Şuanda 263 konuk çevrimiçi
BugünBugün4961
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12685
Bu ayBu ay12685
ToplamToplam10481109
PKK yasağı neden kalkmaz? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 17 Eylül 2013 22:46


Yaklaşık 20 yıl önce zamanın Almanya hükümeti PKK’yi yasakladı. O zamandan beri bu ülkede PKK adına faaliyet göstermek, bu örgütün yan kuruluşu olmak yasaklanmış bulunuyor. PKK yöneticisi ve üyesi olduğu iddiasıyla çok sayıda kişi tutuklandı, bazıları yargılama sonucu hapis cezaları aldılar.

Almanya PKK ile bir şekilde bağlantısı olduğunu düşündüğü kişilerin vatandaşlık başvurularını da geri çeviriyor.

20 yıldan beri değişik kuruluşlar, özellikle de son yıllarda, bu yasağın kaldırılmasını talep ettiler. Bu amaçla değişik toplantılar düzenlendi ama şimdilik bu yasak daha da sürecekmiş gibi görünüyor.

Hıristiyan Demokrat Parti, Liberal Demokrat Parti, Sosyal Demokrat Parti ve Yeşiller bu yasağın sürmesinden yana… Bu partilerde yasağa karşı çıkan tek tük kişiler olabilir ama bunun pratikte fazla anlamı yoktur. Sol Parti yasağa karşı ama onun karşı olması fazla anlam taşımıyor.

Toplumsal kuruluşlar açısından bakılırsa birçok kuruluş yasak konusuyla ilgilenmiyor, yasağın kaldırılması yönünde tutum almıyor.

Burada şu sorulmalıdır: bu yasak neden dolayı konuldu?

1990’lı yılların başlarında Almanya’da kamuoyu PKK’ye sempatiyle bakıyordu. TC hükümetleri, özellikle Hürriyet gazetesi vasıtasıyla sürekli karşı propaganda yapıyordu ama Alman kamuoyunda etkisi yoktu. Alman hükümeti TC’nin “bunlar teröristtir, yasaklansın” taleplerini duymuyordu bile…

Bir süre sonra PKK’liler ülkedeki değişik Türk kurumlarına bombalı saldırılar düzenlediler. Televizyonlar ve gazetelerde otoyollarda militanların Alman polisiyle çatışmaları yayınlandı. Bir ülkenin kendi sınırları içinde bu tür olaylara sessiz kalması söz konusu olmayacağı için de PKK yasaklandı.

Avrupa’da birçok konuda olduğu gibi bu konuda da ilk adımı Almanya attı, diğer ülkeler onu izledi.

TC hükümeti memnuniyetini belirtti ama ben zil takıp oynadıklarına eminim.

Avrupa’nın en önemli ülkesinde, Kürtlerin büyük çoğunluğunun bulunduğu bir ülkede ortaya çıkan bu durum sonraki yıllarda PKK’ye ve ilgili kuruluşlara pahalıya mal olacaktı.

Burada, neden, diye sorulmalıdır. Neden bu tür eylemlerin yapılmasına ihtiyaç duyuldu? Bunların ardından yasağın geleceği belliydi ve bu tür yasaklar bir kere konuldu mu kaldırılmaları zordur, bunu düşünmek de herhalde zor değildi.

Aşağıda 19 yıl önce, 20 Nisan 1994’te Toplumsal Dayanışma’da yayımlanmış sonra da Bugüne Yolculuk kitabımda yer almış bir yazıyı aktarıyorum.

 

PKK ALMANYA’DA NE YAPMAK İSTİYOR?

 

Türkiye solu garip bir sol. Aslında dünyadaki tüm komünistler garip insanlar. Gariplik şurada ortaya çıkıyor: Gerçeği en iyi kavrayan, en ileri teoriye sahip olmak iddiasındalar. Ama kendi dünyalarıyla o kadar meşguller ve kendi istekleri ve hayalleriyle o kadar iç içe yaşıyorlar ki, herhangi önemli bir olayı kavramakta ciddi zorlukla karşılaşıyorlar. Anlamakla savunup savunmamayı birbirine karıştırıyorlar. Bir şeyi doğru dürüst anlamayı, onu benimsemek sanıyorlar. Ahlaki yargılarla çok fazla iç içeler ve dolayısıyla –iddiaları ne olursa olsun- sadece kendileri ve çevreleri için politika yapıyorlar.

