Şuanda 52 konuk çevrimiçi
BugünBugün4836
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12560
Bu ayBu ay12560
ToplamToplam10480984
Çözüm sürecinin geleceği... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 13 Aralık 2013 21:28


Çözüm süreci yerel seçimlere kadar önemli bir değişiklik olmadan sürecek gibi görünüyor. Yüksekova’da üç kişi öldürüldü, ardından Diyarbakır’da dört asker kaçırılıp sonra da kısa sürede bırakıldı ama bunları süreci bitirecek olaylar olarak görmemek gerekiyor.

Bugün Van’da yapılan protesto yürüyüşünde taşınan pankart bu yönden açıklayıcıdır:

“Paralel devlet döktüğü kanda boğulacak.”

Yüksekova’da üç kişinin ölümüyle sonuçlanan olayların sorumlusu Fettullahçı polistir. Cemaatin devlet içindeki paralel örgütlenmesi bu ölümlerin sorumluluğunu taşımaktadır.

Pankartta söylenen budur ve benzeri bir görüş değişik yerlerde de ifade edilmişti.

Bu görüş ne kadar doğrudur bilmiyorum, ama burası önemli değil. Önemli olan, “bu işi devlet yapmadı” anlayışının ifade edilmesidir.

“Süreci engellemek isteyenlerin provokasyonlarına karşı dikkatli olunması gerektiği” iki tarafın da en yetkili kişilerince ifade edildiğine göre, sürecin en azından yerel seçime kadar süreceğini düşünmek yanlış olmaz.

Çözüm sürecinin geleceğinin önemli başka yönleri de bulunuyor.

İlk olarak; AKP’nin Türkiye’de oy kaybettiği düşünülüyor. Gezi, AKP’nin etkisini hala üzerinden atamadığı ciddi bir sendrom durumuna geldi. Ne oranda oy kaybedecek ve bu kayıptan kimler ne oranda yararlanacak, bilinmiyor.

AKP, bu oy kaybını, Kürtlerden alacağı daha fazla oyla kapatmak istiyor.

Bu da bilinmeyen bir yönelim değil ve değişik kişilerce de ifade edildi.

AKP’nin bunu yapabilmesi için yeni bazı ödünler vermesi, Öcalan’ın koşullarını iyileştirmesi gerekiyor. Yerel seçim yaklaştıkça AKP’nin bu konuda yeni adımlar atması beklenmelidir.

Öcalan’ın serbest bırakılacağına kesinlikle ihtimal vermiyorum. Devlet elindeki en önemli rehineyi zorlansa bile bırakmak istemez. Günün birinde Kürt sorunu biterse, ancak o zaman…

Seçmene Kürtçe hitap etmek, Kürdistan kelimesini kullanmak, yerleşim yerlerinin adlarının zorunlu Türkçeleştirilmesine son vermek gibi uygulamalar kendi başına büyük adımlar gibi görülmeyebilir. Unutulmaması gerekir ki, 20 yıl önce bu ülkede resmen Kürt yoktu, Kürtçe diye bir dil de yoktu.

Bugün ne Kürtlerin varlığı ne de Kürtçe tartışma konusu olmaktan çıkmış durumdadır.

Burada önemli olan hükümetin ne düşündüğü değil, konunun kamuoyunun bilincine çıkmış olmasıdır. Arada bir takım tepkiler olsa da Kürtlerin ve Kürtçenin varlığı kabul edilmektedir.

Abdullah Öcalan’a “sayın” denilmesinin suç olmaktan çıkarılması, keza Kürdistan kelimesinin de suç sayılmaması çok sayıda Kürt için büyük adımlardır. Bunlar için çok sayıda insan yıllarca hapishanede yatmıştır.

Gıdım gıdım yapılan bu açılımın karşılığı da Kürtlerden mutlaka istenecektir.

