Şuanda 291 konuk çevrimiçi
BugünBugün4973
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12697
Bu ayBu ay12697
ToplamToplam10481121
Örgüt ve birey PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 05 Aralık 2013 21:50


Birey denilince değişik olarak da anlaşılabiliyor. Başlık “örgüt ve kişi” de olabilirdi, ama sanırım ne demek istediğim anlaşılıyordur.

Bu başlığı “Belma’ya Mektuplar” konusunda yapılan bir yorum vasıtasıyla ulaştım. Sadece yorumu yapana yazmak yerine, yorumu aktarıp, benim yorumumu da herkese iletmek daha doğru olar diye düşündüm.

“Engin Beylerderesi’nden sonra yalnız kaldı, bu yalnızlık mektuplarda açık olarak görülüyor.”

Burada yalnızlıktan kastedilen kadro bazındaki yalnızlıktır.

Doğru ama eksik diyeceğim…

Belma süreci bildiği için ve ben de bilen birisine yazdığım için başından itibaren anlatmaya gerek duymamıştım. Şimdi daha baştan alayım:

Baştan itibaren ciddi bir kadro sıkıntımız vardı. Hangi örgütün yoktu diye sorulabilir. Herkesin vardı ama bizimki daha fazlaydı. Düşünün ki örgüt kurulurken en fazla bilinen insan bendim. Yüksel’i çok az kişi tanırdı, İlker’i kimse tanımazdı. Daha da kötü olan, biz bir silahlı mücadele örgütüydük. Silahlı mücadelede tecrübe de teorik düzeyle elde edilmez. Genel kültür düzeyinin yüksekliği son derece önemli olmakla birlikte pratik tecrübenizin olması gerekir. Bu pratik tecrübenin mutlaka silahlı eylem tecrübesi olması gerekmez. İllegal bildiri dağıtmak, afiş yapıştırmak, yazılama yapmak, ufak tefek silahsız eylemlere girmek, MHP’lilere karşı okulda nöbet beklemek gibi faaliyetlerin hepsi eylem tecrübesine girer. Bunu teoride değil ancak pratikte öğrenebilirsiniz.

İlker’in hiçbir tecrübesi yoktu. Yüksel’in okulda faşistlere karşı silahlı nöbet beklemek gibi bir tecrübesi vardı ki, önemli bir tecrübedir. Durumu gözlemeyi, değişen duruma göre reaksiyon göstermeyi size öğretir.

Bildiri dağıtmak, afişleme yapmak, gece kimya bölümünün deposuna girip Sosyalist Fikir Kulübü’nün bize ısmarladığı malzemeleri çıkarmak, Siyasal Bilgiler Fakültesi yurdundan polisle çatışma gibi tecrübeler de bende vardı. Garip bir durum ama en fazla pratik tecrübe de bende vardı. En büyük tecrübe bile bu kadardı işte!

Filistin’de askeri eğitim görmek gibi şeylere inanmam… Bu tür eğitimlerle şehirde eylem yapmayı öğrenemezsiniz. Kır için işe yarayabilir, ama kentte yaramaz denilebilir.

Bunun üzerine bir de örgütün kurucularından ikisinin (İlker ve Yüksel) bir yıl içinde ard arda ölümlerini ekleyin, yalnızlığın iyice arttığını görebilirsiniz.

Hayatımın en zor yılı 1976’dır. Beylerderesi’nin ardından örgüt yeniden kuruldu denilebilir. Bıçağın keskin tarafının üzerinde yürüyorduk ve küçük bir hata her şeyi bitirirdi. Yüksel bu işi yapamazdı çünkü Genel Komite’ye alınacak Ankara kadrosunu tanımıyordu. Yaza doğru kendimizi toparladık.

Bu kadar tehlike ve büyük ağırlıkla karşılaşıldığında hala devam etmek mi gerekirdi?

Hem Beylerderesi’nden sonra hem de Yüksel ölüp Rıza yakalanıp yine tek başıma kaldığım 1977 başında devam etmek zorundaydım. Örgütün kurulmasında büyük rolüm vardı, temel belgesini yazmıştım. Hayatını kaybeden, hapse giren, işkence gören insanlar vardı ve böyle bir durumda da “çok kayıp verdik, bu ağır yükü kaldıramıyorum” demek hakkına sahip değildim.

Yapabildiğin kadar yapmak zorundasın…

1977’de örgütün adını duyuran eylemlerin örgütlenmesi de bu ortamda bana kaldı ve açıkçası askeri olarak bu kadar iyi olabileceğimi önceden hiç düşünmemiştim. Girdiğim her işi sonuna kadar götürdüm, girmediğim ama planladığım hiçbir işte de açık vermedik.

Bunda askeri eğitimin değil (hiç askeri eğitim görmedim) ama büyük kent insanı ve soğukkanlı olmanın belirleyici rolü vardır. Genel kültür düzeyi son derece önemlidir.

Büyük kent insanı olduğunuzda tehlikeyi daha iyi görebiliyorsunuz. Nerede iş yaptığınıza dikkat ediyorsunuz.

Bu yıl içinde olmuş eğlenceli bir olay anlatayım:

Trabzon’da üç kişi bir bankayı soymak için içeri giriyor. Güvenlik memurunu emen enterne ediyorlar, aralarındaki işbölümü uyarınca birisi paranın alınmasıyla uğraşırken öteki ikisi bankadakileri denetliyor. Bu arada beklenmedik bir şey oluyor ve bankadaki on müşteri silahlarını çekerek üç kişiyi enterne ediyor.

Trabzon’da iş yapacaksan, bu kent insanının sürekli silah taşıma alışkanlığına sahip olduğunu düşünmen gerekir, öyle değil mi?

