Şuanda 251 konuk çevrimiçi
BugünBugün4951
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12675
Bu ayBu ay12675
ToplamToplam10481099
Sosyal emperyalizme ne oldu? (1) PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 15 Aralık 2013 22:55


Sosyal emperyalizm kavramı Lenin tarafından, sosyalist görünen ama kendi ülkesinin emperyalist çıkarlarını destekleyen anlamında, Birinci Dünya Savaşı’nda Kautsky için kullanılmıştır. Kautsky ve zamanın Almanya Sosyal Demokrat Partisi bu savaşta savaş kredilerine olumlu oy vererek Almanya burjuvazisini desteklemişlerdi.

20. yüzyıl başlarında komünist partileri, sosyal demokrat adını taşırlardı ve nitekim daha sonra Bolşevik Partisi olacak olan Rusya’daki partinin adı da Rusya Sosyal Demokrat Partisi idi. Almanya Sosyal Demokrat Partisi kendi alanında dönemin en büyük partisiydi ve bu nedenle de savaşa karşı tutumu önemliydi.

Bu parti savaş kredilerini onaylamasının gerekçesi olarak, halkın büyük bölümünün ve parti tabanının bunu istediğini söylemiştir ve bu gerekçe doğrudur. İşçilerin büyük bölümü savaşa taraftardı ve partinin de savaşı desteklemesini istiyordu. Taban ya da çoğunluk her zaman doğrudur anlayışından hareketle savaşın desteklenmiş olması savunulamaz. Nitekim Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg çok az olan destekçileriyle savaşa karşı çıkmışlardı.

Sosyal emperyalizm kavramı yıllar sonra Çin Komünist Partisi ve Mao tarafından bu kez SSCB ile ilgili olarak kullanılınca yeniden popüler oldu.

ÇKP ile SBKP arasında 1960’lı yıllarda dünya devrimci hareketinin ilerlemesi gereken yön konusunda açık bir hegemonya mücadelesi vardı.

Burada ek olarak belirtmek gerek, ÇKP ile SBKP arasındaki sorunların önemli bir nedeni de bir sosyalist ülkenin izlemesi gereken gelişme yoluyla ilgiliydi. SBKP, her yerde yaptığı gibi, ÇKP’ye de kendi izlemiş olduğu yolu dayattı: tarımı geri plana alan ve sanayiye dayanan bir gelişme modeli… Devrim sonrasındaki Rusya’dan daha da ileride bir köylü ülkesi olan Çin’de bu çizgi tarımda felaketli sonuçlar doğuracaktı ve nitekim doğurdu da… ÇKP kısa sürede bu çizgiden vazgeçecek ve SBKP ile arasındaki sorun keskinleşecekti.

Devam edelim…

SBKP, “barış içinde bir arada yaşamaktan”, sosyalist ve kapitalist sistemlerinin barış içinde bir arada yaşaması sürecinde sosyalist sistemin kapitalist sistemi geçmesiyle halkların da tercihlerini sosyalizmden yana yapacakları görüşündeydi.

Barış içinde bir arada yaşama, sınıf mücadelesinin tatil edildiği anlamına gelmiyordu, sadece bu mücadelenin silahlı çatışma olmadan sürdürülmesi gerektiğini savunuyordu.

Burada sosyalist sistemin kapitalist sistemi geçmesinden ne anlaşıldığını da açmak gerekir: bu görüşe göre sosyalist sistem üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalist sisteme (burada baz alınan üretici güçlerin gelişme seviyesinin en ileri olduğu ABD’dir) yetişecek ve onu geçecekti. Böylece pratikte sosyalist sistemin üstünlüğü görülecek ve halkların sempatisi de bu sisteme yönelecekti.

Bizde bu görüşün önde gelen temsilcisi olan TKP, 1970-72 silahlı mücadelesine özellikle bu yönden karşı çıkardı: barış içinde gelişme göstermek mümkünken silahlı eylemlere ne gerek var?

Tekrar belirteyim, barış içinde gelişme, sınıf mücadelesini tatil etmek anlamında savunulmuyordu.

Bu görüşün tam anlamıyla yanlış olduğunu görmek için yirmi yıl fazlasıyla yeterli oldu. Bu görüşün yanlışlığı dünya çapında kendisini gösterdi: sosyalist sistem, üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalist sistemi bırakın geçmeyi, ona yetişemedi bile… Tersine aradaki açıklık giderek arttı. 1989 yılında, Berlin Duvarı’nın ortadan kalktığı yılda, sosyalist ülkeler arasında en ileri durumda olan Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde üretici güçlerin gelişme düzeyi, Batı Almanya’nın yüzde 40’ı kadardı.

Üretimi bilgisayarlaştıramayan ve yıllarca da kapitalizmin bunu yapamayacağına inanan sosyalist sistem fena halde yanıldı ve en büyük iddiasını kaybederek (üretici güçleri daha hızlı geliştirmek) hızla çözüldü.

