Şuanda 284 konuk çevrimiçi
BugünBugün4971
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12695
Bu ayBu ay12695
ToplamToplam10481119
soykırım itirazları PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 24 Nisan 2013 11:24


Bugün 24 Nisan 1915 tarihiyle anılan Ermeni soykırımının 98. yıldönümü…

Bu yazıda konuya biraz farklı bir yönden, soykırıma karşı daha haklı gibi görünen itirazlardan hareket ederek yaklaşmaya çalışacağım.

Yıllardan beri cumhurbaşkanı, başbakan ve değişik bakanlar tarafından artan sayıda ülkenin 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı Günü olarak tanımasına karşı şunlar söylenir:

“Tarihi bir konuda meclisler tarafından karar verilmesi doğru değildir. Bırakalım tarihçiler konuyu araştırsın…”

Elli yıl önce bu saptama doğru olabilirdi, ama artık değildir. Çok sayıda tarihçi konuyu araştırmış, bu konuda sayısız kitap yazılmış ve 1915 Ermeni soykırımı 20. yüzyıl tarihçiliğinin bilinen olgularından birisi haline gelmiştir.

Tersini iddia eden birkaç tarihçi çıkabilir, ama bundan da bir şey olmaz…

Nazilerin Yahudilere soykırım uygulamadığını savunan birkaç tarihçi de pekala bulunabilir! Bu da onun gibi bir şeydir…

Türkiye bu konuda kendini rezil etmekten bıkmadı, usanmadı.

Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanlarından birisi olan Yusuf Halacoğlu’nu hatırlayanlar olacaktır.

Kendisi soykırım belirlemesine kesinlikle karşıydı ve konuyla ilgili değişik açıklamalar yapıyor, yazılar yazıyordu.

Derken kendisinin İngilizce bile bilmediği ortaya çıktı…

Bile bilmediği diyorum çünkü bu konumdaki kişinin yabancı dil olarak İngilizce bilmesi yetmez, en az iki dil daha bilmesi gerekir.

Türk Tarih Kurumu’nun Batı ülkelerindeki muhatapları şaşırıp kaldılar. “Bu bir rezalettir” demekle yetindiler, arkasından da herhalde gülüp geçtiler.

Tarih konusundaki en yetkili kurumunun başkanı bu durumda olan bir ülkeden ne beklenirse, Türkiye de işte o kadarını yapabildi.

Ermeni soykırımı konusunda geçtiğimiz yıllarda ortaya atılan ve ötekilerine göre daha mantıklı görünen iki itiraz üzerinde durayım:

Bunlardan birincisine göre; ulusal devletlerin kurulması sırasında nüfusun bir bölümünün zorla göç ettirilmesi sık karşılaşılan bir uygulamadır. Nitekim yıllarca Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalan Balkan devletleri de bağımsızlıklarını kazandıklarında topraklarındaki Türk (daha doğrusu Müslüman) nüfusu göç etmeye zorlamışlar ve bu süreçte çok kişi hayatını kaybetmiştir.

Ermenilere yapılanlar üzücüdür ama bu sadece bize özgü değildir. Balkanlarda da benzeri yaşanmıştır.

Bu itiraz içinde iki önemli yanlışı barındırıyor.

1915 yılında ulusal devletin kuruluşu söz konusu değildi. Osmanlı’nın kaybettiği toprakları kazanmak için girdiği Birinci Dünya Savaşı sürüyordu. Osmanlı İmparatorluğu müttefiki olduğu Almanya ve Avusturya-Macaristan ile birlikte bu savaşı kazansaydı, Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmazdı. İmparatorluk sınırları genişlemiş olarak sürerdi.

Anadolu’da Ermenilere yapılanla Balkanlar’da Türklere yapılan arasında benzerlik kurulması bir başka yönden daha doğru değildir.

Balkan ülkelerinde Osmanlı işgalinin gerçekleşmesinden sonra buraya gelerek yerleşen Müslümanlar kolonizatör durumundaydılar. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan ülkeleri üzerindeki egemenliğinin sürmesinde bu ülkelere yerleştirilmiş Müslümanların önemli rolü oldu.

Anadolu’daki Ermenilerle Balkanlardaki Türklerin durumu birbirinden farklıdır.

İnsanların birkaç yüzyıldır yaşadıkları topraklardan kovulmaları onaylanamaz ama aradaki farkı da görmek gerekir.

Ek olarak da unutulmaması gerekir: Ermenilerin kitle halinde başka bir ülkeye gönderilirken yollarda ölmesi ve öldürülmesi söz konusu değildir. Sağ kalanların ulaşabildikleri Suriye ve Lübnan da o tarihte İmparatorluk sınırları içindeydi.

Burada da Balkanlar’dakine benzemeyen bir durum söz konusudur.

Ermeni soykırımına ikinci akla yakın gibi görünen itiraz şöyledir:

Osmanlı Çarlık Rusya’sı ile savaş halindeydi. Ermeniler Çarlık ordusu ile işbirliğine girdikleri için ülkenin başka bir yerine sürüldüler. Bu sürgün sırasında da ölümler oldu.

Ermenilerin sürgünü sadece Çarlık Rusyası ile savaş yapılan bölge ve bunun yakınıyla sınırlı olsaydı, bu görüş kabul edilebilirdi. Gerçek durum ise hiç de böyle değildir.

On yıl kadar önce “Yüz Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler” adlı büyük bir albüm yayınlandı. Albümde o dönemdeki kartpostallar, insanların birbirlerine yazıp gönderdikleri kartlar yer alıyordu.

Akdeniz’den Orta Anadolu’ya, Ege bölgesinden Trakya’ya kadar Çarlık Rusyası ile savaşın sürdüğü bölgeden kilometrelerce uzakta olan yerlerde bile Ermenilere ait hastaneler, okullar, dispanserler var. Başka bir deyişle bu bölgelerde Ermeniler yerleşik durumdaydı.

Bu halkın tamamına yakını sürüldü, geride kalan mallarına ya el konuldu ya da imha edildi.

Tarihsel açıdan bakıldığında İttihat ve Terakki’nin 19. yüzyılın ikinci yarısında geçerli olan Osmanlıcılıktan vazgeçmek zorunda kalması, Ermeni soykırımının teorik arka planını oluşturdu denilebilir.

Birinci Meşrutiyet (1876) ilan edildiği sırada İmparatorluk bünyesindeki halkların Osmanlılık kimliği temelinde birleşebileceği düşünülüyordu.

Balkan ülkelerinin ard arda bağımsızlıklarını kazanması sonucu Osmanlıcılık sona erdi, yerini bütün Müslümanların birliğini sağlayacağı umulan pan islamizm aldı.

Ermeniler ve Rumlar Müslüman değildi ve artık ilk hedeftiler.

Almancada 19. ve 20. yüzyıl toplumlarında etnik temizliği inceleyen kalın bir kitap yayınlandı. Bu kitapta Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili olarak büyük bir bölümün yer alması boşuna değil…

Tarihçilerin Ermeni soykırımıyla ilgili araştırmaları çoktan sona ermiş, şimdi küresel tarih bağlamında yeni bir bakış açısıyla yazılıyor.