Bunları Türkiye devrimci hareketinde ve bazı Kürt devrimci örgütlerinde açıkça görebiliriz. Somut bir örnekten başlayalım: PKK, Almanya’da ne yapmak istiyor?

Almanya’da Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili çeşitli kurumlara baskın, rehin alma ve bombalama da dahil olmak üzere çeşitli saldırılar düzenleyen PKK, bu ülkede yasaklandı. Bu karar sonucu, Türkiye’de hükümetin ve basının propagandasını yaptığı ölçüde olmasa da, hareket olanakları kısıtlandı. Ardından Nevroz sırasında Almanya hükümetinin gösterilere izin vermemesi ve düzenlenmek istenen gece ve gösterileri yasaklaması geldi. PKK taraftarlarının Türkiye’ye geri gönderilmesi gibi uygulamalar gündeme geldi.

PKK’nin Almanya’daki hareket çizgisi konusunda genel olarak iki değerlendirme çizgisi göze çarpar:

İlki; Öcalan’ın ve PKK’nin her sözünde ve davranışında bir keramet bulanların değerlendirmesidir. PKK gücünü bir kez daha göstermiştir. İki kahraman genç kız yaşamlarını Kürt halkı için kendilerini yakarak feda etmiştir.

İkincisi; yapılmak isteneni anlamayanların değerlendirme tarzıdır. PKK bunları neden yapıyor? Böyle yaparak kendini tecrit ediyor.

Bugünü anlamak için biraz geçmişe gidelim.

 

PKK Hangi Yöntemi Kullanarak Gelişti?

 

PKK’nin gelişmesinde şiddetin büyük rol oynadığı açıktır. Bu herkesin bildiği bir gerçek. Yeterince değerlendirilmeyen ise, bu şiddetin hedefleridir.

PKK yalnızca T.C. devletinin çeşitli kurumlarına karşı değil, Kürt halkına ve öteki devrimci gruplara karşı da şiddet uygulayarak gelişmiştir. Hatta başlangıçta, T.C.’ye uygulanan şiddetin geri planda olduğu bile söylenebilir.

Kürt halkı tarihi boyunca çok sayıda işbirlikçi çıkarmış bir halktır. İşbirlikçiler, lümpenler, hiçbir şeye aldırmadan yaşamak isteyenler Kürt halkı içinde oldukça büyük bir sayıdaydı. Bu halk kişilik olarak çok bozulmuştu ve PKK ile birlikte kişiliğini kazanmasında şiddetin (halka yönelik şiddetin de) büyük payı vardır.

Şiddet; büyük baskı altında yaşayan, tarihi, dili, kurumları ve hatta bir halk olarak kişiliği bozulmuş kitlelerin benliklerini yeniden kazanmaları ve gelişme yoluna girmeleri için önemli bir araçtır. Cezayir kurtuluş savaşı sırasında Frantz Fanon, “Toprağın Lanetlileri” adlı yapıtında bu görüşü savunmuştu.

Kendi kişiliğini kazanma yolu olarak şiddetin rolünü anlamadan, PKK’yi anlamak mümkün değildir. En küçük bireylerine kadar ortadan kaldırılan korucu ya da öteki işbirlikçi aileleri, devlet yanlısı olan ya da PKK’ye yakın olmayan köylerin toptan cezalandırılması, ERNK’nin yasaklarına uymayan (mutlaka T.C. yanlısı olması da gerekmeyen) kişilerin de aynı sonuçla karşılaşması, PKK saflarında bazen yoğun olarak uygulanan ve fiziksel ortadan kaldırmayla birlikte giden “arınma kampanyaları”, Kürdistan’ın (ve hatta Avrupa’nın) çeşitli bölgelerinde faaliyet gösteren Kürt ve Türk devrimci gruplarının çeşitli baskı ve hatta fiziksel imha yoluyla ortadan kaldırılması…

PKK’nin gelişme tarihi bu uygulamalarla doludur. Kuşkusuz küçük bir örgütün şiddet uygulamasıyla, büyük bir örgütün aynı şeyi yapması arasında fark olacaktır. Örgüt büyüdükçe ve diğer devrimci gruplarla arasındaki güç farkı büyük boyutlara vardıkça, onlara “tahammül göstermesi” kolaylaşır.

Hoşumuza gitsin veya gitmesin, bu gerçeği anlamak gerekir. Bir yandan PKK’nin gelişmesi karşısında hayranlıktan söyleyecek söz bulamayan, öten yandan ise halka ve öteki devrimci gruplara karşı şiddet uygulanmasına karşı çıkanlar, gerçekte ne olduğunu anlamayanlardır.

