Şuanda 490 konuk çevrimiçi
BugünBugün5351
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13075
Bu ayBu ay13075
ToplamToplam10481499
Yıldönümleri 2014 PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 12 Şubat 2014 22:40


2014 yılı 20. yüzyıldaki değişik önemli olayların yuvarlak yıldönümlerinin kesiştiği bir yıl…

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının 100. yılı…

Bu savaş Avrupa’nın eski düzenini yıkan, imparatorlukları dağıtan bir savaş…

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu dağıldı, Çarlık ise yıkıldı ama devrimin ardından sınırları yaklaşık aynı kalarak SSCB’ye dönüştü.

İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasının 75. yılı…

Berlin Duvarı’nın yıkılmasının 25. yılı…

1848’de Komünist Manifesto’nun “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor. Bu komünizm hayaletidir” diye başlayarak yayınlanmasından 141 yıl sonra, 1989’da “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor. Bu kapitalizm hayaletidir” olarak anlatılabilecek bir durum ortaya çıktı.

1989 yılı Fransız Devrimi’nin 200. yılıydı ve 14 Temmuz’da Paris’te idim.

Aynı yılın sonunda, birkaç ay içinde Orta ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerde büyük kitle gösterilerinin ardından komünist parti yönetimlerinin görevden çekileceği ve büyük bir hızla kapitalizme geçileceği kimsenin aklına bile gelmiyordu.

Polonya’da Dayanışma Sendikası 1980’li yıllardan beri aktifti. Bu ülkede gerçek bir işçi sınıfı önderliği vardı ama kapitalizm doğrultusundaydı. Dayanışma Sendikası partiye sürekli geri adım attırıyordu. Bu ülkede başka gelişmeler de beklenebilirdi.

Macaristan’da yönetim değişti. Ardından Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nden (DAC) bu ülkeye göç başladı. Macaristan’a gidip oradan batıya geçiyorlardı. DAC’de peş peşe büyük gösteriler oluyordu. Ardından Çekoslovakya geldi. Sonra Bulgaristan ve sadece Romanya’da değişim şiddetin içinden geçerek gerçekleşti. Diğer ülkelerde hemen hiç olay çıkmadı denilebilir. Yugoslavya ve Arnavutluk ise bir sonraki yıl aynı değişimi yaşayacaktı.

1989 ile ilgili olarak kitap hazırlasam mı diye düşünmüyor değilim.

Bulgaristan, DAC ve Çekoslovakya tarihini ayrıntılı olarak biliyorum ve bu üç ülke yeter aslında… Tabii bunların arkasında SSCB tarihinin mutlaka bulunması gerekiyor.

SBKP Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde olabilecek değişimlere müdahale etmeyeceğini açıklamasının ardından büyük değişimler geldi. SSCB’nin önemli iç sorunları vardı, ekonomik durum da hayli kötüydü ve önemli bir noktanın atlanmaması gerektiğini de öğrendim: Kızılordu Afganistan’da savaşı kaybetmişti. Bu savaş gerek insani kayıplar, gerek masraf ve gerekse de moral olarak SSCB için hayli yıkıcı olmuştu.

Bakalım hele, Mart içinde ancak karar verebilirim.

Bu haftaki Spiegel dergisinde bir yıldönümünü daha okudum: 1984’te İngiltere’deki büyük madenciler grevinin 30. yılı… Yaklaşık bir yıl süren bu grev polisle çatışmalara ve birkaç kişinin ölümüyle çok kişinin yaralanmasına neden olmuş ve sonuçta madenciler mücadeleyi kaybetmişti.

Bu grevi konu alan GB84 adlı 544 sayfalık bir roman yayınlanmış.

Thatcher bütün işletmeleri özelleştirmek, sendikaları zayıflatmak istiyordu ve büyük madenciler grevi neo liberalizmle işçiler arasındaki ilk büyük savaştır. Neo liberaller kazandılar ve bu grev aynı zamanda İngiltere’deki işçi sınıfı militanlığının da sonu oldu.

