Şuanda 299 konuk çevrimiçi
BugünBugün5887
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13611
Bu ayBu ay13611
ToplamToplam10482035
Halkımız sahtekarı sever... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 13 Mart 2014 21:12


Değişik arkadaşlar şikayet ediyorlar ve diyorlar ki: bu kadar yolsuzluk ortaya çıktı, buna rağmen AKP’nin desteğinde önemli bir düşme yok gibi görünüyor.

Haklılar, ama anlamıyorlar ki, halkımız sahtekarı, yolsuzluk yapanı sever, tutar…

Helal olsun, iyi götürmüş, der.

Kendisinin elinde fırsat olsa aynısını yapacaktır.

Kendisi de fırsatını bulunca aynısını yapacağı için, yapanı ya da sahtekarlık yapanı anlayışla karşılar, onu anlar.

12 Eylül mahkemeleri günlerinde bir gazetede bir devrimcinin mahkemede söylediklerini okumuş ve sözlerini de Yolun Sonu romanıma almıştım. Şöyle diyordu devrimci: “Biz onlar için savaştık, ama bu halk bizi anlamadı.”

Muhtemelen kendisinin ya da örgütünden insanların şöyle bir durumu vardı:

1970’li yılların ikinci yarısında köylerden kentlere gelen insanlar boş buldukları alana gecekondu yapmışlardı. O mahallede etkin olan devrimci grup onlara yardımcı olmuş, gecekondularının yıkılmasını engellemiş ve hatta yapımda onlara yardımcı bile olmuştu.

12 Eylül geldi ve gecekondusunu yaptıkları insanların hiç birisi onları saklamadı, yardımcı olmadı. Bazıları eminim ihbar bile etmiştir.

Bir arkadaşın sonraki yıllarda söylediklerini hala hatırlarım:

“Gecekondusunu yapmaya yardım ettiklerimizin çoğu apartman sahibi oldular, bizim ise hiçbir şeyimiz yok.”

Halkı tanımadan halkın safına geçmiş insanların içine düştüğü durumlardan bir tanesidir.

Köyden kente gelmişler, sorunları para kazanmak…

Bunun için önce kent yaşamına girebilmek gerek ve bunun için de öncelikle kalacak yer ve çalışacak iş gerekli… Bunlar bir şekilde halledilince de çoğu insan her şeye arkasını dönüp asıl amacına yöneliyor: para kazanmak…

Aynısını ülke dışında da görmek mümkündür.

İnsan tacirlerine yüksek miktarda para ödeyip bir Avrupa ülkesine geliyorlar. İltica başvurusu yapıyorlar. Başka çare yok, çünkü geldikleri ülke dışarıdan aile birleşmesi dışında kimseyi almıyor. İltica işlemleri sürerken kaçak çalışıp para biriktirirsiniz ve belki de bu arada evlenebileceğiniz birisini bulursunuz.

Değişik devrimci derneklerin imkanları olduğu için onlara takılırsınız. İltica için iyi ifade hazırlamak gerek, başvuruya red gelirse itiraz etmek gerek…

İlticanız kabul edilirse çabuk tarafından ortadan kaybolursunuz. Artık para kazanma zamanıdır. Devrimci görünmek statü belirsiz olduğu zaman işe yarıyordu, artık yaramaz.

Değişik Avrupa ülkelerinde bunun gibi yüzlerce ve hatta binlerce örnek yaşanmıştır.

1982 yılında Paris’te yapılan bir tartışmayı hatırlıyorum. Türkiyeli İşçiler Derneği’nde (ATT) başkan olan Necati adlı bir arkadaş vardı. İyi Fransızca biliyordu ve ülkeden akın akın gelen insanlara iltica dilekçesi dolduruyordu. Bu insanların büyük bölümünün politik olmakla ilgisi yoktu. Ülkeden politik mülteci akını sırasında araya karışıp şanslarını deniyorlardı. Necati bunlara dilekçe yazarken para alırdı ve bu da eleştiri konusu oluyordu.

Siyasi insanların bu kentte şu veya bu oranda örgütleri vardı ve onlar vasıtasıyla iltica başvurusu için gerekli işlemleri tamamlayabiliyorlardı. Siyasi görünen ama gerçekte olmayanlar ise buraya insan kaçakçılarına yüksek miktarda para ödeyerek gelmişlerdi ve tek amaçları vardı: iyi para kazanmak…

Necati’nin bunlardan para almasında garip olan ne vardı ki!

İnsan kaçakçısına bir sürü para vermişsin, iltica işi olmazsa belki de parayla evlilik yapacaksın ve oraya da harcamada bulunacaksın… O zaman doğru dürüst iltica dilekçesi için de ödeme yapacaksın…

Devrimci örgütler sonraki yıllarda akıllandılar ve kendilerini kullandırtmadılar ya da kullanandan faturasını aldılar.

Kişi gelmiş, siyasi birisi değil, iltica edecek, ama bunu nasıl yapacak?

Bir örgütten aranıyor olarak görünmesi gerekiyor, nasıl yapılacak bu iş?

Örgütler şöyle bir yol bulmuşlardı: kişi iltica başvurusu yaparken o örgütten ifade veriyordu. Örgüt de onu aidata bağlıyor ve yayın sattırıyordu. Yürüyüşlere ve gecelere gelmesini de mecbur tutuyordu. Tabii bu arada bilincinin yükselmesi için yapılan çok sayıda eğitim çalışmasına da katılmak zorunda kalıyordu.

