Şuanda 300 konuk çevrimiçi
BugünBugün5887
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13611
Bu ayBu ay13611
ToplamToplam10482035
Edebiyatı bırakmak ve başlamak... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 20 Şubat 2014 00:06


Edebiyat en eski ilgimdi diyebilirim. Yazarken çok zorlanırdım çünkü edebiyat yaşanılanı anlatmak değildir, kurgudur. Yaşanılmış olanla bağı vardır ama doğrudan onu anlatmaz. Anı ile edebiyatın farkı da budur zaten…

Zorlanmamın nedeni anlatılacak konu bulamamaktı. Yirmili yaşların bilgisizliği içinde normal sayılabilir. Ardından politik konular öne geçti ve bir dönem edebiyatla ilgim kesildi. İlk öykü kitabım, Bir İşçinin Dönüşü, 1985 yılında yayınlandı. Adından da anlaşılabileceği gibi Almanya konulu öykülerdi ama görülüp bilineni anlatmaktan daha çok kurguya önem vermeye çalışmıştım. Kitabın hemen ardından Fakir Baykurt’un Yazın Dergisi’nin 12. sayısında bu kitabı inceleyen bir yazısı yayınlandı. Fakir Baykurt kitabı iyi bulmuştu, ama, diye ekliyordu, “Erkiner’in politik işlerinden dolayı edebiyat ile ilgilenememesinden çekiniyorum.”

Aynen de öyle olacaktı. Ya da şöyle diyeyim; ilgim kesilmiyordu ama kesikliydi.

1986’da Taşınamayan Özgürlük adlı ikinci öykü kitabı yayınlandı ki bu kitaptaki bazı öyküleri hala beğenirim. Büyük oranda kurmacaya dayanıyordu.

Sonra 1989’da Yolun Sonu adlı ilk roman çıktı.

Roman beklemediğim kadar ilgi gördü ve ilk baskısı bitti. 12 Eylül sonrasını ve Avrupa’yı konu alan ilk roman olduğundan hakkında değerlendirmeler yapıldı. Talat Sait Halman romanı o kadar övmüştü ki, ben bile abartılı buldum. Romanla ilgili olarak yapılan iki önemli değerlendirmelerden birisinin nerede yayınlandığını hatırlamıyorum: “Estetik olarak zayıf ama ilginç bir roman…” Başka bir değerlendirme ise 2000’e Doğru dergisinde “Uzun yol sürücülerine” başlığıyla yayınlanmıştı.

İki yıl sonra da Güzel Bir Ölüm adlı başka bir romanım çıktı.

Arada bir öykü yazıyordum ama edebiyata eskisinden daha da yakındım diyemem.

1997’de bana şu söylendi: “Edebiyatta kötü sayılmazsın ama vasatı geçebildiğin de pek söylenemez. Sosyal konulu yazılarda ise iyisin. Neden sadece bu konuda yoğunlaşmıyorsun?”

Düşündüm, haklı bir tespit. Öyküde hiç fena olmadığımı biliyordum ama genel ortalamada durum vasat düzeyindeydi. Şunu da biliyordum: esas zamanımı edebiyata verirsem daha iyi olurdum ama bunu yapabilecek durumda değildim.

Sonraki yıllarda gerek makale, gerek uzun inceleme ve gerekse de kitap olarak sosyal konularda fazlasıyla yazdım. Yazdığımın çok daha fazlasını da okudum ve esaslı denilebilecek bir birikime ulaştım.

Edebiyata ilgim her zaman oldu ama artık iyi bir okur bile değildim. Çok okuyordum ama edebiyat değil…

Edebiyatın beni çağırmaya başlamasında iki gelişme etkin oldu:

İlki, Belma’ya Mektuplar’ı baştan aşağıya yeniden okumam… Son haliyle 517 sayfaya bağlanan kitabın büyük bölümü –dar anlamda- politik konular değil… Psikolojik analizler, kitap değerlendirmeleri ve benzerleri…

35 yıl önce bu konularda hiç de fena değilmişim. Bunun üzerine esaslı bir sosyal psikoloji bilgisi de geldikten sonra şimdi daha iyi olabilmem gerekir.

İkincisi ise, felsefe okumanın bana büyük faydası dokundu. Bilgi açısından iyi oldu, burası tamam da, başka bir konu daha var: düşünme tarzımda değişiklik oldu. Bu konuda daha gelişmem gerekiyor ama şimdiden bile hissedilir bir değişiklik oldu. Birbirinden ayrı gibi görünen şeyleri birbirine bağlamakta eskisinden daha iyi oldum. Daha teorik düşünebiliyorum… Bu özellikler edebiyat için son derece önemlidir. Derken uzun bir öykü tasarladım ve yaptığım plana kendim de şaştım. İki kişi ve apayrı iki hayatın iç içe anlatılması… Bunun için yöntem bulunması ve ben bunları eskiden düşünemezdim.

Bu işler balıklama dalınarak yapılmaz, bunu da biliyorum.

Eskiden iyi bir edebiyat okuruydum ve bu özelliğe yeniden dönmem gerekiyor.

Okumadan olmaz ve fark ediyorum, eskisinden farklı okuyorum.

Hafiften yönelmeye başlayalım bakalım…

Son Güncelleme: Perşembe, 20 Şubat 2014 00:16