Romana ilk olarak Charles Dickens ile yansıyan bu militan gelenek, sona ermesinden otuz yıl sonra başka bir romanın konusu oluyor.

Alıp okumak isterdim ama zaman ayırabileceğimi sanmıyorum.

Neo liberalizmin ilk örneği 1973 yılında Pinoche diktatörlüğü altında Şili’de uygulanmıştı. İngiltere’den sonra başka ülkelere de yayılacaktı.

O dönem İngiliz maden işçileri için açılan büyük dayanışma kampanyalarını hatırlıyorum.

O yıllarda Güney Afrika’daki ırk ayrımı politikasının protestosu ve ANC’nin mücadelesinin desteklenmesi de son derece günceldi. Dönemin ünlü şarkısı, öldürülen bir ANC militanı için bestelenen Biko’yu hala hatırlarım.

İkinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak ise bilmediğim konularda çok sayıda dergi yazısı yayınlandı. Nazilerin Stalingrad’da yenilmelerinin ardından Kızıl Ordu’nun hızla ilerlediğini sanıyordum ama hiç de böyle değilmiş. Naziler bir ara durumu tersine çevirebilecek kadar saldırabiliyorlar. Bu sırada tarihin en büyük tank savaşı gerçekleşiyor. Karşılıklı olarak bir milyona yakın asker ve on binden fazla tankın katıldığı bir savaş…

Kursk’ta gerçekleşen bu savaşı anlatan dergiyi bulmam gerek… Clausewitz adlı askeri tarih dergisiydi.

Özellikle dikkat çeken, farklı uluslar arasındaki savaşlarda uygulanan farklı davranış tarzları. Mesela Almanların İngiliz ve ABD ordularıyla İtalya’da giriştikleri çetin bir savaş var. Bu savaşta önemli tarihsel eserler sürekli olarak savaş bölgesinden çıkarılıyor ve iki taraf da buna uygun davranıyor.

Savaşın başlangıcında nazi ordusu hızla Paris’e kadar gelir ve görevli Alman generali, “Bu kenti yıkmak istemiyoruz, teslim olun” diye teklifte bulunur.

Aynı durumu SSCB’de göremezsiniz. Ruslar aşağılık mahluk sayıldıkları için burada vahşetin ve yıkımın her türlüsü vardır.

Bir milyon kişinin hayatına mal olan Leningrad kuşatması kendi başına büyük bir savaş suçudur, çünkü “bu kadar insanı esir alırsak verecek yiyeceğimiz yok, ölsünler daha iyi” denilerek kent halkı kuşatılarak açlıktan ölmeye itilmiştir.

Şimdi hatırladım, iki yıl önce ucuzluktan almıştım, bende Mareşal Jukov’un anıları var. Kızıl Ordu Polonya sınırında Stalin’in emriyle bekletilir. Naziler Varşova ayaklanmasını ezerler ve ardından Kızıl Ordu ülkeye girer.

Polonya yıllarca Almanya ile Rusya arasında sürekli el değiştiren ve farklı dinini kendisine kimlik edinen bir ülke oldu. (Almanlar Protestan, Ruslar Ortodoks, Polonyalılar Katolik). Lehçe yıllarca yasaklandı ve ilk defa duyuyorum Polonya’da o dönemde (19. yüzyıl sonları) kitap kaçakçılığı gelişiyor. Ülkeye kaçak yollardan Lehçe kitap sokuluyor.

Böyle bir kaçakçılık olabileceğini düşünemezdim. Rosa Luxemburg’un (Polonya kökenlidir) hayatını anlatan adını hatırlamadığım bir kitapta vardı.

Bizde böyle bir şey hayal gibi geliyor insana…

Her şeyin kaçakçılığı olur ama yasaklanmış bir dilin kitaplarının kaçak olarak ülkeye sokulması…

Olacak şey değil, ama olmuş işte!