Bu insanların küçük bir bölümü siyasi oldu, büyük bölümü ise işleri bir şekilde yoluna girer girmez gittiler. Para kazanmaya, geldikleri köye ev yapmaya, ilçede apartman dikmeye koyuldular. Devrimcilerle selamı bile kesenlerin sayısı da az olmadı.

Sanki ilticacılıktan başlayanlar böyleydi de, eskiden gelmiş işçiler çok mu farklıydı?

Hem işsizlik parası alır, hem kaçak çalışır ve birikimlerini de yeşil sermayenin vermeyi vaat ettiği yüksek faize kanarak onlara kaptırır…

Çoğu, maliye bu paranın hesabını sorar, diye yediği kazığı da açıklayamaz, yutkunur durur.

Yeşil kart uygulamasını biliyorsunuz. Peki bu uygulamanın yapıldığı bazı ilçelerde yeşil kart için başvuranların sayısının ilçe nüfusundan fazla olduğunu da okudunuz mu? Eminim bu örnek sadece o ilçeye özgü değildir…

Burada şu soru akla geliyor: üç kağıtçılıkta, avantacılıkta, sahtekarlıkta epeyce gelişmiş bir halkız. Peki ama bazı başka halklar neden böyle değil? Onlar daha ahlaklı iseler, nasıl daha ahlaklı oldular?

Almanya’nın en büyük otomobil kurumu ADAC’nin araba markalarına göre düzenlenen arıza istatistiklerinde yıllardan beri oynamalar yaptığı saptandı ve birkaç ay içinde yaklaşık 250 bin kişi ADAC üyeliğinden ayrıldı.

Bizdeki son yolsuzluk olayları İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde ortaya çıksa; pazartesi olay ortaya çıkar, hükümet ise cumaya kalmadan istifa eder ve savcılık da hemen soruşturma açar.

Bizdeki de kapitalizm, o ülkelerdeki de kapitalizm…

O zaman aradaki fark nereden geliyor?

Birisi fazlasıyla kurallı bir kapitalizm, ötekinde ise çalıp çırpmak o kadar da sıkı denetlenmiyor.

Vergi kaçakçılığı her yerde var. Ama politikacı olarak vergi kaçırdığın ortaya çıkarsa hayatın söner. Politik hayat bittiği gibi bir de ceza alırsın.

Yolsuzluk için de aynısı söylenebilir.

Yolsuzluk her yerde var ama arada fark da var: yakalanırsan fena yaparlar! Paralel yapılanma filan sözlerini kimse yutmaz!

İnsanlardaki ahlaklılık bu genel işleyiş özelliğinden geliyor. Sistem ve insanlar karşılıklı etkileşim içinde birbirlerine benziyorlar.

Bir dönem başbakanlık yapıp ve bu sırada kendin ve aile efradın hızla zenginleşmiş ise, bunun açıklamasını isterler: nereden çıktı bu para, diye sorulur. Açıklamak zorundasın. Kazandıysam ben kazandım, kime ne, diyemezsin.

Böyle olunca bu ülkelerde yüzsüzlük yapabilmek de zordur.

Sert rekabet içinde –kapitalizm sert rekabet demektir- ayakta kalabilmek için yüksek performans gereklidir. Sahtekarlıkla fazla gidemezsin. Almanya’da on yıl, yirmi yıl önce doktora yapmış olan ve yaptığı doktoranın bir bölümü çalıntı çıkan bakanlar istifa etmek zorunda kaldılar. Bir tanesi de savunma bakanı idi. Doktorasının bir bölümü çalıntı olan bir bakan askeri akademilere nasıl başkanlık yapar, diye soruldu mu, cevap bulamazsınız ve en iyisi istifa edersiniz.

Bizde ise doktora yapmış kaç politikacının doktorası çalıntı değildir acaba?

Bu ahlak değil sistem sorunudur. Rekabete dayanabilmek için yüksek performans gereklidir ve oradan buradan aşırarak bunu yapamazsınız.

Rüşvet, yolsuzluk tabii ki var; sadece yakalanırsanız işiniz kötü demektir.

Savcıyı, hakimi, polisi değiştirip kurtulamazsınız.

Bu sistem insanını da yetiştirmiş.

Başka türlü 250 bin üyenin ADAC’den ayrılmasını açıklayamazsınız.

Halk için mücadele etmek, onun işlerini yapmak değildir.

Bu şekilde ancak “kullanışlı aptal” olunur.

Onları kendi sorunlarına sahip çıkmaya yöneltmek, itmek gerekir.

İnsanların kendi sorunlarına sahip çıkmaya yöneldiklerini, başkalarını bu amaçla kullanmaya kalkmadıklarını, doğrudan kendilerinin işe girdiğini Gezi Parkı eylemlerinde gördük. Eski solun bir türlü anlayamadığı bir davranış tarzı…

Varsın anlamasınlar!

Sosyalist olmanın önemli bir ahlaki yanı da vardır. Unutulmuştur bu yan…

Sosyalist, bazı şeyleri kesinlikle yapmayan insan demektir.

Kendisini halka kabul ettirmek için değil, öyle olmak istediği için öyledir. Onun için böyle olmak, insan olabilmenin özelliklerinden bir tanesidir.

Halkımız artık sahtekarları daha az seviyor ve bu da iyi bir gelişmedir…