Bu isteğin belirli bir karşılık göreceğini düşünüyorum. Ne oranda görecek, ölçebilmek neredeyse mümkün değil. Kürt halkının yarısı Kuzey Kürdistan dışında yaşıyor. Kuzey Kürdistan’daki yerleşim birimlerinde AKP’nin Kürtlerden ne kadar oy alabildiği ölçülebilir, ama İstanbul, İzmir, Adana, Mersin, Bursa gibi illerde ve Ege kıyı şeridinde ölçmek hayli zordur. Bu alanlardaki Kürtlerin birinci partisi AKP’dir, BDP ikinci partidir.

AKP’nin özellikle Kuzey Kürdistan dışındaki Kürtlerden aldığı oyu artırması kuvvetle muhtemeldir.

AKP ve PKK’nin mücadelesi Türkiye sınırları dışında, özellikle Batı Kürdistan’da sürüyor.

Güney Kürdistan ekonomik olarak Türkiye’nin arka bahçesi durumundadır. Türkiye’nin en fazla ihracatı Almanya’ya yöneliktir, ikinci büyük ihracatı ise Güney Kürdistan’adır. İnşaattan giyime, yiyecekten petrole kadar Türkiye ile Güney Kürdistan arasındaki ticaret ilişkisi büyük boyuttadır. Almanya ile olan ticaretinin aksine Türkiye, Güney Kürdistan ile ticaretinden önemli bir artı elde etmektedir.

Bu alandaki petrolün Türkiye üzerinden denize ulaşması konusunda da anlaşma kesinleşirse, gelir daha da artacaktır.

Rojava konusunda Barzani ile Türkiye aynı saftadır.

Türkiye, Rojava’da PKK’nin etkin olmasını istemiyor; Barzani de istemiyor.

Ek olarak, PKK ile KPD arasındaki dünya görüşleri farkı, Kürtlük temelinde örtülemeyecek kadar büyüktür.

Kürtler arasında geçici anlaşmalar olabilir, ama bunların uzun sürmeyeceğini belirtmek gerekir. Nedeni, farklı toplumsal düzen anlayışlarından kaynaklanan güçlü çelişkilerin varlığıdır. Bu çelişkiler nedeniyle Kürdistan Konferansı da bir türlü toplanamadı. İlerde toplanabilir ama bu durum çelişkilerin yumuşadığı anlamına gelmeyecektir.

Bu durumda çözüm sürecini nasıl bir gelecek bekliyor?

PKK, Kuzey Kürdistan ile sınırlı değil, yönetimin ademi merkezileştirilmesi, yerel idarelere özerklik tanınması gibi Türkiye çapında talepler öne sürüyor. Sadece Kürt halkı açısından bakılsa bile, normal; bu halkın yarısı Kuzey Kürdistan dışında yaşıyor ve sayı giderek artıyor.

Eskiden Kürtler zorla göç ettirilirdi. Şimdi açık zorun fonksiyonu azaldı, yerini dolaylı teşvik aldı. Burada iş yok ama orada var ise, insanlar buradan oraya gider ve gittiği yerden geri dönmesi de çok zordur.

AKP artan sayıda Kürdün büyük merkezler ve çevresine gelmesiyle onları daha kolay asimile edebileceğini düşünüyor ve bu konuda haksız olduğu da söylenemez.

Şunu da eklemek gerekir: sürekli değişen güç dengesiyle birlikte çözüm süreci de değişir. AKP de kendi çözümünü istiyor ve dayatıyor. Kendini güçlü hissettiği oranda da daha fazla dayatacaktır. Normali de budur.

Başka güç dengesinin bulunduğu koşullarda yapılmış bir anlaşma, denge değişince geçerliliğini kaybeder; yeni güç dengesinde yeni anlaşma gerekir.

AKP yerel seçimden oylarını artırarak çıkarsa, daha da saldırgan bir üsluba yönelecektir; kaybederek çıkarsa biraz sinecektir. Normali de budur!

Politika böyle yapılır ve AKP politikayı oldukça gerçekçi yapmaktadır.

AKP, Barzani ile ittifak yapamasaydı çözüm süreci daha başka olur, daha fazla açılım yapmak zorunda kalırdı.

Her şey güç dengelerine bağlıdır.

