Şuanda 279 konuk çevrimiçi
BugünBugün4968
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12692
Bu ayBu ay12692
ToplamToplam10481116
Moncado'nun 60. yılı PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 28 Temmuz 2013 15:38


60 yıl önce, 26 Temmuz 1953’te Küba’nın doğusundaki Santiago de Cuba kentinde Fidel Castro komutasındaki 80 kişi içinde 800 kişinin bulunduğu askeri bir kışlaya saldırır.

Amaç askerleri uykuda yakalayıp kışlayı ele geçirmek ve Devlet Başkanı Batista’ya karşı silahlı mücadeleyi başlatmaktır.

Baskın başarısızlıkla sonuçlanır ve kışlaya saldıranlardan büyük bölümü öldürülür.

26 yaşındaki Fidel Castro sağ kalanlar arasındadır ve tutuklanır.

Mahkemede, Türkçe’de de yayımlanan “Tarih Beni Beraat Ettirecektir” başlıklı savunmasını yapar.

Batista diktatörlüğü ABD’nin kuklası durumundaki çürümüş bir diktatörlüktür. Uluslar arası baskılar karşısında mahkemede 15 yıla mahkum edilen Fidel Castro iki yıl sonra serbest bırakılır.

Küba’yı terk etmek zorundadır.

Küba’da devrimin bütün koşulları hazırdır, sadece birilerinin başlaması gerekmektedir.

Fidel Castro Orta Amerika ülkelerinde dolaşır.

Kendisi hakkında en tanınmış biyografiyi yazan John L. Anderson’un Che adlı kitabında belirttiğine göre (Türkçesi yayımlandı) ABD’li bir armatörü ikna eder ve ondan sağladığı parayla Granma adlı gemiyi satın alır.

ABD de çürümüş Batista diktatörlüğünün sürmesinden yana değildir, seçenek aramaktadır.

Mahkeme ifadesinde yurtsever olduğunu defalarca belirten Castro onlara tehlikesiz bir kişi gibi görünür.

Meksika’da Alberto Bayo tarafından askeri olarak eğitilirler. Bu sırada Che Guevara da aralarına katılır.

1956 sonlarında silahlı bir grup olarak Sierra Maestra civarında Granma ile karaya çıkarlar.

Batista ordusuyla ilk çatışmada ağır kayıp verirler.

Fidel Castro, kardeşi Raul ve Che sağ kalanlar arasındadır.

Silahlı grup büyük bir hızla büyür. Ordu karşısında kazanılan zaferler birbirini izler ve sadece iki yıl sonra Fidel Castro başkent Havana’ya girer.

ABD, Batista’nın devrilmesinden memnundur ve iktidarı ele geçirenleri de anlayamamıştır. Aralarında Raul ve Che gibi “aşırı unsurlar” bulunmakla birlikte yenilerden şüphelenmez.

Ne ki aradaki bu iyi ilişki uzun sürmez. ABD eski düzenin yeni isimlerle sürmesini istemektedir. Bunun için baskı da uygular. Baskılar ters teper ve devrimi hızla sosyalizme götürür.

ABD, Küba ile ilişkisini keser ve sıkı bir ekonomik ambargo uygulamaya başlar.

1961’de Küba’dan kaçan karşı devrimcileri silahlandırarak adaya çıkartır, ancak bu girişim bozgunla sonuçlanır (Domuzlar Körfezi Çıkarması).

1962’de SSCB füzelerinin adaya yerleştirilmesine karşı ABD açık tavır koyar ve dünya atom savaşının eşiğine gelir. Sonuçta Küba’daki füzelerin çekilmesi karşılığında Türkiye’deki ABD’nin Jüpiter füzeleri çekilerek anlaşmaya varılır.

(Türkiye halkı bunu yıllar sonra öğrenecektir.)

Katı ABD ambargosu sürer.

SSCB ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) bu dönemde Küba’nın neredeyse her ihtiyacını karşılar.

Kromdan başka doğal kaynağı bulunmayan küçük bir ülke olan Küba, sosyalist ülkelerin büyük dayanışmasıyla ayakta kalır.