ÇKP’nin savunduğu görüş ise, halk savaşıydı. Kırlardan başlayarak şehirleri kuşatacak olan halk savaşı ve bunu yürütecek işçi sınıfı partisinin öncülüğündeki köylü ordusu dışında halkların kurtuluşu söz konusu olamazdı.

SBKP ve ÇKP’nin bu iki farklı görüşü dünya komünist hareketinde büyük bir bölünmeye yol açtı. Reel sosyalist ülkeler ve komünist partileri açısından SBKP yanında tutum alanlar büyük üstünlüğe sahipti. Sosyalist ülkeler partilerinde olduğu gibi Batı Avrupa ve Latin Amerika komünist partileri SBKP yanlısıydı. Batı Avrupa ülkelerinde İspanyol, İtalyan ve Fransız gibi büyük komünist partileri “Avrupa komünizmi” adlı başka bir görüşe sahiptiler ve doğrudan SBKP yanlısı sayılmazlardı ama ÇKP yanlısı da hiç değillerdi.

ÇKP, yeni oluşan ve silahlı mücadeleye yönelen hareketler içinde büyük sempati topladı. Ne ki, bu sempati gelişemedi. Bunun ana nedeni de ÇKP’nin hegemonyacı tutumuydu. ÇKP de SBKP gibi kendisine bağlı örgütler yaratmaya çalışıyordu ve bu durum silahlı mücadele veren hareketlerin bile ÇKP’den uzaklaşmasına yol açtı.

Birkaç örnek verilebilir:

Dönemin en önemli savaşı, Vietnam’da yürüyordu ve SBKP bu savaşta Vietkong’u her yönden destekliyordu. ÇKP ise, kendisinden olmadığı için aynı tutumda değildi.

Aynı dönemde yükselen Filistin Kurtuluş Hareketi (FKÖ) de SBKP’nin büyük desteğine sahipti. ÇKP, Ortadoğu’da taraftar bulamadı.

Küba ve Che Guevara başka bir önemli konudur.

Küba sosyalist devrimi ABD’nin yanı başında ayakta kalabilmek için SBKP’nin açık desteğine muhtaçtı. Aralarında tartışmalar bulunmakla birlikte SBKP de bu desteği verdi. ÇKP ise Küba’ya yaptığı küçük yardımı kesecekti.

Che Guevara halk savaşını savunan bir insandı. SBKP çizgisine karşıydı ve bunu da açıkça ifade etmişti. Onun çizgisini eleştiren Latin Amerika komünist partileri ise Sovyetçi idiler. Buna rağmen Che, ÇKP çizgisinde olmadı.

Bolivya Komünist Partisi’nin Sovyet çizgisindeydi olduğu ve Che’ye yardımcı olmayı reddetti. Parti tabanından bazı gruplar merkezin kararını dinlemeyerek Che’ye destek oldular.

Latin Amerika’da sadece Peru’da Maocu denilebilecek bir gerilla hareketi oluştu (Aydınlık Yol). Bu ülke dışındaki Maocu gruplar kayda değer varlık gösteremediler.

1960’lı yıllar Afrika ülkelerinde sömürgeciliğe karşı silahlı mücadele yıllarıdır. Bu kıtadaki silahlı mücadele örgütleri de SBKP’den destek gördüler, ÇKP taraftarı gruplar da vardı ama esameleri okunmadı denilebilir.

1970’li yıllarda Afrika’daki en büyük savaş yeri olan Angola’da SBKP, sömürgeciliğe karşı uzun silahlı mücadele veren MPLA’yı her yönden destekledi. Küba askerlerinin bu ülkeye gelerek MPLA ile birlikte savaşmaları SBKP’nin onayı alınmadan yapılabilecek şey değildi.

1970’lerde Bangladeş’te Çaru Mazumdar önderliğinde parlayıp sönen bir gerilla hareketi ÇKP çizgisini savundu. Nepal’de de benzeri bir oluşum vardı.

Hemen her ülkede ÇKP yanlısı gruplar vardı ama etkin olabildikleri söylenemez.

SBKP-ÇKP arasındaki dünya komünist hareketini etkileme konusundaki mücadeleyi ÇKP kazanamadı. Çok gürültü yaptı ama kazanamadı. Gerilla hareketleri genellikle SBKP’yi eleştiriyordu ama ÇKP ile birlikte görünmekten de kaçınıyordu. Herkes biliyordu ki, gelecekte kayda değer bir destek alınacaksa, bu ancak SBKP’den alınabilirdi, ÇKP’den değil… Vietnam ve Filistin örnekleri ortadaydı.

SBKP Ortadoğu’da sadece Filistin örgütlerine değil, Nasır rejimi başta olmak üzere şu veya bu oranda ABD emperyalizmiyle sorunu olan her rejime destek oldu. Bu nedenle ÇKP çizgisi Ortadoğu’da varlık gösteremedi.

Kamboçya’da Kızıl Khemer’ler ise ÇKP çizgisine yakındı ve iktidarı ele geçirdiklerinde Çin’deki Kültür Devrimi’ne benzer bir uygulamayla kentlerdeki çok sayıda insanı köylere sürdüler. Vietkong müdahale ederek bu rejime son verdi ve bu nedenle ABD’nin yenilgisinin ardından birleşmiş bir ülke olan Vietnam ile Çin arasında kısa süreli bir savaş da yaşandı.