PKK halkı korkutarak mı kendi safına çekti? İlgisi yok. Kürt halkı bir halk olarak o denli özelliklerini yitirmişti ki, onu kendine getirmek için şoke etmek gerekiyordu. Bu halk konuşmayla, gazete ve kitap yayınıyla silkinip ayağa kalkamazdı. Bunlar da gerekliydi ama yoğun bir şiddet temelinde…

PKK’nin bugünkü çizgisini değerlendirirsek, bu söylediklerimizin eskisi kadar açık olmasa bile, süregeldiğini görürüz. Kürt halkına ve öteki sol gruplara uygulanan şiddet eskisi kadar yoğun değildir. Bunun iki nedeni vardır: İlk olarak; Kürt halkını kazanmak ve kitlesellikte öteki grupları çok geride bırakan önemli bir mesafe alınmıştır. İkinci olarak; PKK’nin faaliyeti eskisine göre (yayıncılıktan diplomatik faaliyete kadar) çok yönlüdür.

 

Almanya’daki Kürtler

Şimdi yurtdışına (özellikle Almanya’ya) gelebiliriz:

Almanya’daki Kürtlerin sayısı hakkında değişik rakamlar vardır ve bunlar 400 ile 600 bin arasında değişmektedir. Bu büyük Kürt kitlesinin çoğunluğu şu veya bu politik örgüte angaje değildir, ancak Almanya’daki Kürt kitlesi içindeki politik hareketlilik ileri düzeydedir. Politik olarak şu veya bu düzeyde hareketli olan Kürt kitlesi neredeyse tümüyle iki örgüt tarafından paylaşılmıştır: PKK ve TKSP. Bunlar dışındaki Kürt örgütlerinin –Kürt kitlesindeki politik hareketlilik dikkate alındığında- marjinal denilebilecek varlıkları bile bulunmamaktadır. Almanya’da Kürdistanlı hareketlerin gelişebileceği alanlar bu iki örgüt tarafından tutulmuştur.

            Kısaca birkaç rakam verelim: TKSP ile yakın bağları olan KOMKAR, Almanya’nın birkaç bölgesinde Nevroz geceleri yapar. Her gecede ortalama 3-5 bin kişiyi toplar. PKK ise, kitlesini sürekli diri tutabilmek için daha sık gece düzenler. En küçük gecelerde bin kişi, büyüklerde ise hesaplanması zor bir kalabalık toplar. Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde yapılan gecelerde, örneğin Köln’deki 8000 kişilik Sporthalle yetmez ve iki gün üst üste gece yapılır.

TKSP ve PKK’nin alanları ve yöntemleri de birbirinden ayrıdır. TKSP yayın, oldukça yetersiz olsa da Almanya’ya yönelik çalışmalar ve Kürt kültürü alanındaki faaliyetleriyle dikkati çeker (son alanda tekel kurabilecek etkinliği vardır). PKK ise Almanya’daki faaliyetlerinin tümünü Kürdistan’daki mücadelenin propagandasına ve oradaki ihtiyaçların karşılanmasına yöneltmiştir. Kitlesinin başka alanlara yönelmemesi konusunda (diyelim Almanya’ya özgü faaliyetler) oldukça dikkatlidir. Bu nedenle PKK’nin Almanya’daki yabancı düşmanlığı konusunda bile görüşü bulunmamaktadır.

PKK’nin Almanya’daki taraftarlarının sayısı ancak kaba olarak tahmin edilebilir ve rahatlıkla en az birkaç on bin olarak saptanabilir. Bu kitle önemli olanaklarla birlikte önemli sorunlar da getirmektedir.

Genel olarak Almanya’daki (ve yurtdışındaki) Kürt kitlesi, Türkiye devrimci hareketine karşı Türkiye’deki Kürt örgütlerine göre ileri düzeyde bir düşmanlıkla doludur. Bu olguyu PKK’de, TKSP’de ve diğer Kürt örgütlerinde görebiliriz. Avrupa ülkelerinde T.C. devletiyle doğrudan karşı karşıya gelmek çok daha az olanaklı olduğundan, ona yönelecek tepki, haksız olarak da olsa Türkiye devrimci hareketine yönelmektedir. Örneğin Türkiye’den gelen –ve Özgür Gündem yazarı olan- kişiler bile, “T.C. ile işbirliği yapmak, Kürtlerin iradesini ipotek altına almaya çalışmak” gibi suçlamalarla karşılaşmakta ve “buradaki Kürtler ne kadar saldırgan” diye hayretlerini belirtmektedirler. İlginçtir, özellikle Almanya’da Türkiye devrimci hareketiyle en iyi ilişkileri olan Kürt örgütü PKK’dir. Bu konuda TKSP’den daha ileridedir. Kürt örgütleri küçüldükçe –teoride ne derlerse desinler- Türkiye devrimci örgütlerine olan düşmanlıkları, kendini ona karşı kanıtlamaya çalışmak ve hatta politik faaliyetlerini bu eksene oturtmak çabaları artmaktadır.