Küba’nın başlıca ürünü olan şekeri toptan alan sosyalist ülkeler, akaryakıtı bu ülkeye ucuz fiyatla verirler.

Çok sayıda Kübalı öğrenci DAC’de eğitim görür. Küba’da eğitim görmüş insanların önemli bölümünün Almanca bilmesi bu nedenledir.

Sosyalist ülkelerin yıkılmasının ardından Küba büyük bir ekonomik krizle karşılaşır.

Bir dönem Küba parası Pezo’nun yanında Dolar da para birimi olarak kabul edilir.

ABD’de özellikle Florida eyaletinde yaşamakta olan çok sayıda Kübalı göçmen bulunmaktadır. Bu göçmenler, ABD hükümetlerinin de onayıyla adadaki yakınlarına sürekli döviz gönderirler. Harcanan bütün çabaya karşın sıkıntı içinde yaşayan Küba halkı yine de sosyalizme karşı çıkmaz.

Küba bu dönemde turizme açılır ve DAC’de iyi eğitim görmüş doktorları vasıtasıyla sağlık alanında büyük hamle yapar.

Kanada bu dönemde Küba’nın en iyi ticaret ortağıdır. Küba, ABD’den ithal edemediği yiyecek maddelerini Kanada’dan alır.

Bu durum ABD’de yiyecek sektöründe üretim yapan tekellerin ambargoya karşı çıkması sonucunu doğurur. “Burnumuzun dibindeki ülkeye ihracat yapamıyoruz” şikayeti, ABD ambargosunun biraz gevşemesine yol açar.

Küba’nın büyük ekonomik sıkıntısı Latin Amerika ülkelerinde –özellikle Venezüela’da- sol yönetimlerin işbaşına gelmesiyle azalır.

Venezüela’da Chavez yönetimi Küba’da büyük sıkıntısı çekilen akaryakıtı ucuz fiyatla satar. Küba da karşılığında doktor ve öğretmen gönderir.

Sosyalist ülkelerin tümünde yaşanılan yiyecek maddeleri üretimindeki yetersizlik Küba’da da bulunmaktadır. Durumu düzeltmek amacıyla tarım ve hizmet sektöründe çok sayıda küçük özel işletmeye izin verilir. Bu alanda üretim artışı görülür. Gelir, vergilendirmenin ardından tümüyle üreticiye kalmaktadır.

Küba’da halk arasında küçük sayılamayacak bir farklılaşma bulunuyor.

ABD karşı devrim örgütlemek için sürekli olarak çabalıyor ancak kayda değer bir ilerleme gösteremiyor.

Bunun iki önemli nedeni olduğu söylenebilir:

Birincisi; Küba’da kapitalizmin egemen olması, ABD’nin ve bu ülkede yaşayan göçmen Küba burjuvazisinin egemen olması demektir.

Bu burjuvazinin ilk yapacağı iş de kamulaştırılan bütün mallarını geri almak olacak ve Küba halkı elinde ne varsa kaybedecektir.

Bu özel durum nedeniyle Küba halkını kapitalizme ikna etmek çok zordur.

İkincisi ise, adada eğitim ve sağlık hizmetinin herkes için ücretsiz olmasıdır.

Halkın tamamının temel ihtiyaçları karşılanmaktadır. Hayat şartları kolay sayılamaz ama hastalıktan ölen, okuma yazma bilmeyen, açlık çeken, sokakta yatan da yoktur.

Temel ihtiyaçların sağlanmasının ötesinde gelir düzeyinde farklılaşma vardır.

Küba, bu yönden, kendisini sürekli olarak parçası olarak gördüğü Latin Amerika ülkeleri arasında en iyisidir.

Küba nüfusu İstanbul’dan bile az olan küçük bir ülkedir.

Buradan hareketle dünya çapında genelleme yapmak doğru değildir.

Sadece şu kadarı söylenebilir:

Sosyalizm kuşkusuz açlık temelinde kurulamaz, ama insanların mutluluğu için ileri refah düzeyi de gerekli değildir.

Moral değerler sosyalizm için son derece önemlidir.