PKK’nin ittifak kurabileceği tek güç Türkiye solunun bir bölümüdür. Başkası bulunmuyor.

Bir bölümü derken ulusalcıları ve bir şekilde onlarla birlikte olanları hariç tutuyorum.

HDK’nın epeyce yol alması gerekiyor çünkü içinde tamamen faydacı amaçlarla yer almış olanlar vardır. Bunların dökülmesinden çekinmemek gerekiyor, ama bakalım…

PKK çevresindeki değişik örgütlerde Türkiye solunun bir bölümüyle işbirliğine iyi gözle bakmayanlar olduğu da biliniyor. Bunların pek şansı bulunmuyor çünkü alternatif olarak savundukları “Kürtlerin birliği”nin gerçekleşemeyeceği ortaya çıktı.

PKK sol bir örgüt, dalgalanmalar geçirdi ama bu yönü sürekli olarak ön planda kaldı.

Bir Türk sosyalisti olarak onların bu yönelimine destek olunması gerektiğine inanıyorum. Bu destek, bazı tiplerin yıllardan beri yaptığı gibi, PKK’ye yapışmakla olmaz. İnsan önce kendi alanında iyi olmalı ve bu temelde desteğini vermelidir. Kimsenin sayesinde ayakta durmadığın için eleştirebilirsin de, ama sonuçtaki tutum desteklemektir.

Ne kadar zaman sonra olur bilemiyorum ama uzun süreceğini sanmıyorum, konunun teorik boyutu da önem kazanacak. PKK kendisini sol gören, bazen sosyalist diyen ama asla marksist demeyen bir yapıdır. Bu özelliği bana uyar. Abdullah Öcalan’ın görüşlerini sorunlu buluyorum, bunları savunmak gibi bir zorunluluğum da bulunmuyor. Önemli olan, içinde yaşadığımız yüzyılın solu konusunda kafaların daha fazla açılmasıdır. Bu konuda yapabileceklerim olduğunu düşünüyorum. Solun güçlü olduğu ülkelerde neredeyse on yıl önce yaşanıp belirli sonuçlara ulaşmış bir süreç bizde yeni yaşanacak… PKK’den bağımsız olarak böyle bir sürecin yaşanması gerekiyor. Şimdiye kadar kıyıdan köşeden konuya dokunanlar oldu, ama gerisi gelmedi. Kolay değil, büyük bir bilgi birikimi gerekiyor.

Gerçi bizde konuşmak için bilgi sahibi olmak gerekmez ama bu gibilerin durumu artık daha çabuk ortaya çıkıyor.

Bunları şu nedenle yazdım: insanın bir süreçte nerede durduğunu açıklaması yetmez, kendi yapabileceklerini de belirtmesi gerekir. Politika, yapmaktır; ne yapacağını ilan etmekle yetinmek, eğer ilan edilen yapılamıyorsa fazla anlam taşımıyor.

Önümüzdeki yıl, 2014 yılı, Berlin Duvarı’nın 1989’da açılmasıyla başlayan reel sosyalizmdeki durdurulamaz çözülmenin 25. yılıdır. Kapitalizmin dışında farklı bir dünya isteyen insanlar için üzerinden atlanamayacak bir konu…

Çözüm süreciyle de yakın ilgisi var çünkü PKK’nin gelecek tasavvurunu somutlaştırması ve bazı yönlerden düzeltmesi gerekiyor. Yaşananı doğru dürüst bilmek de bunun önemli bir bileşenidir.

Sonuç olarak denilebilir ki, ordu ile gerilla arasında silahlı çatışmanın küçük olaylar olarak değil de büyük çapta yeniden başlaması epeyce zor görünüyor. Böyle olmasını isteyenler yok değil ama hem devlet hem PKK ve hem de bunların dışındaki kesimin büyük çoğunluğunda böyle bir istek bulunmuyor.

Silahlı mücadele dışındaki mücadeleler şiddetlenerek sürecek, sürecin gelecekteki yönelimini de bunlar belirleyecek...