Kitlesel bir Kürt hareketinin Avrupa ülkelerinde ne yapması gerekir? Bu kitlesini kullanarak T.C.’ni teşhir ve tecritte önemli adımlar atabilir. Bunun için T.C’nin kurumlarına saldırmaktan daha etkili yollar vardır. Kürdistan kurtuluş hareketi bu yolla geçmişte Vietkong ve FKÖ’nün kazandığı desteği de kazanabilir.

Sonuç olarak PKK de buna yönelecektir. Ama PKK’nin önemli bir özelliği vardır: Kürt halkının ancak olumsuzluklarını da yaşayarak gelişebileceğini anlamış olmak ve bunu bilerek önderlik yapmak. Almanya’da yaşamıyorlar. Şiddetin “temizleyici” etkisinin yanında çok değişik bir başka kültürle de yan yana yaşamaları, PKK kitlesi üzerinde hiç de olumlu bir etki yaratmamaktadır.

Yüzlerce hatta binlerce insanın gösterilerle katılmak, polisle çatışmak, arabaları devirip yakmak, kendini yakmak ve yollara barikatlar kurmak gibi durumun gerektirdiğinin hayli üzerinde şiddete yönelmeleri, merkezi yönlendirmeyle açıklanamaz. Kitlenin psikolojik olarak buna ihtiyacı vardır.

Geçenlerde Bonn’da yapılan ve PKK taraftarı kadın ve çocukların katıldığı bir yürüyüşe mesaj gönderen Abdullah Öcalan, bunu açıkça söylüyor. Ne olduğunu ve niçin olduğunu anlamak isteyenler için durum gayet açıktır.

Öcalan mesajında; Avrupa ülkelerindeki Kürt kitlesinin yozlaşma ve aldırmazlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu, iki genç kızın kendisini yakarak bu gidişe dur dediklerini belirtiyor. Öcalan, insanları bu duyarsızlıktan kurtarmak için onların şoke edilmeleri gerektiğini de belirtiyor.

Kendini yakarak ölen iki genç kızla ilgili olarak PKK’nin çıkardığı afişteki sözler aydınlatıcıdır: “Onlar ateşin temizliğinde kendini yeniden yaratmanın yolunu gösterdiler.”

Ülkede şiddet politikası temelinde örgütlenip, başka bir ülkede, geniş bir kitleyi önemli oranda bu politikayı kullanmadan etki altında tutmak mümkün değildir.

Öte yandan önemli politik görevler de var: Brüksel Kürt Konferansı ve Atina’da ERNK’nin Balkanlar Bürosu’nu açması, PKK’nin uluslararası alanda resmileşmesi yönünde önemli adımlardır. PKK bu adımları özellikle Avrupa’nın belirleyicisi olan Almanya ve Fransa’da atmak durumundadır. Bunun gereğini görmedikleri söylenemez. Hatta bazı PKK yöneticileri Almanya’daki eylemlerinin bu ülkedeki konumlarına zarar verdiğini bile kabul ediyorlar. Politik görevlerle dayanılan kitlenin buna hazırlıksızlığı arasında önemli bir çelişki bulunuyor. Geçmişte olduğu gibi şimdi de, PKK’nin kitlesi olumsuzluğu yaşayarak aşmaya çalışacaktır.

Her durumda yurt dışındaki Kürt kitlesinin, gelinen ülkeye göre daha milliyetçi, sekter ve dışarıya kapalı olacağı söylenebilir.

PKK’nin Almanya’daki hareket tarzını, dayandığı kitlenin özelliklerini dikkate almadan kavramak olanaksızdır. PKK’nin hareket çizgisi yalnızca dışarıya değil, hatta bazen ağırlıkla içeriye yöneliktir.

 

(Toplumsal Dayanışma, 20 Nisan 1994)