrimiçi
BugünBugün4983
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12707
Bu ayBu ay12707
ToplamToplam10481131
30 Mart, PKK, dört ve bir PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 29 Mart 2013 18:28


30 Mart Kızıldere’nin 41. yılında bugüne kadar yapılmış olan değerlendirmeleri tekrarlamak istemiyorum. 30 Mart 1972, bu toprakların tarihinde kuşaktan kuşağa aktarılarak unutulmayacak günlerden bir tanesidir.

Soru şudur:

Silahlı mücadele hareketi Kürt halkı içinde tutarken, Türk halkı içinde neden tutmadı?

30 Mart sonrasında da değişik silahlı mücadele örgütleri büyük çaba harcadılar, büyük özverilerde bulundular, ağır kayıplar verdiler, ama silahlı mücadele Türk halkı arasında kitleselleşemedi, halklaşamadı.

Silahlı mücadele örgütlerinin kadroları, yöneticileri hatalar yapmadılar mı, yaptılar.

Tarihte büyük işler yapmaya girişip de bazen ağır boyutlara varan hataları kim yapmadı?

Önemli olan hata yapmamak değil, hatadan fazla doğru yapabilmektir.

Başarılı örgütlerin kadroları ve yöneticileri de bazen ağır boyutlara varan hatalar yaptılar, ama bu durum başarılı olmayı engellemedi.

Silahlı mücadele neden Kürt halkı arasında karşılık buldu da aynı durum Türk halkı içinde ortaya çıkmadı?

Eğer silahlı mücadele seslendiğiniz halkın içinde yeterli karşılık bulmuyorsa, istediğiniz kadar özverili ve becerikli olun, bir noktadan öteye gidemezsiniz, tıkanır kalırsınız.

Militanların özverisi, önderliğin sahip olduğu politik ve pratik beceri önemlidir, ama halktan yeterli karşılık bulamıyorsanız, bu özellikler başarılı olmak için yeterli olmaz.

Sorunun cevabı olarak iki temel neden sayılabilir:

Birincisi: Kürt halkının yaşadığı ve önemli ulusal özellikleri olan ağır baskıdır.

12 Eylül 1980 sonrasında ülkenin her yanında terör estirildi. Binlerce insan tutuklandı, işkence gördü, infaz edildi, ağır hapis cezalarına çarptırıldı.

Kürtlerde ise durum daha da ağırdı.

Dönemin hiçbir hapishanesinde Diyarbakır’daki vahşet (işkence kelimesi hafif kalır) yaşanmadı.

İnsanlardan Kürt olmaktan vazgeçmeleri isteniyordu.

Başka bir deyişle kimliklerini tümüyle inkar etmeleri isteniyordu.

Ağır baskıları yaşayan Türkler böyle bir dayatmayla karşılaşmadı.

Onlardan devrimci olmaktan, sosyalist olmaktan vazgeçmeleri isteniyordu; ötesi değil.

Türk kimliği, militarizme göre yeniden şekillenmiş olarak kalabilirdi.

Kürtler ise ya kendini toptan inkar edecekti ya da sonu nereye varırsa varsın direnecekti.

Diyarbakır hapishanesindeki uygulamalar birkaç bin kişiye yönelik değildi.

Bu cezaevinde bütün Kürtlere gözdağı veriliyor, tutuklulara yapılanların toplum içinde hemen duyulacağı biliniyor ve böyle olması da isteniyordu.

Kürtler için silahlı direniş dışında başka çıkış yolu bırakılmamıştı.

Bir grup öncünün başlattığı silahlı mücadele örneği halkta yeterli rezonans bulamazsa fazla gelişemez.

Silahlı mücadelenin halkta yeterli karşılık bulması önemlidir, ama yeterli değildir.

İkincisi: Silahlı mücadelenin değişik ülkelerde gelişmesinin farklılıklar içermekle birlikte klasik bir şeması vardır. Bu şemada kurtarılmış bölge önemlidir.

Kurtarılmış bölge, rakibin ele geçiremeyeceği ya da büyük kayıp vererek girebileceği bölge demektir.

Gerilla bu bölgede ilk eğitimini yapar, bölge halkıyla kaynaşır, askeri olarak sıkıştığı zaman bu bölgeye geri çekilir, eksiklerini tamamlar ve yeniden çıkış yapar.

Kurtarılmış bölge bazı ülkelerde ilk adımda bazılarında ise mücadelenin ilerleyen aşamalarında kurulur ve giderek genişler.

Silahlı mücadelenin başlangıcında böyle bir bölgeye sahip olmak büyük bir avantajdır.

PKK, silahlı mücadele hareketleri tarihinde bu avantaja sahip olan örgütlerden bir tanesidir.

PKK için yukarıda sayılan işlevleri yerine getiren kurtarılmış bölge, Kürdistan’ın başka bir parçasıydı.

Suriye, Türkiye için başka bir ülkedir. Kürtler için ise tümüyle böyle değildir, çünkü Kürdistan’ın belirli bir parçasını barındırmaktadır.

Aynı belirleme Irak için de, İran için de yapılabilir.

O parçalar sadece Kürdistan değildir. Parçaların bulundukları ülkede hakim olan bir yönetim de vardır. Ne ki, her durumda bambaşka bir ülkeye değil, kolay veya zor ama ilişki kurulabilecek bir halkın arasına, kendi halkınızın başka bir parçasına gidiyorsunuz.

Türklerdeki silahlı mücadele örgütleri hiçbir zaman böyle bir imkana sahip olmadı.

İmkanın olması yetmez, o imkanın kullanılabilmesi gerekir.

PKK yönetimi imkanı görmüş ve kullanmıştır.

Ne ki, imkanı kullanabilme becerisini gösterebilmek için, önce o imkanın olması gerekir.

Kürdistan hem dörttür hem birdir.

Dört parça hem ayrıdır ve hem de dört parçanın birliği vardır.

Kürdistan’ın bir bütün olarak tarihi dört ile bir’in farklı ilişkileri bağlamında anlatılabilir.

Yetmez. Bir’in tarihi her parçanın bulunduğu ülkedeki öteki halkların tarihiyle de birliktedir.

PKK’nin silahlı mücadelesinin yeni bir boyutta başladığı 1984 yılı sonrası ise başka bir gelişmeyi daha gösteriyor: Kürdistan’ın en büyük parçasının ya da Kuzey’in tarihi Türkiye’nin tarihiyle artan oranda iç içe geçiyor.

Bu gelişme öteki parçaları da kaçınılmaz olarak etkiliyor.

Devrimciler bu tarihin soldan gelişmesinde ne kadar etkin olabilecektir?

İki halkın tarihlerinin daha fazla birleşmesini, bu gelişmeyi görebilecekler ve yönlendirebilecekler mi?

Bu konuda büyük sorunların yanı sıra büyük imkanlar da bulunuyor.

PKK kendi tarihini sürekli olarak Türkiye devrimci hareketinin tarihine bağladı.

Silahlı mücadele konusunda Mahirleri ve Denizleri örnek aldıklarını, onlardan öğrendiklerini her zaman belirttiler.

Türkiyeli devrimciler de PKK’nin tarihini kendi tarihlerinin bir parçası olarak görebilecekler mi?

30 Mart 2013’ün büyük sorusu budur.

 

Yarın Avrupa saatiyle 13.30’da Nuce TV’de programdayım. Rastlantıya bakın ki 30 Mart’a denk geldi…