Geçmişte bunun gibi çok sayıda örnek verebilirim ve böyle hatalar genellikle ölümle sonuçlanırdı.

Eğer örgüt 1976’da Beylerderesi’nden sonra aynı yıl içinde yeniden büyük bir darbe daha yeseydi, çok kötü olurdu!

1977’de yakalandığımda ise yapacağımızı yapmıştık, artık ismimiz vardı, tecrit çemberini kırmıştık. O anı iyi hatırlarım. Nisan ayı içinde bir gün İstanbul’da Harbiye’de yürürken birdenbire üzerimden büyük bir ağırlığın kalktığını hissettim. Eylemleri yapmış, bildirisini dağıtmış ve politik çıkışımızı yapmıştık.

Hayat ne güzelmiş yahu!

Bunun psikolojisi mektuplarda görülebilir.

Burada önemli bir nokta daha var:

İnsan mensup olduğu örgüte becerileri oranında bir şeyler verir, örgüt de ona verir ya da örgüt üyesiyle örgüt arasında sürekli bir alışveriş vardır. Bu durum örgüt yöneticileri için de geçerlidir. Birbirini karşılıklı besleme konusunda mutlaka denge olması gerekmez, önemli olan karşılıklı böyle bir sürecin olmasıdır.

Benim için bu süreç Beylerderesi’nden sonra neredeyse yoktu diyebilirim. Beylerderesi’nden sonraki bir buçuk yıl içinde kitap okuduğumu hatırlamıyorum. O kadar çok pratik sorun ve yapılması gereken iş vardı ki, okumak mümkün değildi.

Bu durum beni sürekli “keseden yemek” zorunda bıraktı ve ilk mektuplardaki karamsar ruh halinin en önemli nedeni, kesenin dibinin görünmüş olmasıdır. Böyle bir ortamda insanın “ölsem de kurtulsam” diye düşünmesi son derece normaldir. O zamanki teorik ve pratik birikimim şimdikiyle karşılaştırılamayacak kadar azdı ve yine de iyi dayanmışım.

1977’den çıkardığım en önemli ders, asla yedeklerini de kullanarak mücadeleye girmemektir. Mecbur kalmıştım ama bir daha asla bu duruma düşmemem gerekirdi.

Bu birinci derstir.

İkinci ders ise, örgüt-üye ilişkisidir. Yönetici bile olsan eğer içinde bulunduğun örgüt sana bir şey vermiyor, seni artık geliştirmiyor, tersine sürekli senden alıyor ya da köreltmekten başka şey yapmıyorsa; o zaman kendine başka yer araman gerekir.

1982’de ayrılma kararını verirken bu dersi hiç gözden kaçırmadım.

Suriye’deki rezaleti görmüştüm, yönetici denilen insanları biliyordum ve bunlarla hiçbir yere gidilmezdi. Dahası, Paris’te birkaç kişiden bir yıl içinde –o günün koşulları çerçevesinde- kitle hareketi düzeyine yükselmemiz, Paris Ev İşgalleri’nin büyük yankısı önümde geniş bir alan açmıştı. Bu yapıda kalarak bu alana giremezdim. Örgüt içinde başlıca işi bana engel olmak olan tipleri enterne etmek sorun değildi, yapardım ama bunun bana kazandıracağı bir şey yoktu. İnsan kazanacak bile olsa bir savaşa girerken onun getirisinin ne olacağına bakmak zorundadır. Getirisi olacaktı ama çok daha büyük bir getiriyi başka bir alanda kazanabilirdim.

Bazı insanların neden örgütlerine halatla bağlı olduklarını daha iyi anlamıştım. Ulaştıkları mertebeyi (MK üyesi gibi) başka yerde bulamazlardı, bu nedenle de ne olursa olsun yerlerinden kıpırdayamazlardı.

Başka bir alana gitmek, adı bilinen bir örgütün en tanınmış kişisi olmaktan parti üyeliğine inmek (buna iniş denirse eğer) umurumda bile değildi. Tek istediğim karşıma suni engeller çıkarılmamasıydı. Bunlarla uğraşmak istemiyordum. Bunun dışında Almanya’da geç kalmış bir örgüt çalışmasının hayli sorunu vardı ama bunların aşılması, bunun için gerekli kadronun yetişmesi benim için sorun değildi ve nitekim de böyle oldu.

Bulunduğunuz alanda başarılı iseniz yükselirsiniz, hem de büyük bir hızla…

Politik hayatım ne Acilciler ve ne de TKEP ile bitmedi. BSP, ÖDP ardından yedi yıl Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) var, değişik dergi-örgütlerde çalışmalar var, ATTAC var…

Kendinle hesaplaşmak konusu benim için 1982’de bitti. Mektuplarda ilerde daha iyi görülebileceği gibi kendimi yeniden ürettim ve bu üretim sürekli devam etti, halen de ediyor.

İnsan sosyal bir varlık ve bu nedenle de kendisine uygun olan ya da olmayan ortamlardan oldukça farklı etkilenir. Uygun olmayan ortamı bırakmak ve uygun olanını bulmak insanın kendisine ait bir iştir. O ortam sizin ayağınıza gelmez, sizin bulmanız gerekir.

Gelişebilecek insan kendisini engelleyen yerde durmamalıdır.

Gelişebilecek, diyorum, örgütlere suçlamalar yöneltip ayrılan ve kaybolup giden insanlardan söz etmiyorum. Örgütleri kötü olabilir ama kendileri de hiç iyi değillerdi, kaybolup gittiler.

Örgüt-insan ilişkisi her özele göre değişen bir ilişkidir ve önemli olan her durumda birbirini karşılıklı beslemenin gerçekleşmesidir.