Dahası, ÇKP’nin “Üç Dünya Teorisi”ni savunmaya başlamasıyla birlikte bu partinin görüşlerine yakın olanlar bile daha ihtiyatlı hareket etmeye başladılar. Üç Dünya Teorisi’ne göre iki emperyalist ülkenin (ABD ve SSCB) önderliğini yaptığı iki halk düşmanı blok vardı ve bunların dışında da ezilen halkların dünyası (Üçüncü Dünya) yer alıyordu. ÇKP daha da ileriye gidip “SSCB’yi baş düşman” ilan edince daha fazla yalnız kaldı. (Bu teorinin doğrudan sonucu 1970’lerin ilk yıllarında zamanın ABD başkanı Nixon ile Mao’nun görüşmesi ve iki ülke arasında yaşanılan yakınlaşmadır.

ABD emperyalizmine karşı silahlı mücadele verenlerin böyle bir anlayışı savunması mümkün değildi.

ÇKP, Hindistan’ın önderliğini yaptığı Bloksuzlar Hareketi’nde bile etkili olamadı.

“SSCB emperyalizmine karşı ABD ve yerli burjuvaziyle ittifak yapılmalıdır, en tehlikeli emperyalizm odur” anlayışı fanatik Pekinciler dışında yandaş bulamadı.

Türkiye devrimci hareketinde Maoculuk 1960’lı yılların ikinci yarısında PDA (Proleter Devrimci Aydınlık) grubuyla başladı. Bu grubun sonraki yıllarda da değişmez ismi Doğu Perinçek’tir. THKO ve THKP-C, Sovyet çizgisini eleştirmekle birlikte ve ideolojik olarak da ÇKP çizgisine yakın olmakla birlikte, ne Aydınlıkçı ne de ÇKP çizgisinin izleyicileri olmadılar. İbrahim Kaypakkaya ve TİKKO da ÇKP çizgisini savunmakla birlikte Aydınlıkçılarla birlikte olmayacaktı.

1960’lı yıllarda bu kesimin sürekli değişen, bir o taraf bir bu tarafa giden politikaları hakkında “1965-1971 Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev Genç” başlıklı broşüre bakılabilir. Üzerinde isim bulunmamakla birlikte yazarı Yusuf Küpeli’dir. Kurtuluş Yayınları’nın ilk broşürü olarak yayınlanmıştı. İkinci broşür olan Mahir Çayan’ın yazdığı Kesintisiz Devrim 1’e ise 12 Mart sonrasındaki ilk günlerde polis Ankara’daki Baylan matbaasında –baskı işlerimizin tamamı burada yapılırdı- el koyacaktı.

Burada önemli bir soru ortaya çıkıyor?

Dünya genelinde önemli varlık gösteremeyen, bol miktarda gürültü yapan ama etkin olamayan ÇKP çizgisi, nasıl oldu da bizde büyük bir etkinliğe sahip oldu?

1974 sonrasındaki devrimci harekette sosyal emperyalizm görüşü, yaygın bir görüştür. Üç Dünya Teorisi bir dönem önemli sayıda taraftar bulmuştur.

Daha sonra başka bir merkez, Arnavutluk Emek Partisi ortaya çıktı. AEP, SBKP’yi sosyal emperyalist, ÇKP’yi ise revizyonist olarak suçluyordu ve dünya çapında bakıldığında ÇKP kadar bile etkili olamayan bu merkezin en fazla taraftarı Türkiye’de bulunuyordu. Enver Hoca, ne Brejnev ve ne de Mao kadar popülaritesi bulunmayan, herhangi bir ülkede kayda değer yandaşı bulunmayan bir önderdi, ama Türkiye’de tuttu.

Bu yazı üç bölüm olarak yazılacak…

İkinci bölümde sosyal emperyalizm teorisinin yıkılışı ve savunucularının önemli bölümü tarafından unutulmak zorunda kalınışı anlatılacak…

Sosyal emperyalizm teorisinin yanlışlığı hakkında 1990 öncesinde de değişik yazılar yazılmış olmakla birlikte, 1989-1991’de sosyalist bloğun dağılmasının ardından yapılan araştırmaların sonuçları, bu ülkelerde burjuvazinin eskiden beri iktidarda olmadığını, tersine büyük bir hızla oluştuğunu gösterecekti.

Yazının son bölümünde sosyal emperyalizm teorisinin bizde bu kadar yandaş bulmasının nedenleri üzerinde durulacaktır.

 

Her pazartesi olduğu gibi mektupların yeni bölümü yayınlandı. Bu kez Isparta Cezaevi’nde hücreden yazılmaları nedeniyle kısa olan mektuplardan üçü bir arada yayınlanıyor 4., 5. ve 6. mektuplar.

 

www.enginerkiner-mektuplar.blogspot.com

 

 

 

 

Son Güncelleme: Pazartesi, 16 Aralık 2013 19:16