Şuanda 302 konuk çevrimiçi
BugünBugün4979
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12703
Bu ayBu ay12703
ToplamToplam10481127
Düşünceler (1) PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 23 Temmuz 2013 21:27


Böyle bir başlık attım ama ikincisini ne zaman yazarım şu anda bilmiyorum.

Eskiden felsefeden pek hoşlandığımı söyleyemem. Felsefenin sadece madde ve maddenin hareket yasaları bölümünü severdim, gerisiyle ilgilenmezdim. Bu bölüm de bildiğiniz gibi idealizm-materyalizm ve diyalektik materyalizmle ilgilidir.

Sosyalist olan herkes gibi ben de Politzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri kitabını okumuş ve ardından da –büyük bir sabırla- aynı yazarın Felsefenin Temel İlkeleri adlı kalın kitabını bitirmiştim.

İki kitaptan da hiç hoşlanmadığımı hatırlıyorum. Nedeni, materyalizm ve diyalektik materyalizm konusunun bence oldukça ilkel anlatımıydı.

Konu üniversite yıllarımda hayli ilgimi çektiği için Türkçe ve İngilizce çok sayıda kitap okumuştum. 20 yaşına gelmeden önce okuduğum Adnan Adıvar’ın Tarih boyunca Bilim ve Din adlı kalın kitabı beni ateist yapan kitaptır diyebilirim. Belirli bir ön hazırlık vardı tabii ve bu kitap da üzerine geldi.

Madde nedir, nasıl tanınabilir ve hareket yasaları nelerdir konusu o yıllarda fazlasıyla kafamı kurcalardı. Sonra başka konular araya girdi. Ekonomi, tarih, politika öğrenimi derken bu konu geride kaldı. İlgim yine de sürdü. Özellikle atom fiziği konusunda… Teorik kimyada yüksek lisans yaptığım için konu hakkında hayli bilgi sahibiydim (teorik kimya; kimya, fizik ve matematik karışımıdır).

1980’li yılların başlarında Cumhuriyet’in Bilim ve Teknik Eki’nde okur mektuplarından birisi ilgimi çekti. Hapishaneden bir okur yazıyor ve mektup köşesini yöneten kişiye parçacık mekaniğinin felsefesi hakkında bazı sorular soruyordu. Sorulan sorudan kişinin konuyu bilmediği anlaşılıyordu. Bir konu hakkında soru sorduğunuz zaman, o konu hakkındaki bilginizi de ortaya koyarsınız.

Soruyu sorana bir öğretim üyesi şu içerikte bir cevap vermişti:

Önce hapishanenin zor koşullarında böyle bir konuyla ilgilenilmesinin önemine işaret ediyor ve arkasından da ekliyordu: “Siz bir konuyu öğrenmeden felsefesini öğrenmeye çalışıyorsunuz; bu olmaz.”

Çok doğru bir belirlemeydi. Diyebilirsiniz ki, bu belirleme neden bu kadar önemli olsun, bilinen bir şey: bir konunun kendisini bilmeden felsefesi öğrenilmez ve yapılmaz.

Böyle diyorsunuz ama tersine o kadar çok örnek var ki…

Marksist felsefecilerin bu konuda maşallahı vardır diyebilirim!

Materyalizm ve diyalektik materyalizmi öğrenmişler ya, artık her konuda fikir yürütebilirler ya da herhangi bir somut konuyu öğrenmeleri gerekmez.

Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin (DAC) önde gelen bilim insanlarından birisi Robert Havemann’dır. Fiziksel kimya profesörü olan Havemann bir süre sonra DAC bilim insanları arasında diyalektik materyalizmin neden ciddiye alınmadığını merak eder.

Sosyalist ülkelerin bilim ve kültür yönünden en ileri ülkesi olan DAC’desiniz ve marksist felsefe bilim insanları tarafından ciddiye alınmıyor; neden acaba?

Havemann bunun nedenini Rusçadan Almancaya çevrilen felsefe kitaplarında görür.

Rus felsefecileri görelilik teorisi, parçacık mekaniği gibi konularda açıklayıcı felsefi yapıtlar üretmekte ve diyalektik materyalizmin bu konuları açıklamakta ne kadar yetkin olduğunu ortaya koymaktadırlar.

Alman fizikçiler bu kitapları ciddiye almazlar çünkü yazan felsefeciler konuyu bilmeden felsefesini yapmaya kalkmaktadırlar.

Einstein’ın özel ve genel görelilik kuramına başlangıçta şiddetle karşı çıkan bu ve benzeri diyalektik materyalistler, sonradan kendilerine göre bir açıklama yolu bulmak zorunda kaldılar. Ardından da fiziğin büyük devrimlerinden birisi olan parçacık mekaniğine yöneldiler, ama konuyu bilmeden felsefesini yapmaya kalkınca da, konuyu bilenlerin gözünde komik, ciddiye alınmaz duruma düştüler.

Eğer 20. yüzyılda fiziğin iki büyük devriminin, görelilik kuramı ve parçacık mekaniğinin felsefesini yapacak isen, önce üniversite düzeyinde fizik öğreneceksin. Önce konuyu bileceksin, arkasından felsefesini yapabilirsin.

Basit bir kural gibi görünüyor ama marksist felsefeciler genellikle tersi yönde hareket etmişlerdir.

Uzun zamandan beri marksist felsefecilerin tutucu insanlar olduklarına inanırım. Yeni buluşlar teoriyi zorluyorsa, o buluşların yanlış olduğunu düşünürler. Teoriyi gözden geçirmeyi, yeniden düzenlemeyi düşünmezler; tersini düşünürler.

Benzeri bir durumu 25 yıl kadar önce evrenin başlangıcı konusunda da yaşamıştık.

Engels, Doğanın Diyalektiği’nde evrenin başlangıcı ve sonu olmadığını belirtir.

O dönemde bilimin inancı da böyledir.

20. yüzyılın ortalarında astronomik gözlemler sonucu galaksilerin birbirlerinden uzaklaştıkları saptanır ya da evren genişlemektedir. Bu, 20. yüzyılda evrenbilimdeki büyük buluşlardan bir tanesidir. Evren genişliyor ya da evrenin değişik parçaları (yıldızlar, galaksiler vd.) gittikçe birbirinden uzaklaşıyor ne demektir?

Filmi geriye sarın; bu parçalar çok uzun yıllar önce birbirlerine çok yakınlardı ve hatta yüksek bir yoğunluk halinde küçük bir alanda bulunuyorlardı ve büyük bir patlamanın ardından evren oluştu demektir.

Filmi geriye sararsanız başlangıçta büyük patlama var anlamına gelir ya da evrenin bir başlangıcı vardır.

Bu konu, Türkiye’dekiler de dahil Marksistler arasında büyük tepki topladı.

Bu, emperyalizmin bir oyunuydu! Materyalist felsefeyi geçersizleştirmek için bu numaralara başvuruluyordu falan filan…

Senin başka bir açıklaman var mı, yok!

Değişik ihtimaller de olabileceği üzerinde duruluyordu ki, kuşkusuz değişik ihtimaller vardır ama en büyük ihtimal evrenin başlangıcının olmasıdır.

Evrenbilimde daha da ileriye gidilip, büyük patlamanın uzayın derinliklerindeki sesi bile bulunabildi.

Papalık durur mu, hemen bir açıklama yaparak büyük patlama kuramının Katolik öğretisiyle uyum içinde olduğunu açıkladı. Büyük patlamayı Tanrı yapmıştı!

Papalık akıllı ne de olsa, bizdeki Fettullahçılar, Refahçılar ya da AKP’li imamlar gibi cahil değil… “Kuran’da yazıyordur, başka bilgiye gerek yoktur” diye düşünmüyorlar.

Papa 6. Jean Paul 1988’de Vatikan’da büyük bir evrenbilim kongresi düzenler. Bu kongreye çağrılanlar arasında Stephan Hawking de vardır. Papa, evrenbilimcilerden, “büyük patlamadan önce ne olduğunun araştırılmamasını” rica eder.

Akıllı adam ne de olsa, tehlikenin nerede olduğunu görüyor.

(O yıllarda Yöneliş adlı bir dergide konuyla ilgili bir yazı yazmıştım. Dergi bir köşede duruyor mu, bilmiyorum. Bulabilirsem bu yazıyı da yayınlarım.)

Bilim bu, durur mu? Evren büyük patlamayla oluşmuş ise, büyük patlamadan önce ne vardı ve bu patlama neden oldu? soruları araştırılacaktır.

Konuya başka bir yazıda devam edeyim.

Bu arada marksist bilim insanları ve felsefeciler ne yaptılar derseniz, sürekli olarak yeni keşiflerin aksini iddia ettiler, ama herhangi bir sonuca ulaşamadılar.

Büyük patlama görüşü evrenin oluşumu konusunda kendini kabul ettirdi.

Denilebilir ki, ileride bu görüşün doğru olmadığı ortaya çıkabilir ve başka bir açıklama bulunabilir.

Kuşkusuz bulunabilir, ama bulunamayabilir de…

Şu anda çok sayıda gözlemle de doğrulanan görüş budur ve en azından şimdilik bunu kabullenmek zorundasınız.

Engels’in bu konuda ne söylediği de kimsenin umurunda değildir.

Yüz yıl önce o günün bilimsel gelişme düzeyinde yapılmış bir belirlemeyi, Engels söyledi diye bugün de geçerli saymak, tutuculuk değil de nedir?